ÖZ
( Kitaptaki bazı öz bilgilerin ana konuları üzerinde yapılmış bir fihristleme çalışmasıdır )
1. EN YÜKSEK MERTEBE: HİÇBİR ŞEY BİLMEDİĞİNİ İDRAKTİR
Allahı en az idrak edenler, O’nu en iyi tanıdıklarını zannedenlerdir. On’a iyice yaklaşan varlıklar ise, O’nun büyüklüğünü idrak etmenin asla mümkün olamayacağını idrak edebilenlerdir. Bilgide ise en yüksek mertebe; hiçbir şey bilmediğini idraktir.
İnsanlar Allaha ancak, O’na hiçbir zaman erişilemeyeceğini idrak edebildikleri oranda yaklaşırlar.
Varlıklar, kazandıkları bilgiler ve değerler vasıtası ile, değersizliklerini idrak edebildikleri oranda değerlenirler.
2. ASİL SONSUZLUKLAR MANEVÎ’DİR
Cisimlerin ve mekânın büyüklükleri imkânlarla sınırlıdır. Gerçek büyüklüklerse manevî büyüklüklerdir.
Tahdit edilmemiş hiçbir maddî sonsuzluk yoktur. Asıl sonsuzluklar manevî değerlerdir.
Sınırsız kâinat yoktur. Fakat bu sınırlar çizgi ile izah edilen sınırlara benzemeyen imkân sınırlarıdır. Zaten hakikî sınır da “imkân”dır.
3. DOĞRU OLDUĞUNA İNANILANLAR
İnsan, vicdanının iyi ve doğru olduğunu tasdik ettiği şeyleri yapmakla değer kazanır. Bunlara sevaplar denilmektedir. Doğru olduğuna inanılanların aksini yapmak ise, ruhu, değer zararına uğratır ki, bunlara da günahlar denir. İdrak edilmeden yapılan fenalıklar ise, günah sayılmazlar.
Bir insan günah olduğuna inandığı birşeyi yaparsa günaha girer!..
4. DAİMÎ İBADET
Tanrının huzurunda olunmayan an yoktur. Ve O’nun arzusu olan tekâmül için çaba, hayatın bütünüdür. Dolayısiyle hayat, vakitle sınırlı ibadetlerle değil, daimi bir ibadet şuuru ile yaşanmalıdır.
Hayat tekâmül içindir, dolayısiyle bütünüyle ibadettir.
5. İNSAN KENDİSİNE EMANET EDİLMİŞTİR.
İnsan, idrak mertebesine erişmiş ve kendi kendisine havale edilmiş; tekâmül anahtarı kendi eline verilmiş bir varlıktır.
6. NİZAMDAKİ “ZATEN MEVCUT” MANEVÎ DEĞERLER RUHA İLÂVE OLUR
Ruhlar tekâmül nizamı içersinde “zaten mevcut bulunan” manevî değerleri, hak ettikçe, kendi değerlerine ilâve ederek tekâmül ederler.
7. HER OLAN İYİDİR!
Her olan iyidir, çünkü tekâmül içindir. Istırap ve azaplardan dahi gaye iyiliktir, tekâmüldür. Herkesin iyiliğini Allahtan çok kimse isteyemez. Kötü kader, ceza ve adaletsizlik olarak nitelendirilenler aslında lüzumlu ve faydalı olanlardır.
Lüzumsuz veya zararlı hiçbir hâdise yoktur. Her şey olması lâzım gelen en mükemmel şekilde ve o kadar güzel cereyan etmektedir ki, bunu insan idrakine anlatabilmek imkânsızdır.
8. TESADÜF YOKTUR!
Var olan hiçbir şey yoktur ki, başıboş bırakılmış olsun. Her şeyi Mutlak Kanun esaslarına göre olan bir sistemde plânsız olarak kendi haline bırakılmış ne bir varlık, ne de bir tesadüfen olan bir hâdise söz konusudur.
Tesadüf yoktur; fakat tesadüf gibi gözüken şeyler vardır.
9. KİMSEYE TAŞIYABİLECEĞİNDEN FAZLA YÜK VURULMAZ
İnsanlara ve diğer varlıklara taşıyabileceklerinden fazla yük yüklenmez. Bir insan, gücü ve liyakati üzerine çıkan hâdiselerle denenmez. İnsanlar daima iradeleri ile karşı koyabilecekleri, yenebilecekleri hâdiselerle karşılaşırlar.
Yapılmaması gerekenlere mecbur ediş yoktur.
Yenilemiyecek zaaf, devası olmayan hastalık verilmemiştir!.
10. HER ŞEY SÜBJEKTİF’DİR
Herkes kendi dünyasında yaşar. İnsanlar duyu ve idraklarının sınırlı kabiliyetleri ile değerlendirme yaparlar. Bu sebeple bir dünyada sonsuz hallerde değerlendirebilen varlıklar yaşarlar.
Sağır için ses, kör için ışık yoktur. Fakat onlar için olmayanlar, diğerleri için mevcuttur. Hakikatte ne duyulduğu gibi ses, ne de ışık vardır. Sadece onları öyle gösteren sebepler, titreşimler, tesirler mevcuttur.
11. HERKES REALİTESİNİ HAKİKAT ZANNEDER
Dünyada insan adedi kadar çeşitli realite mevcuttur. Gerçeği bilip savunduklarını sananların bilip savundukları kendi realiteleridir.
12. “AYNI” YOKTUR!
Aynı olan hiçbir şey yoktur. Aynı olduğu sanılan iki hücre, iki atom veya iki zerre bile aynı değildirler.
13. HER ŞEY “BİR”DİR; KÜL’DÜR.
Tanrının “varlık” nizamı içindeki her şey bir manevî vücuda benzer. Her zerresi hisseden; duyan, değere ve liyakata sahip olan tekâmüldeki bir bütündür; kül’dür.
14. TEKÂMÜLÜN GAYESİ; MUTLAK NİZAMIN ŞUURLANMASIDIR.
Tekâmül ederek ve robot vazifeleri devir ala ala yükselen varlıklar, tam bir serbestî ve hudutsuzluğa ulaşarak, Mutlak Varlık Nizamı’nın en yüksek manevî vazifelerini şuurlu olarak ifâya hak kazanırlar. Bu hale Mutlak Varlığın şuurlanması da denilebilir.
15. VARLIKLAR SEVGİYİ VE SEVMEYİ ÖĞRENMEK İÇİN TEKÂMÜLDEDİRLER.
İnsan sevebildiği oranda yüksek değer sahibidir. Sevme hassasını arttırmak demek, değerini arttırmak demektir. Varlıklar tekâmül ettikçe daha fazla severler ve daha fazla sevebilmek için daha fazla tekâmül ederler.
16. KEDER VE SEVİNCİ AYNI KABUL EDEBİLME MERTEBESİ
Varlıklar olgunlukları oranında hüzün ve neş’eyi aynı kabul edebilirler. Keder ve sevinci aynı kabul edebilme seviyesine gelmiş olan varlıkların artık madde ile denenmelerinin sonu gelmiştir. Zevki hüzünle bir tutmak, dünya imtihanlarının üstüne çıkmış olmanın alâmetidir.
17. BENİMSENMEMİŞ BİLGİ, KİŞİNİN REATİLESİ DEĞİLDİR.
Bir şeyi öğrenmekle, öğrenileni benimseyerek hayata tatbik etmek arasında çok fark vardır. Bir insanın okuduğu veya duyduğu bir fikri realitesi haline getirebilmesi için o fikri benimseyebilecek seviyeye yükselmiş olması icab eder. Bu ise, ancak tekâmül yolunda sarf olunan gayret ve emekle kazanılabilir.
18. HÂDİSELERİN ARDINDAKİ ASIL MANEVÎ SEBEPLERİN SEZİLMESİ
İnsanlar manevî değerlere yaklaşabildikleri oranda, karşılaşılan (istisnasız) bütün hâdiselerin gerçek sebeplerine ulaşır, meçhulleri çözerler. İnsanlar daima ruhi eksikliklerini giderici maksatlar taşıyan olaylarla karşılaşırlar.
19. İDRAK MES’ULİYETTİR!
Dünyada idrak, insanlara, “idrak edildiği oranda” mes’uliyet yükler. Bir şeyin idraki, o şeyin mes’uliyetini yüklenmektir. Bir şeyi, idrak edip de onun mes’uliyetini idrak edememek mümkün değildir.
20. BİLGİYİ KAVRAMAK, ONU KARMAŞIKTAN BASİTE İNDİRGEYEBİLMEKTİR.
Bilgiyi kül halinde kavrayabilmek; çok yönlü ve karmaşık olanı basit indirgeyebilmektir. Ayrıntılardan esasa zor, esastan ayrıntılara kolay yaklaşılır.
21. KİMSE KİMSEYE KÖTÜLÜK EDEMEZ
Dünya bir tekâmül yeridir ve her olay, her hâdise varlıklara faydalıdır. Dünya anlayışına göre kötülük olanlar bile faydadır, iyiliktir. Aslında iyilik ve kötülük etmek diye bir şey yoktur. Sadece iyiliği idrak etmek, istemek vardır. Kötülüğü düşünüp kötülük yapanların zararı sadece kendilerinedir.
22. HATA VE GERÇEK YARDIM
Hatalar tekâmül için çok lüzumludur. Bir insan hatasını tamir için yapılacak yardım şayet yolunda yapılmıyorsa, o insana zararlı olabilir. Kişinin alacağı derse mani olan veya onu fena yola sevk eden yardım, yardım değil, zarardır. Bazen çukurlara düşülerek, gereken derslerin alınması lâzımdır.
23. BİLGİLERİN FARKLILIĞI BENİMSETİCİ OLMALARI İÇİNDİR
Fikir ayrılıkları ve bilgiler üzerinde münakaşa; o bilgiler üzerine daha çok eğilinmesini sağlar. Mücadele, kaybedilmesi istenmeyen şey için yapılır ve mücadele konusu olan şey daha iyi anlaşılır, benimsenir. Dolayısiyle bilgilerde anlaşılamayan noktalar, zık görünüşler ve farklı anlayışlar faydalıdır, benimsetici faktörlerdir.
24. BİR ORTAMIN EN BASİT ELEMANININ BASİTLERİNİ PARÇALAMAK O ORTAMI MAHVEDER!
Bir ortam, en basit maddî elemanının parçalanması ile açığa çıkan enerjiye tahammül edilebilir; ki, bu eleman dünya için atomdur. Fakat o ortam, daha basit alt elemanların parçalanması ile açığa çıkacak olan enerji yükünü taşıyamaz. Elektronu parçalamak demek, dünyayı mahvetmek demektir.
25. MİKROP VE VİRÜSLERİ, MİKROP VE VİRÜS YAPAN MANEVÎ ŞUALARDIR.
Hastalıkların asıl menşe’leri, maddî izahları olan şeyler değildir. Manevî şuaların tesirleriyle bedende hastalıklar ve illetler meydana gelir. Hattâ mikrop ve virüse bağlı hastalıklarda bile onları mikroplar ve virüsler haline getiren bu şualardır.
26. MÜKEMMEL YOKTUR!
Tekâmüldeki varlıklar hiçbir zaman mükemmeliyete erişemezler. Fakat ekseri varlıklar, erişebildikleri en yükseği mükemmel zannederler. Bu sebeple mükemmel zannedilenden, daima, daha mükemmel zannedilecek olan mevcuttur. Mükemmel olsa idi tekâmül olmazdı.
27. VAZİFE MÜKÂFATTIR.
Maddeli hayatta zaman zaman yoran vazife, maddesiz hayatta mükâfattır. Ruhlar olgunlukları ve lâyık oldukları derecelerde vazifelendirilirler. Liyakat arttıkça vazife büyür, güzelleşir fakat kat’iyyen ağırlaşmaz.
28. TANRI HER VARLIĞA KENDİLERİNDEN ÇOK DAHA YAKIN OLANDIR.
Bir göz doğrudan doğruya kendisini nasıl göremezse, insan da Tanrıyı kendisine“kendisinden çok” yakın olduğu için göremez. Fakat bu, Tanrının var ettiklerine olan yakınlığıdır. Var edilenlerin Tanrıya olan yakınlığı değil!
|