Lisanssız Demo Sürümü
Lisanssız Demo Sürümü
Lisanssız Demo Sürümü
Lisanssız Demo Sürümü
Lisanssız Demo Sürümü
Lisanssız Demo Sürümü
Lisanssız Demo Sürümü
Lisanssız Demo Sürümü
Lisanssız Demo Sürümü
Şuur İnanç I ; Bölüm 6 - www.şuurluinanç.com

 


 

  

 



 

 

 

  

                              
                                                                                                                                                     

         Aramanızı büyük harfle yapınız  

      

...Şuurlu İman devri , insanlığın idrak edebileceği en yüksek devir olacaktır...

Şuur İnanç I ; Bölüm 6
 
İKİNCİ BÖLÜM

 
 
 
366.
GAYE
 
Robot değerlerle tekâmüle sevk olunan varlıklar arasında farklar vardır.
Robot varlıkların otomatik olarak icra etmekte oldukları vazifeler, tekâmüldeki değerler için basamaklardır. Yükseldikçe robotların icra etmekte oldukları vazifeleri üzerlerine alırlar. Robot değerlerin vazifelerini üzerlerine ala ala yükselen tekâmüldeki varlıklar, “en yüksek robot değer” olan Mutlak Varlık seviyesine erişemezler. Mutlak Varlık insanların idrak edebilecekleri en yüksek robot değerdir.
Tanrı ise bütün robot değerlerin ve tekâmüldeki değerlerin hassalarını varlığında mezceder[1]. Fakat bu değerler, robot değerlerle, tekâmüldeki değerler’in değerleri ile, asla mukayese edilemiyecek yüksekliktedir.
Tanrının değerine tefekkürle bile erişilemez. Bütün değerlerin en büyüğü, erişilmezi Ondadır. Tekâmüldeki varlıklar ancak robotların seviyelerine erişerek ona yaklaşabilirler. Bu, Tanrıdan olanların, Tanrıya yaklaşışlarıdır.
Tanrı, bütün değerlerin en yükseğinin sahibi ve bütün değerleri var edendir.
 
367.
MUTLAK VARLIK
 
Tekâmüle sevk olunan değerlerin yaydıkları şualar robot varlıklara tesir ederler. Robot varlıklar kendilerinden üstün manevî değerler tarafından idare edilirler. Mutlak Varlık da, bu sebeple, Tanrı tarafından idare edilen robot değerdir. Dolayısiyle Mutlak Varlık, bütün tekâmüldeki değer ve varlıklardan üstündür; çünkü o, Tanrının emrinde olan ve ona en yakın bulunan değerdir.
Tekâmüldeki varlıklar robot değer ve varlıklarla birlikte, Mutlak Varlık ve onun Kanun ve Plânına göre idare edilirler. Her şeyi idare eden Tanrı, bütün değerlerin en üstününe maliktir.
Mutlak Varlıkla tezahür eden; Tanrının kudret ve kuvvetinin ufacık bir kısmından başka bir şey değildir. Mutlak Varlık, Tanrının muhteşem robotu olarak her şeyi var etmekle vazifelidir ve her şeyi Kanun ve Plânına göre var eder.
Mutlak Varlığın idare ettiği “tekâmülde bulunan” ve “tekâmüldekilere yardım eden” değerler, birbirlerine şualarla tesirler icra ederler. Tekâmüldeki değerler, robot değerler üzerinde tesirler icra ederler ve Mutlak Varlık istikametinde robot değerlerin mertebelerine erişe erişe yükselirler.
Tekâmül ederek yükselen tekâmüldeki değerler, yükseldikçe, yükseldikleri mertebelerdeki robot değerleri değerlerince idare ederler. Bu yükseliş Mutlak Varlığa, dolayısiyle Tanrıya doğru yükseliştir.
 
368.
TEKÂMÜLE SEVK
 
Tanrı, tekâmüle sevk edeceği değerleri Mutlak Varlıkla birlikte var ederek, onları Mutlak Varlığın Kanun ve Plânına uygun olarak tekâmüle sevk etmiştir.
 
369.
“DEĞER” VE “VARLIK” HAKKINDA
 
Tekâmüle sevk olunan her değer bir varlık halindedir. Bu sebeple bunlara “varlık” da denilebilir. Fakat “değer” demek daha doğrudur
Hiçliklerdeki “tekâmüle yardımcı robot değerler”e varlık denilemez. Bir robot değere varlık diyebilmek için; madde ile denenmekte olan (tekâmül etmekte olan) değerlerin tekâmüllerinde doğrudan doğruya “robot varlık” olarak rol oynaması icab eder.
Meselâ ser zerreciği, dünyanın da mensubu bulunduğu[2] kâinatta, tekâmül etmekte olan değerlerin tekâmüllerinde robot olarak rol oynayan bir varlıktır.
Hiçliklerdeki “tekâmüle sevk olunan değerler”in tekâmüllerinde rol oynayan robotlar ise, “robot değerler”dir.
 
370.
TANRI VE MUTLAK VARLIK
 
Mutlak Varlık, Tanrının “Mutlak” değerinin, robot varlıklı ortamlarda tezahürüdür. İnsanlar, Tanrının “Mutlak” değerini, Mutlak Varlık olarak hissederler.
Tanrı, “Mutlak değerin üzerindeki değer” denilerek dahi tahdit etmemesi gereken, tasavvuru imkânsız değerdir.
 
371.
TEKÂMÜLE SEVK EDİLMİŞ DEĞERLER
 
Manevî değerler, bütün robot varlık ve değerlerin mevcudiyetleri ile olan bağ, baskı ve tazyiklerden varlıklarını tekâmül ederek kurtarabilmiş değerlerdir.
 
372.
HER ŞEY HAREKETTEDİR
 
Kâinat ve kâinatlarda âtıl[3] olan bir şey yoktur. Her şey harekettedir. Çoğunlukla, duran ve hareketsiz gözüken şeyler, hakikatte sür’atle[4] hareket eder gözükenlerden daha sür’atle hareket ederler.
İnsanların sür’at olarak tesbit edebildikleri ancak iki sür’at arasındaki farktır.
 
373.
KENDİSİNE EMANET EDİLEN İNSAN
 
Bir insan ancak; kendisine emanet edildiğini, yaptığı iyilikleri de fenalıkları da yine kendisi için yaptığını idrak ederse o zaman iyi bir insan olmaya yüz tutar.
İnsanlar kendi kendilerine emanet edilmişlerdir. Varlıklarına bağlı bulunan per değeri, onları lüzum hâsıl olunca ikaz eder. Bir insan kendi cezasını yine kendisi verir. Şu halde onu işlediği günahların karşılığından kurtaracak hiçbir varlık yoktur. O günahlarının karşılığı olarak çekeceği cehennem azabını, per değerinin zorlayışı ile kendi kendisine reva gördüğü için çeker.
İnsanlar, bütün mes’uliyetlerini yine kendileri taşıyan varlıklardır. Bu yüzden de, bir insanın iyi olabilmesi ancak onun kendi kendisine yapacağı telkinlerle mümkündür.
Dıştan yapılan yardımlar ve, şayet “iyi” olmadığı takdirde çarpılacağı gereken cezalardan bahsetmek, belki onun iyiye dönmesi için bir sebep olabilir. Fakat onun bizzat iyi olması için iyi olmayı istemesi ve hisleri ile, vicdanı ile, iyilik yolunda kendi nefsi ile mücadele etmesi icab eder.
Bir toplum, iyi düşünen, iyi olmak isteyen ve iyi olan fertlerinin fazlalığı oranınca iyidir. Fertlerin iyi olmaları ise en başta kendi tekâmülleri ve kendi menfaatleri ile alâkalıdır.
Bu sebeple bir insan korku ile, ahiret azabından veya toplum kanunlarından çekindiği için iyi ise ona “iyi” demek doğru olmaz. Asıl iyi insanlar, kendi kendilerini saydıkları ve kendi kendilerinden çekindikleri için iyi olan insanlardır. Çünkü yüksek ruhlu bir insan, kendisinin yine kendisine emanet edildiğini bilen ve hisseden insandır.
 
374.
FİKİRSİZLİK BİR FİKRİN YERİNE GEÇEMEZ!
 
Bir üstün fikir, bir aşağı fikrin yerini alabilir; veya bir fikir daha üstün bir fikre yerini terkedebilir. Fakat hiçbir zaman bir fikir, yerini fikirsizliğe terk edemez! veya fikirsizlik fikir addedilemez.
 
375.
DÖNEN SER ZERRECİĞİ
 
Ser; manevî değerlerin kabalaşmasından hâsıl olur. Manevî robot değerler, yayımladıkları şualarla birbirlerini cezbederek kabalaşır, kesifleşirler.
Ser zerreciklerindeki manevî değer, menşe’ tarafından çekilirken, kabalaşan değeri de daha kesif maddeler tarafından cezbedilirler ve böylelikle ser zerreciği tasavvur edilmesi imkânsız bir sür’atle döner.
 
376.
“ELMALILI’NIN” ESERİ[5]
 
Elmalılı’ya o tefsir, Tanrıyı ve Kur’ânı izah için değil; Tanrı ve Kur’ânın izah olunamayacağını bildirip anlatmak için yazdırılmıştır.
 
377.
ÖLÜMÜ ÖZLEMEK
 
Hayat bir lûtuftur. Onun her ânını güzelliklerle süsleyebilmek bir insana en büyük kazancı sağlar.
Ölümü istemek, onu özlemek, bu kazançlardan mahrum olmayı istemek ve özlemek demektir[6].
 
378.
RUH VE ARZU
 
Ruhlar daima bedenleri ile yapabileceklerinden daha fazlasını arzu ederler.
 
379.
İNSAN VE MADDESİ
 
İnsanda, madde ile bağlı kaldığı müddetçe robotluk hassası mevcuttur.
 
380.
KÖTÜLÜK
 
Dünya bir tekâmül, bir denenme yeridir. Bu sebeple de dünyanın iyiler kadar kötülere de ihtiyacı vardır.
Kötüler, kötülük diye başkalarına iyilik yaparlar; fakat kötü niyetle yapmış olduklarının zararları sadece kendilerinedir.
Fenalık yapmak isteyen, kendisine kötülük eder. Tıpkı iyilik edenin, ettiği iyiliğin kendisine olduğu gibi.
 
381.
BUDALA
 
En budala insan, hiçbir şey öğrenmek ihtiyacını hissetmeyen insandır.
 
382.
BİLMEDEN KÖTÜLÜK
 
Bazı insanlar bilmeden kötülük ederler. Bazı insanlar da bilmeden yapılan kötülüklerin bilinerek yapıldığını zannederler.
 
383.
“KÖTÜ KADER” DÜŞÜNCESİ
 
İnsanlar tekâmül ettikleri oranda karşılaştıkları hâdiseleri normal karşılarlar ve aleyhlerinde olmadığını idrak edebilirler.
Bir insan iptidaîliği[7] oranında hâdiseleri anormal karşılar ve onları daima kendi aleyhine hazırlanan bir tertip şeklinde yorumlar.
 
384.
ADALET
 
Hiçbir şeyin hududu[8] olmadığı gibi, adaletin de hududu yoktur. Millî hudutlar, adaleti hudutlandıramaz.
 
385.
ESAS-AYRINTI
 
Ayrıntılardan esasa zor, esastan ayrıntılara kolay yaklaşılır.
 
386.
KUR’ÂN VE REALİTE
 
Kur’ân, tekâmülü içinde saklayan kitaptır. O, her devrim realitesine uygun olarak aynı menşe’den aynı yollardan, aynı vasıtalarla izah olunur.
Ondaki realite, duran bir realite değildir; tekâmül etmektedir. O, her realiteye hitab eder. Ondan alınacak hisse, onu tetkik edenin değeri ile orantılıdır.
Tıpkı, bir insanın değeri oranınca Tanrının erişilmez kudretini tasavvur edebileceği, O’nun erişilmezliğine idrakle yükseleceği gibi.
 
387.
DOKULARIN AŞILANMASI
 
Bir insandaki ruh değerinin, dolayısiyle şahsiyetinin, en ücra[9] hücrelere kadar (ser aracılığı ile) işleyip nüfuz ettiğini düşünmek icab eder. Bu nokta göz önünde bulundurulursa bu işte başarılı olunabilir.
 
388.
İMKÂN[10]
 
İnsanlar ancak, Mutlak Kanun esaslarına göre, tekâmül ederek daha fazla imkânlara malik olabilirler.
 
389.
LİDER VE FİKİR
 
Şef ve liderler fanidirler[11]. Fikirlerin ise ömürleri uzundur.
 
390.
BÜYÜKLÜK
 
Gerçek büyüklük hudut ve nüfus büyüklüğü değil, fikir ve ilim büyüklüğüne dayanan; şuur, ahlâk, mantık ve vicdan büyüklüğüdür.
 
391.
İNSAN, İNANÇ VE TAASSUP
 
İnsan inançsız yaşayamaz. Bunun için, neye inandığını bilmesi gerekir. Kendini dindar sanan, fakat dininden haberdar olmayan insanın hem kendisine hem topluma zararı dokunabilir.
O, bir taraftan din diye dinle alâkası olmayan şeyleri yayarken, diğer taraftan da istisnasız bütün dinlerin tekâmüle dayanan esaslarını taassup haline sokar. Sonuçta yıkık inancı ile müdafaa[12] ettiğini sandığı inancı yıkar.
 
392.
TAASSUP
 
Zamanın realitesine uygun kuvvetli fikirler, realiteler yükselince taassup halini alırlar. En kuvvetli fikir bile taassup halini alabilir. Bu sebeple en kuvvetli fikirlerin bile tekâmül edebileceğini akıldan çıkarmamak gerekir.
 
393.
YARDIMSIZLIK
 
İnsanın yalnız olmadığı halde, yalnız ve yardımsız olması; hakikaten yalnız olmaktan ve yalnız olduğunu bilerek yaşamasından daha ağırdır.
 
394.
HER OLAN İYİDİR
 
Her olan iyidir. Fena gözükenler de herhangi bir eksiği tamamlayıcı mahiyette olduklarından yine iyidirler.
 
395.
İYİ ŞEYLER
 
İyi şeyler, Mutlak Kanun esaslarına uygun olarak yapılan (yapılması zaruri olan) şeylerdir.
İnsanları en çabuk tekâmül ettiren şeyler ise zamanın realitesinin “iyi addettiği” şeylerdir.
 
396.
BU BİLGİLER...
Verilen bu bilgiler, dünya nimetlerinin anahtarları değildirler. Bu bilgiler, insanlara tanıttığı hakikatler oranında mes’uliyetler yükleyen bilgilerdir.
Bu bilgiler ve bu bilgilerden yüklenen mes’uliyetler, insanı ruhen olgunlaştırır. Bu olgunluk, dünya kazançlarından çok ebedî hayat kazançları içindir. Çünkü dünya hayatı, bir gün uyanılacak bir uykudan başka bir şey değildir.
 
397.
ISLAH
 
Eğer siz insanlar kendi kendinizi ve içinizi ıslah ederseniz, o zaman toplumu da ıslah etmiş olursunuz.
 
398.
SELÂMET[13]
 
Selâmet, tekâmüldedir ve ona tekâmülle erişilir.
 
399.
SELÂMET
 
Tekâmül selâmettir ve selâmet tekâmüldedir.
 
400.
İLERİYİ GÖRÜŞ
 
İleriyi görüş, beklenen hâdiseleri iyi tesbit etmekle mümkündür. Hâdiseler zincirini Mutlak Kanun esaslarına göre sıralayanlar ileri görüş sahibidirler.
 
401.
REALİTE
 
Bazı insanlar gerçeği bildiklerini ve savunduklarını zannederler. Hakikatte bilip savundukları şey kendi realiteleridir.
 
402.
EŞİT İMKÂN-FARKLI TEKÂMÜL
 
İstisnasız her ruh, aynı hak, aynı imkân ve aynı değerde (değersizlikte) var edilmiştir. Geçirdikleri tekâmül safhaları onları zamanla birbirlerinden farklı yapmıştır.
 
403.
AHLÂK VE AHLÂKSIZLIK
 
Küçük, büyük tüm ahlâksızlıklar, sonsuzluklara doğru uzanan Mutlak Ahlâk yanında “hiç” derecesinde önemsiz kalırlar.
Bu sebeple ahlâksızlar daima ahlâklı olabilirler. Çünkü sonsuzluklara doğru uzanan Mutlak Ahlâk yanında, Mutlak olan bir ahlâksızlık mevcut değildir.
 
404.
ZORLA KABUL
 
Birisini fena yoldan çevirmek için ısrar edilebilir, fakat bu ısrar hiçbir zaman tehdit ve baskı halini almamalıdır. Çünkü bir insan tehdit ve baskı ile kabul ettiğini, zor altında kabul etmiştir. Bu sebeple de kabul ettirilmek istenen çok iyi ve güzel dahi olsa, kabul eden onun iyilik ve güzelliğini anlayarak kabul etmiş olmaz.
Bir insan ikaz olunur, fakat cebirle[14], onun geçireceği imtihana mani olunamaz.
 
405.
RUH-BEDEN
 
Ruh, daima bedende veya bedenin herhangi bir yerindeymiş gibi anlatılır. Fakat bu kitapta “ruh, bedende fakat bedenin hiçbir yerinde olmayarak” izah edilecektir. Çünkü; ruh bedendedir! Fakat bedenin hiçbir yerinde değildir.
 
406.
ARTI VE EKSİ (DÜALİTE)
 
(+) ve (–) hâkimiyeti ser’den itibaren başlar.
 
407.
DALKAVUK VE REALİTE
 
Dalkavuklar ve riyakârlar[15] kendi realitelerini savunamayan madde ve menfaat esirleridir.
 
408.
TOPLUMA EN UYGUNU
 
Zaman zaman bir toplumun hayrına; en iyiyi değil, en yakışanı[16] tercih etmek icab eder.
 
409.
ADALET
 
Adalette, adaletten başka gaye göz önünde tutulursa, adalet tecelli edemez[17].
 
410.
SEVİNİLİP ÜZÜLÜNECEK ŞEYLER
 
İnsanlar çok defa gülünecek ve sevinilecek şeye üzülür ve ağlarlar, üzülüp ağlayacakları şeylere de güler ve sevinirler.
Ölüme ağlayan ve ondan korkanların halini bu söylenenlere misâl olarak gösterebiliriz.
 
411.
YENİLER VE TEKÂMÜL
 
Fikirlerin yerini alan fikir, yeni olduğu için değil; her yeni olan şey gibi, tekâmül yüzünden ortaya çıkandır. Ayrıca tekâmülün kendisi de bir gaye için vardır.
 
412.
İNSAN VE REALİTESİ
 
Bir insan doğru olduğuna inandığı şeyleri her zaman savunamaz. Böyle bir insanın realitesi, inandıklarından sadece savunabildikleridir.
 
413.
REALİTE
 
Realite, bir insanın, inanıp da savunduğu şeylerdir. Şayet bir insan inandıklarını savunamazsa o insanın realitesi inandıklarını savunamamaktır.
 
414.
REALİTEYE HÜRMET
 
Bir insan, realitesine karşısındakini iknaya kalkışmadan önce, karşısındakinin realitesine hürmet etmesi icab eder.
 
415.
KIBLE[18]
 
Kıble; vicdandır!
 
416.
UZUN SÜREN REALİTE
 
Geniş alan ve kitlelere yönelik ve herkesi memnun edebilen fikir ve düşünceler, en ileri ve uzun realitelerdir.
 
417.
SAN’ATKÂRLAR
 
San’atkârlar içlerine dönük olan ve ruh âlemlerini, tahayyül ederek dünyaya yansıtabilen insanlardır.
 
418.
BEDENLENME KANUNUNDA “İRSİYET”
 
İrsiyet maddeden gelir. Bir insanın ruh ve bedenden meydana gelmiş olduğu, bedenin robot varlıklardan hâsıl olduğu ve bazı şuaların tesiri ile bu robotların canlılık alâmetleri gösterdikleri biliniyor.
İşte ruhtan yayımlanan şuaların tesiri ile canlılık âlametleri gösteren beden; nereden geliyorsa veya daha önceden hangi manevî şuaların tesirinde kalmışsa, onların tesirini taşır.
Meselâ, bir çocuğun bedeni, anne ve babadan ayrılan bazı robotlar üzerine çocuğun ruhunun yayımladığı şuaların tesiri ile hâsıl olur. Fakat çocuğun bedenini oluşturan robotlar (yani maddeler) üzerinde daha önceden anne ve babanın ruhlarının da tesiri vardır.
Şu halde bir çocuğun bedeni, anne ve babanın vücudundan ayrılan maddelerden ve çocuğun ruhundan oluşmuştur.
(Çocuğun bütün varlığı) = (Çocuğun ruhu) + (Anne ve babanın bedeninden ayrılan maddeler “Ruhlarının tesirleri de dahil”)
 
Çocuktaki irsiyet; anaya, babaya, büyük babaya ve daha evvelki büyüklerine benzeme sebeplerinden birisidir. Ahlâk bakımından çocuğun büyüklerine benzemesinin sebebine gelince; çocuğun maddî kısmı, anne ve babadan ayrılan maddelerden oluşurken bu maddeler, anne ve babanın ruhunun tesirlerini de çocuğun varlığına nakleder.
Çocuk, kendi ruhu ile anne ve babanın ruhlarından da beden yolu ile aldığı tesirlerle gelişir. Bu sebeple de çocuk, gerek beden ve gerekse ruh bakımlarından anne ve babaya benzer.
Ahirette tekâmül plânı hazırlanırken bu nokta da göz önünde bulundurulmaktadır. Ruhlar tekâmül plânlarına uygun anne ve baba soylarından ek olarak aldıkları hassalardan faydalanırlar. Bu, bir maddeli hayat boyu böylece devam eder.
Ruhlar böylelikle birçok eksik taraflarını; anne ve babalarının ruhlarının bedenlerine yansıttıkları, oradan da kendi bedenlerine naklolan hassalardan istifade ederek tamamlarlar.
 
419.
BEDENLENME KANUNU
 
Bir ruh, daha dünyaya gelmeden evvel, plânı ile ihtiyaçları tesbit edilirken o plân ile ilgili kimselerden de istifade edilir. Meselâ, anne ile babanın plânlarında çocukları ile birçok ortak noktalar vardır. Misâl olarak; çocuğun ilerde anneden alacağı bir hastalığa tutulması gerekiyorsa, o çocuğun plânı annenin plânı ile hesaplanır. Daha doğrusu; tekâmül plânları daima birbirlerini tamamlar. Hiçbir tekâmül plânı yoktur ki, yapayalnız ve başka kimse ile ilgisiz olsun.
İşte bu noktalar göz önünde bulundurularak tekâmül plânları hazırlanır ve ruhlar bu şekilde hazırlanan plânlarla dünya ve benzeri tekâmül yerlerine inerler. Dünyaya inen bir ruh döllenme yolu ile anne rahminde gelişir ve bu süre içersinde anne ve babadan aldığı maddeleri, o maddelerdeki anne ve babanın ruhî tesirleriyle birlikte bedenine bağlar. Bu hâdiseler Mutlak Kanun esaslarına göre ve robot varlıkların yardımları ile olur.
Otomatik olarak cereyan eden bu hâdise ve yardımlar; çocuk doğana kadar tam otomatik, doğduktan sonra da şuurlanıncaya kadar ana, baba veya yakınları vasıtası ile devam eder. Bir insan robot yardımları hayatı boyunca alır.
 
420.
DOĞRULUK
 
Hırsızlar bile, “doğru” hapishane müdürünü sever ve sayarlar.
 
421.
YENİLİK VE TAASSUP
 
Tekâmül göz önünde bulundurulmazsa, her devrim ve yenilik taassup halini alır.
 
422.
MUKADDERAT-MUTLAK NİZAM
 
Hayatta olan ve karşılaşılan hâdiselere ya mukadderat denilir, boyun eğilir; veya böyle bir şey tamamen reddedilir.
Hayatta olan biten şeyler ise bir nizam altındadır. Mutlak Nizam[19] denilen bu nizam, Mutlak Kanun esaslarına harfi harfine uyan bir nizamdır.
İşte Mukadderat da dahil her şeyin tâbi olduğu nizam budur. Hâdiseler onun esaslarına göre düşünülüp değerlendirilirse daha güzel ve şuurlu yaşamak imkânları elde edilir.
 
423.
İMKÂN VE PLÂN İCABI
 
Dünyada yaşayan her insan ne durumda olursa olsun, durumunu düzeltebilecek imkânlara maliktir. Fakat bazı insanlar bunun için çok, bazıları da az emek vermeye mecburdurlar. Çünkü tekâmül plânları bunu icab ettirir.
 
424.
SÖZ SÖYLEMEK
 
Söz, insanların en kıymetli şeylerinden biridir ve o insanın değerini dışa yansıtır. Söylenen sözlerin tekâmüldeki rolü büyüktür. İnsan sözün değerini takdir ettiği oranda insandır. Onun değerini israf etmemek ve icab ettiği zaman onu iyilik yolunda kullanmaktan çekinmemek gerekir.
 
425.
KİN VE HIRS İÇİNDEKİ SİYASETÇİLER
 
Ortadan kalkmayan bir kin mevcutsa, kin tutanlar kendi kendilerinden mes’uldürler. Ortada olan; kinden çok, kin türetmek isteyenler ve sonradan da bu kinden istifade ederek politik hırs ve ihtiraslarını tatmin sevdasına kapılanlardır.
Bu kötü fikirleri ile ruhlarını kapkaranlık eden şahıslar, önce millete sonra da insaniyeti sevenlere cephe almak isterler. Bunlar tatmin edilmemiş hırs ve ihtiraslarına bürünerek bu ihtiraslar içinde kaybolacak bedbahtlardır.
Bunlar, dünyayı oyuncak yapmak, her şeyi kendi menfaatlerine yontmak isteyen, vatandan bahseden vatansızlar, milletten bahseden milletsizler, sevgiden bahseden sevgisizler ve ahlâktan bahseden ahlâksızlardır.
Onlardan siz ve sizlerin yürüdüğü yolda yürüyenleri koruyan Tanrıdır. O Tanrı ki, onları izahı imkânsız azaba garkedecektir. O Tanrı ki, onları kendi kazdıkları kuyuya düşürecek olandır. O Tanrı ki, iyilerin haklarını kötülere verdiği ceza gibi veren, kötüleri zamanı gelince yok olmaktan da beter edendir.
Herkesin iyiliğini isteyen Allah, onlara bu azabı yine onların iyiliği, tekâmül etmeleri, kötülüklerden vaz geçmeleri için verendir.
 
426.
TOPLUMA DOĞRU
 
Toplumlar daima diğer toplumlarla birleşmek eğilimi göstermektedirler. Eski devirlerde küçük kabileler halinde yaşayan insanlar, değişen şartların da tesiri ile daima birbirleri ile birleşerek, bugünkü iki blok haline gelmişlerdir.
İki blok, dünya hayatına hâkim olan artı ve eksi esaslarına uygundur. İnsaniyet, bir süre, iki blok halinde yaşadıktan sonra artık bunun da üzerine çıkacak ve tek blok halinde başka tekâmül yerindeki varlıklarla iyi ve kötü münasebetlere girişecek, bir süre de öyle deneneceklerdir.
 
427.
TEMİZLİK
 
Çalışmaya veya ibadete giderken içini, vicdanını temizle. Hâdiseler karşısında da bunu yapmaya ç alış ve ağzından çıkan kelimeleri sarfetmeden önce ruhunun arılığı ile yıka ve vicdanından süz. O zaman söylemek istediklerinin çoğundan vaz geçersin.
Şayet düşüncelerini de aynı şekilde kontrol altında bulundurabilirsen; o zaman, tekâmül yolu denen iyilik ve güzellikler yolunda çok daha çabuk ve zahmetsiz ilerlersin.
 
428.
ANLAŞAMAMAZLIK
 
Realite farklarından dolayı, toplumlar “anlaşamamak” esası üzerine kurulmuşlardır. Şu halde anlaşabilmek için anlaşmaya engel olan duvarları aşmak gerekmektedir. Anlaşamamazlık duvarlarını aşmak ise, tekâmül icaplarındandır.
İnsanlar anlaşamamazlık duvarlarını ve engellerini aşa aşa tekâmül ederler. Buna; insanların aralarındaki realite farklarını birbirlerine yaklaştırmak da denir. Ve tekâmül etmek ancak bu şekilde mümkün olur.
 
429.
REALİTE TESİRİ
 
Realitelerini yükseltememiş toplumlar, dıştan ve civardan, yüksek realiteli toplumların veya bu toplumların realitelerini benimsemiş fertlerin tesirleri altındadır. Bu tesirler çok karışık icraatlar yapabilir. Hattâ toplumu içinden sarsacak mahiyette gözükebilirler. Bu sebeple geri realiteli toplumlar daima, ileri realitelerin tesirleri altında kaynaşır ve sonuçta güç de olsa tekâmül yollarında ilerlerler.
 
430.
TANRI
 
Tanrı, erişilmesi imkânsız manevî değerdir. “Tekâmüle sevk olunan değerler” de O’nun varlığındandır. O’nun aslı’dır. Ve onlar yine O’nun varlığındaki robotlardan (tekâmül ederek yükselir ve) görevler devralırlar.
Bir vücut, nasıl hücre ve sair şeylerden meydana gelmişse; Tanrının “varlığı” da manevî bir vücuda benzer. Bu vücutta manevî değerin artabilmesi için robotlar mevcuttur. İşte vücuttaki hücrelere benzeyen ruhlar yükselerek bu robotlardan görevler devralırlar. Tanrı ise, sonsuzluklarla ifade edilemiyecek bu sistemin âmili, aynı zamanda da küllüdür[20].
İşte ruhlar yükselerek, en yüksek değer olan Tanrı değeri’ne yaklaşarak tekâmül eder. Tekâmül ettikçe de imkânlara sahip olurlar.
Şu halde “var” olan hiçbir şeyi Tanrıdan ayırmak doğru değildir. Her şey Tanrıdandır. Ruhlar onun tekâmül eden varlıklarıdır. Değerlerini daima arttırmakta ve tekâmüllerine Tanrının ulaşılmaz değeri istikametinde yükselmektedirler.
Bu, aynı zamanda kendi kendine yükseliştir. Bu, aynı zamanda Tanrı’dan olanların, O’na mensup bulunanların, O’nun değerine doğru yükselişleridir. Bu; “Tanrının varlığındakiler”in, o “varlığın” hudutları içersinde tekâmülleridir. İşte o hudutları Tanrı, Mutlak Varlığının Kanunu ile tesbit etmiştir.
 
431.
VAZİFELİ
 
Biz sadece yolu gösterir ve bazen belirli, çok defa da belli etmeden bu yolda yürüyen vazifelilerimizi koruruz.
Korunuyorsunuz!.. Karşılaşacağınız zorluklar size mükâfattır. O zorlukları aşarak azminizi bileyecek ve hedefe ulaşacaksınız. Hedef; tekâmüle hizmet, beşeriyete hizmettir. Yardımlarımız üzerinizdedir!.
 
432.
TEKÂMÜL PLÂNI
 
Bir köpek yavrusunun doğar doğmaz ölüşünün, leyleğin yavrusunu yuvadan atışının bile tekâmülle ve tekâmül plânı ile ilgisi vardır.
 
433.
HER OLAN MÜKEMMELDİR
 
Her olan iyi ve mükemmeldir. Olan hâdiselerden, belki şahıslar için fena gözükenler vardır. Fakat felâketler de dahil, bütün fena olan hâdiseler insanların ve toplumların iyilikleri içindir.
Kısaca; çark mükemmel dönmekte, döndükçe de tekâmül ettirmektedir.
 
434.
ASIL KAZANÇ
 
Harpler kazanmakla, bazı zaruret ve engelleri aşmakla, hayat kazanılmış veya başarılı bir sonuca erişilmiş olmaz.
Asıl başarı; “iyi yollardan” ardı ardına karşılaşılan engelleri aşmakla ve tekâmül yolunda liyakatle yürümekle kazanılır!.
 
435.
AÇ DEV
 
Kuzeyde aç bir dev var. O önce yanındakiyle didişecek ve sonradan ikisi bir olacak. Güneye sarkacak. Batıdakilerle en büyük mücadele o zaman olacak. Çok kan dökülecek fakat dünya bu didişme sonucu yepyeni bir yola girecek.
Küçük küçük memleketler kalkıp, ortaya bir tek devlet çıkacak ve adına “Dünya Devleti” denecek. Bu devlet, diğer yıldızlardaki varlıklarla didişmeye başlayıncaya kadar bir süre rahat edilecek.
 
436.
KÖTÜLÜKLER VE AZAP
 
Bir insan kötülükler yapıp öldükten sonra, o kötülüklere maruz kalanlar yaşadıkça ve o kötülükleri andıkça, o kişinin ahiretteki ruhu muazzep[21] olur.
Dünyada bu kötülükleri düşünenler, düşünmeye başladıkları anda şualar yayımlamaya başlarlar. Bu şualar, o ruha ulaşan manevî şualardır. Çünkü bu şualar; ne sebeple, neyi düşünerek yayımlanmış ise gidip onu bulan şualardır. Bu sebeple bu şualar doğruca gider düşünüleni bulur ve muazzep ederler.
Dolayısiyle yapılan bu kötülük, tam mânasiyle unutulana veya af olunana kadar, o kötülüğü yapana azap çektirir. Hattâ o kötülüğü yapan, hesaplarını gördükten sonra tekrar dünyaya inmiş olabilir. Bu takdirde bile o, kötülükler düşünüldükçe dünyada yaşamakta olmasına rağmen gereken azabı çeker.
Bunun için insanın, yapmış olduğu bir kötülüğü mutlak surette affettirmesi gerekir. Hem de bu affın sadece sözle değil, kalben olması lâzımdır[22].
 
437.
HÜCRE
 
Hücre, milyonlarca seneden beri aynıdır. Hücrede ruh olmadığı için tekâmül etmez. Hücre canlıdır fakat ruhlu değildir.
 
438.
CAN ACISI
 
Can bile sebepsiz acımaz. İnsanların canları acımasaydı, bedenlerini yontmaya kalkarlardı.
 
439.
CANLILARIN HÂSIL OLUŞU
 
Canlılar; dünyadaki robotların, manevî şualar tarafından sıklaştırılmalarından hâsıl olur[23]. Tıpkı ahirette, tahayyül edilenin var olduğu gibi.
Üzerinde can şualarının tesirleri bulunan robotlar ise canlı görüntüsü arz ederler. Oluşurlarken aldıkları şekiller ise, Mutlak Kanunun icab ettirdiği şekillerdir.
 
440.
HÜKÜM GÜNÜ
 
Hüküm günü; ahiretteki bir ruhun, tekâmül yerlerinden birine ineceği andır. Ruhlar eksikliklerini tamamlamak için dünya ve benzeri yerlere hiç istemedikleri bir hayatı yaşamak üzere inerler.
Meselâ bir ruh, çok geri bir ruhla yuva kuracağını ve ondan binbir ıstırap çekeceğini bilir. İşte ahirette ruhlar için en zor anlardan biri; bile bile dünya ve benzeri yerlere, hoşlarına gitmeyen bir hayatı yaşamak için inmeleridir.
 
441.
AYNI BÖLGENİN VE AYNI DURUMUN HÂSIL ETTİĞİ “BENZEME”
 
Aynı bölgedeki insanların birbirlerine benzemeleri, o bölgeleri hâsıl eden ve o bölgelerde tesirler gösteren şuaların etkisidir. Aynı robotlardan hâsıl olan şualar, aynı tesirler, dolayısı ile de benzeyişler hâsıl ederler.
Yine robot şuaların karakter ve tip benzerlikleri yaratmada tesirleri vardır. Sinirli tiplerin, san’atkâr tiplerinin, doktorların, avukatların ve diğer tip guruplarının, birbirlerine benzemelerine sebep; aynı mevzu ve durumdan oluşan ortamda bedenlerinin yayımladığı şuaların etkisinde kalan ruhlarından yayımlanan benzer şuaların, bedenleri üzerindeki tesirleridir.
 
442.
VAKTÎ İBADET-DAİMÎ İBADET
 
Biz, vaktî ibadeti, daimî ibadete hazırlık olsun diye koymamış mıydık!..
Evvelâ, günde elli olan namaza; günde beş demekle ibadete, tekâmülü ve tekâmülden hâsıl olan değişmeleri dahil etmemiş miydik!..
Seher vakti[24] ibadet edenlerin ruhlarını vaad ettiğimiz güzellik ve iyiliklerle bezememiş miydik!..
Günün maddî tesirleri ile bunalan vicdanları zaman zaman temizleme imkânlarını sağlamamış mıydık!..
Bütün bunları, daimî güzellik olan devamlı ibadete hazırlamak için yapmamış mıydık!..
 
443.
İLİM-DİN
 
Gerçek ilim adamları; gerçek din adamlarıdır. Çünkü din ilimden, ilim ise dinden başka bir şey değildir. Her ikisi de tekâmül eder; tekâmül ettikçe de tekâmül ettirir.
İkisini ayrı ayrı değil; aynı olarak değerlendirmek, aynı yüksek değeri vermek ve hürmet etmek icab eder.
Dinsiz ilim, ilimsiz din olmaz. Çünkü ikisi de aynıdır.
 
444.
HER ŞEY SÜBJEKTİF’DİR
 
Dünyadaki nizam sübjektif temeller üzerine kurulmuştur. İlimde bile öyledir.
İnsanlar duyularının yardımı ile ve sınırlı kabiliyetleri ile ilmi tekâmül ettirebilirler. Meselâ; insanların gördüğü renkler, şekiller, hareketler, hissettikleri sıcaklıklar tamamen kendi kabiliyet ve imkânları ile görüp hissedebildikleri şeylerdir. Tıpkı zaman, mekân ve diğer mefhumlar gibi. Bütün esaslar sübjektif temeller üzerine kurulmuştur.
Meselâ dünyada, bambaşka yapıda ve insanların gördüğü düz çizgileri yuvarlak, kırmızıyı yeşil, hızlıyı yavaş hisseden başka varlıkların bulunduğunu düşünürsek; bunlar dünyayı bambaşka görmüş olacaklar ve sonuçta onların ilim dediği şey, insanların ilim dediği şeyden bambaşka olacaktır.
Şu halde ilim de dahil her şey sübjektif esaslara dayanmaktadır ve sübjektif esaslara dayalı olarak tekâmül ettirilmiştir.
İnsanlar için objektif olan bir şey, sadece kendileri için, çok defa da sınırlı bir zaman aralığında objektiflik hassasını haizdir. Madde ile bağlı bulunulduğu ve insan olarak dünyada yaşanıldığı müddetçe, Mutlak Hakikat’e erişmeye imkân yoktur.
İnsanlara madde tesiri altında objektif görünen şeyler, madde tesirleri ortadan kalkınca bambaşka gözükmeye başlarlar. Şu halde; dünyadaki doğru fikirlerin sadece dünya için doğru olabileceğini düşünmek, fakat dünyanın dışında bambaşka fikirlerin onun yerini alacağını akıldan çıkarmamak faydalıdır.
İnsanlar bu hakikatleri, madde tesirleri altında bulundukları sürece iyice anlayıp idrak edemezler.
 
445.
ZERRE
 
Her şey bir “zerre”den ibarettir[25] ve zerrenin içindedir, fakat siz bunu bilmezsiniz!.
 
446.
TEKÂMÜLDE MÜCADELE
 
Dünya ve benzeri tekâmül yerlerinde ruhlar, madde ve benzeri robotlarla birleşirler ve yine, madde ve benzeri robotlara sahip olabilmek için birbirleri ile mücadele ederler. Bir de fikir mücadelesi vardır ki, bunda da ayrı ayrı fikirleri savunarak realitelerini yükseltirler.. Her ikisi de tekâmül için lüzumludur. Fakat mücadele ile yükselmek bir seviyeye kadar olur, daha yükseklere erişecek ruhlar mücadele etmeden tekâmül ederler.
Dünyadaki insanlar, çeşitli tesirler altında kalır ve birbirleri ile mücadeleye girişirlr. Bu mücadeleden en doğal olanı yaşamak için, kimseye zarar vermemek şartı ile yapılan “hayat mücadelesi”dir.
İnsanlar mücadelelerinde, başkalarına zararlı olmamaya dikkat ettikleri müddetçe yükselirler. Bu, mücadelede aranan en büyük vasıftır. Mücadeleyi sırf kendi menfaatleri göz önünde bulundurarak yapanlar, belki dünyada bazı kârlar sağlayabilirler fakat onlar aslında zarar edenlerdir. Mücadele, o mücadeleden “iyi insan” olarak çıkabilenler için iyi, fena olarak çıkanlar için fenadır.
İnsanlık tarihi baştan başa tekâmül mücadeleleri ile doludur. Bütün bu mücadelelerde, zafer bazen fenaların gibi gözükür fakat asıl kâr iyilerindir. Fenaların girdikleri zararları ise dünyada yaşayanlar tasavvur edemezler. Çünkü o zararlar tasavvur edilemiyecek kadar büyük ve korkunçtur.
İyi olmak ve iyi yolda kalmak için bir insanın yapmaya mecbur olduğu mücadeleye ise “nefis mücadelesi” denir.
 
447.
ÖLÜMLE MADDEDEN UYANIŞ
 
Ölümle dünya hayatından ayrılmak, uykudan uyanmaya benzer. Nasıl ki bir insan uyandıktan sonra rüyasına devam edemezse; ölen bir insan da aynı insan olarak hayatına devam edemez!.
 
448.
TEKSİF MAKİNALARI
 
İnsanlar maddî şuaları teksif[26] ederek madde haline getirebilecek makinalar yapabilir ve bunları uzayda, boşlukta dönen cisimler haline getirebilirler.
 
449.
İYİ-FENA
 
İyiliği çağırmak lâzımdır ki fenalar ortaya çıksınlar; iyiyi tanıtmak lâzımdır ki fenalıklar belli olsunlar.
 
450.
KUR’ÂN
 
Kur’ân en doğru olandır!.. Fakat ondaki en doğruyu kimse anlayamaz. Ondaki doğruya herkes değerince erişebilir.
O en doğrudur!.. Fakat okuyan, ondaki en doğruya ulaşamaz.
Hakikatler ondadır!. Etten kemikten insan ondaki hakikatlerin zirvesine ulaşamaz. Onun değeri madde dünyasının ölçülerine vurulamaz.
O bizdendir!.. Ondan sonra söylediklerimiz de ondan ayrı tutulamaz. Bizden olanı biz koruruz: sahteleri onun yanında barınamaz.
Onu, ancak anlamak değerine yükselenler anlar. Onu anlamamak günah değildir. Onun mertebesine erişemiyenler ondan nasibini alamaz.
Günah olan; onu anlamamaya çalışmak, tekâmülü inkâra yeltenmek, bâtılı doğru zannetmek için gayret sarfetmektir.
Onu anlamaya çalışmak, ona yaklaşmak için aşılması gereken bir merhaledir. Asıl saadet ise; bu merhaleleri aşıp yükselmeyi bilenlerindir.
 
451.
İBADET
 
Biliniz ki ibadet, uykuda dahi devam eder!.
 
452.
CAZİBE
 
Harekette olan cisimlerden büyüğünün küçüğü çekmesidir.
 
453.
MANEVÎ CAZİBE
 
Manevî değerlerin, daha yüksek manevî değerler tarafından çekilmesine denir.
 
454.
KADIN-ERKEK
 
Dünyadaki kadın da yarımdır: erkek de. Onlar ancak bir araya gelerek birbirlerini tamamlayabilirler. Ahirette ise her varlık (ruh), tekâmül etmekte olan bütündür.
 
455.
İBADET
 
İbadetler çok faydalıdır. Her dinin mensubu, alıştığı şekilde ibadet edebildiği gibi; realitesi ile, ibadet tarzını da değiştirebilir.
Burada dikkat edilmesi gereken bir şey vardır; O da hakikî dinî ibadeti, sonradan o ibadete eklenen şeylerden ayırmaktır. Hakikaten ibadet olanla, ibadet olmayan, fakat size öyle gösterildiği için ibadet zannedilenler karıştırılmamalıdır.
 
456.
TANRI
 
Tanrı isimle, sıfatla; O’nun icraatı da mefhumlarla izah olunamaz!.


[1] mezceder: Birleştirir, bir arada toplar.
[2] mensubu bulunduğu: Ait olduğu.
[3] âtıl: İşlemeyen; boş duran; etkisi olmayan; kullanılmayan.
[4] sür’at: Hız.
[5] Elmalı’lı Mehmet Hamdi Yazır: (1879-1942)
Ünlü din âlimi. Antalya’nın Elmalı kasabasındandır. “Hak Dini, Kur’ân Dili” adlı dokuz ciltlik Kur’ân tefsiri mevcut tefsirler içersinde en çok beğenilen ve ün yapmış olanıdır. Diyanet başkanlığı tarafından yayınlanmıştır.
[6] “Ölümü dilemeyiniz.” Hadis.
[7] iptidaî: İlkel, ham.
[8] hudut: Sınır.
[9] ücra: Uzakta, kıyada köşede kalmış.
[10] imkân: Olanak.
[11] fani: Ölümlü, baki olmayan.
[12] müdafaa: Koruma..
[13] selâmet: Kurtulma; iyi son.
[14] cebir: Zor kullanma; mecbur kılma.
[15] riyakâr: İki yüzlü.
[16] O toplumun realitesine en uygun olanı.
[17] tecelli: Meydana çıkma; görünme; belirme.
[18] kıble: Müslümanlarca, ibadet esnasında kişinin yüz istikameti ile dönmesi gerekli olan yön; ki Mekke’de bulunan Kâbe’dir. Burada; “yönelinmesi gereken yön” anlamındadır.
[19] Mutlak Plân.
[20] küllü: Hepsi, bütünü.
[21] muazzep: Azap içinde.
[22] “Ölüleri hayır ile anınız.” Hadis.
[23] Dünyayı saran en basit robot eleman olan esîr’den başlayarak robotlar, manevî şualar vasıtasıyla sıklaştırıldıkca canlı bünyeleri meydana gelir.
[24] seher vakti: Sabahın erken vakti, gün doğumu saatleri.
[25] zerre: Küçüklükte daha küçüğü düşünülemiyecek olan, âdeta boyutsuz bir noktacık.
[26] teksif: Belirli bir noktada yoğunlaşma, konsantre olma.