Lisanssız Demo Sürümü
Lisanssız Demo Sürümü
Lisanssız Demo Sürümü
Lisanssız Demo Sürümü
Lisanssız Demo Sürümü
Lisanssız Demo Sürümü
Lisanssız Demo Sürümü
Şuur İnanç II ; Bölüm 4 - www.şuurluinanç.com

 


 

  

 



 

 

 

  

                              
                                                                                                                                                     

         Aramanızı büyük harfle yapınız  

      

...Şuurlu İman devri , insanlığın idrak edebileceği en yüksek devir olacaktır...

Şuur İnanç II ; Bölüm 4
                                               969.
                           EN  DOĞRU  VE MEÇHUL’SÜZ  BİLGİ
 
Dünya hayatında doğru ve inanılması gereken hakikat , en doğrunun bilinemiyeceği  ve hiçbir şeyin bütün meçhülleri çözülerek öğrenilemiyeceğidir.
 
                                               970.
                                               GERİCİLİK
 
Toplumda “ gerici” diye adlandırılan zihniyet ve kıyafetler vardır. Kişilerin saçından , sakalından ve giyinişinden bu yargıya varılmaktadır. Fakat asıl gericilik , bir insanın bu görüntüsüne sebep olan amildedir. Yani kişiyi gerici yapan ve gösteren onun realitesidir.
Her realitenin az veya çok işaretleri mevcuttur.herhangi bir realiteye sahip insanlar, bedenlerine ve yaşantılarına realitelerini yansıtırlar. Nasıl ki bir ressam san’at değerinin çok üzerindeki bir resmi yapamazsa, bir insanda realitesi üzerindeki bir yaşantıya giremez.   Nasıl ki , bir san’atçının daha üstün eserler meydana getirebilmesi ancak bilgi ve san’at kabiliyetinin gelişmesi ile mümkün olabiliyorsa , geri zihniyetli bir insanın da ileri bir realitenin kılığına bürünebilmesi ve o kılığı kendisine , kendisini de o kılığa yakıştırabilmesi ; her şeyden  önce realitesini , o kılığı tercih edenlerin realitesine yükseltmiş olması gerekir.
Bir köylü, bir işçi , bir şehirli realitesi vardır. Bu realite onların dış görünüşlerine de yansımıştır. Bir köylünün şehirli kılığına girdiğini düşünün, bu kılık onun yaşadığı realitenin kılığı olmadığı için onu acayip durumlara sokar. Aynı şekilde daha kültürlü ve yüksek realiteli insanlar arasına karışmış ve kendisini onlara şeklen benzetmiş bir kişi düşünün, bu insan devamlı olarak pot kırar, fikir ve davranışlarıyla aralarında bulunduğu insanlara rahatsızlık verir. Giydiği en iyi elbise , gittiği en yüksek seviyeli yer , onun basit davranışlarına engel olamaz. Kısaca , yapmakta olduğu her hareket ancak o şahsın realitesine uygun olanlardır. Dış müdahalelerle , bunu yap , şunu yapma demek ise onu realitesi içinde şaşkına çevirir. Çünkü yap veya yapma denilen şeylerin izah edilmesi gerekmektedir. İzah edilenlerin de onun tarafından benimsenmesi gerekir.
Tekamül ; planlı ve şuurlu olduğu oranda faydalıdır. En güzel yol da , bir toplumu ruhen kalkındırmak çarelerini arayıp bulmaktır. Çünkü ileri realiteye yükselen bir insan , otomatik olarak yeni benimsediği realitenin icaplarını yerine getirir. Ve o realitenin icab ettirdiği kılığa hiçbir zora lüzum kalmadan kendiliğinden girer.
Bu sebepten , bir toplumdaki aydınların , yine o toplumdaki geri kalmış fertlere gerici diye hücum etmeleri , gerçekte kendi kendilerini suçlamalarıdır. Çünkü onlar , gerici diye hor gördükleri toplumun , gerici olmaması için gerekenleri yapmayanlar ve onları gericilikten kurtarmak için en kolay sandıkları saldırıdan faydalanmak isteyenlerdir.
 
                                               971.
                                   FİKİRLERİ  TETKİK
 
Bir fikir mücadele edilmek ve saldırılmak için dinlenir ve öğrenilirse , o fikirden bir fayda temin edilemez. Fikirler iyi niyetle ve objektif olarak tetkik edilebildikleri oranda faydalı olabilirler.
 
                                               972.
                                               HADİSELER
 
Hadiseler ihtiyaçları karşılayacak şekilde yaşanır. Her insanın ise tekamül ihtiyaçları aynı değildir. Bu sebeple cereyan eden bir hadiseyi birçok insanlar başka başka yaşarlar ve ondan tekamülleri ile ilgili şekilde faydalanırlar.
 
                                                 973.
                                   TERTİP  HADİSELER
 
Her hadiseden veya hareketten hasıl olacak sonuçlar önceden bilinseydi , liyakatle tekamül edebilmek imkanı kalmazdı. İnsanların , bazı hadiseleri , tertip olduklarını bilmeden yaşamaları ve sonucunu bilmiyor olmaları onları robotluktan kurtarır ve gereken dersleri almalarını mümkün kılar.
 
                                               974.
                       SEVMEK  VE  NEDENİNİ  BİLMEK !...
 
Sevmeyi öğrenmek için yaşanır!.. Bir insanın ise sevgisini şuurlandırması gayedir. Sevgiyi öğreten hadiseler insanı “şuurla sevmeye” hazırlar , sevginin şuurlanması ise onun his yönüne bir zarar getirmez. Hatta onun his yönünü de şuurla takviye ederek yükseltir.
Dünya hayatı ve bütün hadiseler hep sevgiyi tanıtmak gayesini güderler. Tabiat sevgisi , çocuk sevgisi , kitap sevgisi , eşya sevgisi... bütün bunlar haikiki sevgiye yaklaşılmasını temin eden vasıtalardır. Şuurlu İmanda ise sevginin şuurlanmasının gerektiğini idrak etmiş olmak şarttır.
 
                                               975.
                                   BİLGİLERİN  YORUMU
 
Herhangi bir konuda , verdiğimiz bilgileri öğretmek , ancak o bilgilerin daha üstünlerini öğrenecek duruma gelince ve o bilgileri öğretecek kadar bilmek durumuna yükseldikten sonra mümkün olabilir.
Verilen bilgilerin öğrenildiği zannedilebilir fakat , hakikatte onların daha iyi anlaşılabilmesi ve üzerlerinde fikirler yürütülüp yorumlanabilmeleri için daha üstün bilgilerin mevcut olması, hataların azalmasını sağlar.
Verilen bu bilgileri ise , basit dahi olsalar tam anlamı ile yorumlamaya imkan yoktur. En basit zannedilen bilgilerin herkes tarafından tereddütsüz kabul olunan yorumlarında bile hata vardır. Çünkü insanlar en basit sandıkları şeyleri bile tam manası ile anlamak imkanlarına malik değillerdir.
Yıllardan beri açıklamakta olduğumuz tebliğler ve o tebliğlerin zamanla değişen yorumları size bu hususta en güzel örnek olabilir. Bu sebeple bir tebliğ , ne durumda ise , yorumsuz ve o durumda kalmalıdır. Çünkü ilerde, gününüzde anlaşıldığından bambaşka şekilde yorumlanarak değerlendirilebilecek bir tebliğdir.
                                  
                                               976.
                                               BİLGİLER
Tekamülle ilgili bilgileri üç esas kısma ayırabilirsiniz :
 
Analiz bilgiler.
Sentez bilgiler.
Ayrıntı bilgiler.
 
Analiz bilgiler ve bu analizden hasıl olan sentez bilgiler , ana bilgilerdir. Tekamülle ilgili menşe’lerden alınan diğer bilgilere ise ayrıntı bilgiler denir. Ayrıntı bilgiler , hiçbir zaman ana bilgilerle karıştırılmaması , fakat ana bilgilerin anlaşılmasında ve benimsenmesinde faydalanılması gereken bilgilerdir.
 
                                               977.
                                   EN  YÜKSEK  AŞK
 
Seviniz!... sevmedikleriniz de dahil her şeyi seviniz. Ve sizin onlardan , onların da sizden ayrı olmadığını idrak etmeye çalışarak seviniz.
Canlılar , cansızlar , her şey sizden , siz de onlardansınız. Bedeniniz , bir böceğin bedenini teşkil eden şeylerden kurulmuştur. Dünya , güzelin , çirkinin , iyinin ,kötünün , yükseğin , alçağın , kadının , erkeğin bulunduğu bir yerdir. Oradaki varlıklar birbirlerini çekerler ve iterler. Bütün bunlara sebep insanları hakiki aşka hazırlamaktır.
İnsan hakiki aşka maddesiz, menfaatsiz , hatta hedefsiz ve gayesiz sevebildiği kadarıyla yaklaşır. Hakiki aşk ise her şeyi hiçbir şeyden ayırmadan sevebilenlerin tadabilecekleri bir aşktır. En yüksek aşkı, her şeyi hiçbir şeyden ayırmadan , neden sevdiğini bilerek şuurla sevebilenler yaşarlar. Bu aşkı ise dünyada yaşamak şöyle dursun , tasavvur etmeye bile imkan yoktur. Çünkü o, her şeyin içersinde “ aşk olarak “ kaybolup her şey olabilenlerin tadabilecekleri bir aşktır.
Seviniz !... Ve bu eşsiz aşkın sizde de şuurlandıracağı mes’ud ebedi saadete(saadet : mutluluk) doğru yükseliniz...
 
                                               978.
                       İMKAN  VE  SORUMLULUK
 
Tekamüldekiler ve bütün varlıklar , imkanları oranında sorumlu bir hayat yaşarlar. Bitkiler yerlerinden kımıldayamazlar ve dış tesirlere karşı da kendilerini loruyamazlar. Hayvanlar ise hareket edebilir , kendilerini koruyabilir ve bir emek karşılığı karınlarını doyurabilirler. Onların bitkiler gibi rızkları ayaklarına gelmez.
İnsanlara gelince , onlar üzerinde yaşadıkları dünyanın birçok sorumluluklarını da taşıyarak yaşarlar.
 
                                              
 
                                           979.
                       HAYVAN  VE  ÜREMEDE  İDRAK
 
Otomatik yaşayanlar otomatik ürerler. Tıpkı şuurlu yaşayanların şuurlu üremeleri gerektiği gibi.
Şehvet hisle , his de şehvetle başlar. Yaşadığını idrak eden en basit varlıklar bile üremek için gereken şeyleri yaparken haz duyarlar. Onların , üreyebilmelerini sağlayacak şeylere karşı otomatik bir eğilimleri vardır.
 
En basit varlıklar , hayatta olduklarını hissettikten sonra otomatik olarak ürerler. Bu otomatik olarak üreyişten yine otomatik bir haz duyarlar. Fakat onlar ne ürediklerini , ne de haz duydukları şeyin üremeleri ile ilgili olduğunu bilirler.
Hayvanlarda olduğu gibi , yaşadıklarını idrak edenler , ilk önce zevk aldıkları şeyleri yapmak gayesi ile hareket ederler. Onlar bu hareketlerinin sonucunda üreyeceklerini bilmezler.
Hayvanların çiftleşme sonunda üreyeceklerini idrak edebildikleri an, insanlık çağına yükselebilmeye hak kazandıkları andır. Artık onlar insan olarak yaşayacakları yepyeni bir hayatın eşiğindedirler. Tahayyül edebilmek , az da olsa şuurlarıyla tekamül edebilmek imkanlarını kazanmışlardır.
Tekamüllerini maddeli ortamlarda yapan varlıkların ilk mühim “sebebi sonuca bağlama” anları , döllenme ve doğum arasındaki bağı idrak etmeleri ile başlar. Gerçi bu an bir başlangıçtır , fakat önceden bu anları hazırlayan birçok hadiselerle karşılaşmışlardır.
Mesela başkasının yiyeceğine dokunmanın , başkasının yavrusuna saldırmanın , diğer hayvanları müteessir eden şeyler olduğunu daha önce öğrenmişlerdir.
 
Hayvanlık devresinde varlıklar birçok hususlarda şuurlu bir imana hazırlanmaya başlarlar. Bunun için de , yapmaları ve yapmamaları gereken şeyleri daha o zamandan otomatik yollardan öğrenmeye başlarlar. Düzenli hadiseler bu hususta onlara yardım eder.
Bir varlığın haz duyduğu için yaptığı üreme faaliyetini, doğuma  dolayısıyle üremeye bağlıyabilmesi için birçok hususlarda tekamül etmiş , gelişmiş olması icab eder.
Hayvanlarda irtibat kurma da değişiktir ve tekamül seviyelerine uygun olarak  ve ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde haberleşirler.
 
Haberleşmede varlıkları iki kısma ayırabilirsiniz :
 
1.      Sessiz anlaşma.
2.      Sesli anlaşma.
 
Sessiz Anlaşma :
 En geri varlıklarda görülen bu hali en ileri varlıklarda görülen halle karıştırmamak gerekir. Her varlık , bu arada hayvanlar , ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde , ortamlarında irtibat kurarlar.
Bir örümcek düşünün ve bu örümceğin bir insan gibi konuşabildiğini farzedin. Örümcek insan gibi konuşabilse dahi , bu konuşmasan insanlar gibi faydalanmak imkanlarına sahip olamaz. Çünkü onun insanlar kadar konuşup anlaşacağı konu yoktur.
Papağan bunun en güzel örneğidir. Yapısının insan gibi konuşmaya uygun olmasına , hatta konuşmasına rağmen  , çok ileri realitelerde ancak faydalanabileceği bu hassadan faydalanamaz.
Şu halde her varlık ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir tarzda  civarı ile itribata geçebilir. Bir solucan şayet bir insan gibi konuşabilseydi, yine de bundan faydalanamıyacaktı. Bu sebeple , her varlık , şuuru ile uygun bir tarzda civarı ile irtibat kurabilir.
En basit hayvanlar , her bakımdan bitkilere çok benzerler. Onları bitkilerden ayıran tek ve en mühim fark , az da olsa arzu edebilmeleri ve arzu ettikleri istikamette de şuurlarından  çok otomatik yardımlarla hareket edebilmeleridir. Daha gelişmiş hayvanlar ise basit sesler çıkarabilirler. Hayvanların ses çıkarma anları , ses alabilme imkanlarına malik olabildikleri zamandır.
Hayvanların ses alma imkanları, seslenebilme imkanlarından çok daha çabuk gelişir. Bu , onların civarlarından işittikleri gürültü ve konuşmalardan otomatik olarak faydalanarak tekamül edebilmeleri içindir.
Tekamül etmiş hayvanlarda , mesela at ,maymun , köpek ve kedilerde ses alma duyguları onlara bu sesleri değerlendirme ihtiyacını da hissettirir. Hatta onlar zaman zaman insanlar gibi konuşmak arzusu ile yanar tutşurlar. Çünkü onlar artık şuurla arzu edebilecek bir seviyededirler. 
Onların ses alma ve bu sesleri değerlendirme imkanları çok yüksektir. Bu imkanlar onları insanlık seviyesine hazırlar. Fakat onlar henüz daha dölleme ile doğum arasındaki bağı çözecek seviyeye erişmemişlerdir.
İşte “ insanlık” , doğum öncesi hadiselerin birbirine bağlı olduğunu idrak edebilecek bir seviyeye yükselmekle başlar. İnsanlık seviyesine yükselen varlıklar , üreme işinde tam bir şuurla hareket etmek imkanına malik değildirler. Bu sebeple onlar da otomatik yardımlarla ürerler.
 
                                               980.
                       KIZMA !  ŞİKAYET   ETME !
 
Her hadiseden alınacak dersler vardır. Her hadisenin öğretici olduğunu bilmeyenler , hadiselerden şikayet ediyorlarsa , onlar yaşamalarındaki sebepleri daha idrak edemedikleri için pek zarara uğramazlar.
Bir de , hadiselerin gelişigüzel cereyan etmediklerini bildikleri halde , hadiselerin tesirleri altında kalıp onlardan şikayet edenler vardır. Bu gibi olanlar, hadiselerden şikayet etmekle , ah , of demekle bir şey kazanamazlar. Çünkü onlar çektikleri acı veya ıstırabı bir değer kazanmak için çekmektedirler. Bu değeri ise , onlara o değeri kazandıracak veya kazanmalarına yardım edecek olan hadiseden şikayet etmekle kazanamazlar. Hadiseler , şikayet edilmesi değil , değer kazanılması için yaşanır. Bu sebeple, insanı kızdıran bir şey de hadisedir..
 Mesela sen; “ bu insanlar hayattan , hadiselerden daima şikayet ediyorlar” diye üzülüp kızmakla , karşılaştığın bir hadiseye kızıyorsun demektir ki , yapmaman gerekir !.
 
                                               981.
                                               ÜÇ  ŞEY
 
Planlardan ihtiyaçlar doğarlar. Mesela demokrasiyi rejim olarak kabul eden bir toplum , demokrasinin icab ettirdiği ihtiyaçları karşılamalıdır. Karşılanacak bu ihtiyaçlarla yaşayan demokrasi rejimi de toplumun ihtiyaçlarına cevap verir. Kısaca , planlar çeşitli ihtiyaçlardan , çeşitli ihtiyaçlar da planlardan doğmaktadırlar.
 
İlk plan , Tanrının en yüksek ilahi planıdır. O, Tanrının arzusundan doğmuştur.
İlk ihtiyaçlar ise bu planın icaplarına uygun olan ÜÇ ŞEY’dir.
 
1.      Tekamüle sevk olunan varlıklar,
2.      Tekamüle yardımcı manevi değerler,
3.      Tekamülde Tanrının emirlerini tatbik eden “melekler”.
 
  Bu üç şeyi , tek bir şey olarak , aynı zamanda da herbirini o tek şeyin cüzleri olarak düşünebilmenin mümkün olduğundan ilerde bahsedeceğiz.
Tanrının arzusundan hasıl olan ilahi planın bir cüz’ü , bir kısmı addedilebilecek olan Mutlak Planın tatbiki, bu üç varlığın mevcut olabilmeleri ile mümkün olabilmektedir.
İlahi planı, Mutlak Plandan ayrı olarak düşünmek doğrudur. İlahi Planda , yoktan var edişin sırrı vardır.  Bu , hiç kimsenin idrak edemiyeceği  ve tatbik edemiyeceği , ancak mevcudiyetinin zerresini hissedebileceği bir büyüklüktür. Ve en önemlisi , bu plan için mutlaklık diye bir sınır , bir tahdit mevcut değildir. O planın tatbik edicisi , mutlak denilenlerin bir anda bu hassasını alabilen , mutlağı bir anda var ettiği yokluk haline getirebilendir.
Mutlaklık hassasını veren , onu zaten alabilir de... Mutlak , insanlar içindir , var olan her şey içindir. Hakikatte ; olduğu gibi ebediyen kalan , hiçbir varlığın yerinden oynatamıyacağı mutlak yoktur. Tanrı ise izahı imkansız büyüklüktür. O , mutlaklıkla tahdit edilemez.
Çünkü O isterse, izahı imkansız yoklukta , bir anda yok olabilen ve tekrar istediği gibi var olabilendir. Onun yokluk içinde tam anlamıyle yok olması ,  O’na bağlı olan            “ varlığın” yok oluşu demektir.  Bu yok oluş ; maddi manevi her şeyin yok oluşudur.
Bu yok oluştan ancak , yokluktaki AŞK mertebesine yükselebilenler kurtulabilir. Tanrı hiç şüphesiz ki isterse o izahı imkansız yokluğu da yok edebilendir. 
İşte Tanrı bir anda Mutlak Nizamına uygun edilenleri böylece yok edebilir. Kainat , kainatlar , bütün maddi ve manevi varlıklar tam anlamı ile yok olurlar. Fakat O isterse , o izahı imkansız yokluktan tekrar isteğine uygun varlıklar var edebilir.
Her şeyin yok olması için , Tanrının bir anda mevcudiyetini hissettirmemesi kafi gelir.
Mutlak Varlığı bir insanın bedenine , Tanrıyı da o  bedenin ruhuna benzetebilirsiniz. Bir insanın bedeni nasıl ruhsuz hayatiyetini devam ettiremezse , var olan her şey de Tanrısız bir an bile var olamaz. O her şeyi , var ettiği yokluğu da yok edebilendir. Var olan her şeyin aslı olan ruh  O’dur.
Tanrı hiçbir şekilde ne izah edilebilir, ne de Mutlak denilerek sabitleştirilebilir. O , isterse bir anda yok olabilen , fakat tekrar var olabilendir. Her şeyi tahdit eden O’dur , hiçbir şekilde tahdit edilemiyecek olan yine O..
 
                                               982.
                       İNSAN  OLMANIN  SORUMLULUĞU
 
Bir insan , insan olmanın sorumluluklarını tekamül ettikçe idrak edebilir. İnsan olmak ise , olana sorumluluklar yükler. Bu sorumlulukları idrak edebilenler , edebildikleri kadar tekamül ederler.
Bir insan , insan olmanın değerini , büyüklüğünü hissettiği oranda ; varlık içersindeki küçüklüğünü öğrenir. Bir insan değersizliğini idrak ederek değerlenir. Küçüklüğünü idrak edebildiği oranda da büyür. Buna ,değersizliğini idrak etmekle değerlenme, küçüklüğünü bilmekle de büyümek denilebilir.
 
                                               983.
                                   AŞKLA  BİLGİYE  KOŞAN
 
Bilgiyi değerlenmek maksadı ile alanlar, değerlenmenin asıl gayesini idrak edemiyenlerdir.
Değerlenmek için bilgi toplayanlar, zengin olmak için mal ve para toplayanlara benzerler.
En yüksek bilgilere muhatab olanlar , hiçbir şey beklemeden aşkla bilgiye koşanlardır ; onlara , karşılık beklemeden layık olanlardır. Bu söylenenlerin şuursuz bir örneğini pervanenin  ışığa koşmasında bulanlardır.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
BEŞİNCİ BÖLÜM
 
 
 
 
 
 
 
 
 
                                               984.
                                              
                                               O
 
Tanrıyı izaha imkan yoktur. Fakat O’nun varlığına , dünya şart ve imkanlarına göre birdir denilebilir. Çünkü O , varlığının üzerinde olan zatını dahi yaratmış bulunandır. O’nun varlığını , o varlığı var edenden ayırmaya imkan yoktur.
O , varlıkları var edendir. O, vardır. Fakat O’na sadece varlık denilerek, tıpkı O’nun var ettikleri gibi düşünülemez. Ondan başka hiçbir varlık varlığını var edemez.
O’nun varlığını var edişi ise zamanla izah edilemez. O zaten var olan varlığını var edendir. Var olan O’dur. Varlıklar halinde tezahür edebilen de  O’dur. Var olan her şeyi bir şeyde toplayan da odur. Her şeyi bir şey , bir şeyi her şey yapabilen ise adetle izah olunamaz.
O’nun var ettikleri, her şeyi ihtiva eden bir bedene benzer. Bütün bedenler , maddeler , robotlar , manevi değerler Ondandır. O ,bu bedene benzettiğimiz varlığını yoklukla sınırlayandır. Yokluğu var eden de O’dur.
O isterse , her şeyi ihtiva eden bedenini bir anda yokluk içersinde yok edebilir. Bu taktirde liyakatle  kazanılan değerlerle , izahı imkansız  yokluk şuurlanır , değerlenir.
Yokluğun sonu yoktur. İzah olunamaz , düşünülen bir varlık haline dönüştürülemez. Fakat Tanrı onu da yok edebilir. Çünkü O , izahı imkansız varlığı da dahil her şeyi yok edebilen ve tekrar var edebilendir.
O hiçbir şekilde tahdit veya izah olunamaz. O’nun büyüklüğü, O’nun izahı imkansız varlığı ile dahi tahdit olunamaz. Çünkü O tam manası ile yok olabilir. Tekrar isteğine uygun olarak var olabilir. O , hiç şüphesiz ki, istediklerini yok , istediklerini de var edebilendir.
Varlığının yok oluşu, her şeyin yok oluşu demektir.  Fakat tekrar var olurken istediklerini de tekrar var edebilendir.
 
  O , daima “O” denilen varlığın üzrindedir. Fakat insanlar O’nu izahi imkansız değeri ile değerlendiremezler. O , bütün değerlerin üzerindedir. İnsanlar O’nu her şeyi ihtiva eden 1. varlık halinde idrak edebilirler. Nasıl beden ruhun idrak edilmesini sağlıyorsa , Tanrının da var oluşunu , her şeyi ihtiva eden , var ettiği eseri idrak ettirir.
 
O’nun üstünde asıl Tanrının mevcut olduğunu düşünmek,  O’nun hiçbir şekilde izah olunamıyacağını bilmek, fakat O’nu ( liyakat oranında) (1) her şeyi ihtiva eden varlığında , bedeninde aramak , bulmaya çalışarak yükselip tekamül etmek gerekir (1: okuyucu kastedilmekte). Bu sebeple de O’na değil fakat O’nun varlığına  “birdir”  denilebilir.
O , varlık üstü varlıktır. Yokluğu varlık haline , varlığı yokluk haline getirebilen , yok olup var olabilen , hiçbir şeye tabi olmayan , her şeye kadir olandır.
O’nun üstünde yine O vardır. Ondan evvel olan O’dur. Ondan sonra olacak yine O.
Her şey O’nun varlığıdır, varlığındandır. O , varlığını var edendir. Her şeyi hudutlayan , her şeye hakim olan , her şeyde ve her şeyin üzerinde bulunan , her şeyi isteğine uygun olarak yapmaya kadir olan yine O’dur..
 
                                                 985.
                                   DEĞERLENEN  VARLIK
 
Gittikçe küçülen bir varlık düşününüz.bu varlık küçüle küçüle sonsuz  büyüklükte olanın içinde kaybolur. Bu kayboluş aynı zamanda da küçüğün sonsuz içersinde kaybolması ile  (ona dahil olması ile) o olması demektir.
Bir maddenin yok olurcasına küçülerek civarındaki daha büyük maddenin içersinde kaybolarak o olmasına karşılık, bir manevi değer değerlendikçe daha büyük manevi varlıklardan olmak imkanını elde eder. Maddi ve manevi değerler birçok hususlarda birbirlerine ters görünüştedirler.
Görülüyor ki , bir maddenin ufalarak daha büyük maddeler içersinde eriyip ondan olmasına karşılık , bu sonuca manevi değerler, manen zenginleşerek ulaşabilmektedirler. Fakat bir manevi varlık değerlendikçe değersizliğini idrak eder. Başka bir deyişle , bir manevi varlık değersizliğini idrak edebildiği oranda değerlidir.  En değerli varlıklar Tanrının huzurunda değersizliklerini idrak edebilmiş olan varlıklardır. Bu , bir varlığın değerini inkar etmesi demek değildir. O değerini bilir , hatta yüksekliğini de takdir eder. Bunu idrak , bir varlığın yüklendiği sorumlulukları idrak etmesi için lüzumludur. Çünkü artan değerler varlıklara sorumluluklar yükler.
Bu sebeple varlık liyakati ile kazandığı değeri bilir. Onun sorumluluklarını da idrak eder. Fakat bir varlık değerlendikçe sonsuzluk yönünde daima değerlenmek imkanlarının mevcut olduğunu çok daha iyi anlar. Bu sebeple de o , değerlendikçe  mütevazileşir.  Değerini idrak edebildikçe de daha üstün değerleri idrak etmek imkanına erişir.
Kısaca , varlıklar değerlenirler ,  değerlendikçe de Tanrının izahı imkansız yükseklikteki varlığını daha fazla idrak ederler.  Bu idrak ,  O’nun asla idrak edilmesine imkan olmayan değerinin varlıkta şuurlanması halinde tezahür eder. En yüksek varlıklar bile o haşmetin önünde yok olurcasına ufalırlar. Onların yok veya var olmaları ise yine O’nun elindedir.
 
O’dur her şeyi var eden ve yok edebilecek olan..
O’dur her şeyi tahdit eden fakat asla tahdit edilemiyecek olan..
O’dur her şeyin , izahı imkansız güzelliklerin sahibi..
O’dur var ettiklerine bu güzellikleri idrak imkanını bahşeden..
O’dur her şeyi bilen , her şeyden haberdar olan, fakat erişilmesine , anlaşılmasına , izah edilmesine imkan olmayan..
O’dur her şey olan fakat her şeyin çok üzerinde bulunan..
 
                                               986.
                                   ISTIRABIN  TADI
 
Zevklerden tat , azaplardan ise acılar  alınır. En büyük zevklerin çoğunda azaplarla tatlar karma karışık bulunurlar. Bütün bunlar, azabın tadını almak yolunda yükselenlerin  aşmaları gereken aşamalardır.
 
                                             987.
                                   HIRS VE  İHTİRAS
 
İnsanlar tekamül seviyelerinin icab ettirdiklerini yaparlar. Kendilerine örnek almaları gereken ise ileri merhalelerde olanların davranış ve tutumlarıdır.
Bir insanın örnek alması gereken kişileri hiç şüphesiz ki , iyiler , iyilik edenler , vicdanını dinleyenler ve daima güzel , iyi , faydalı yollarda yürüyenler arasından seçmesi gerekir.
 Bir insanın hırsla , ihtirasla daha üstün seviyelere erişmesi bazen bindiği dalı kesmesi ve yere düşmesine benzeyen hadiseleri doğurabilir.
İnsan daima ileri gitmek istemeli fakat bu isteğine hırsını , ihtirasını alet etmemelidir. Hırs ve ihtiraslar bazen insanların kötü yollardan yürüyerek de iyi hedeflere ulaşabileceklerini telkin eder. Bu yanlıştır. Kötü yollardan yürüyerek iyi ve güzel şeylere erişmek , günah işleyerek sevaba girmeye benzer. Unutulmaması gereken şudur ; iyi hedeflere yanlız iyi yollardan ulaşılır.
 
                                               988.
                        O’NU İZAH TAHDİTTİR !
 
Mutlak Varlık , Tanrının izahı imkansız varlığının biraz olsun hissedilebilen , anlaşılabilen , idrak edilebilen bir tezahürüdür.
Tanrıyı izah edenler veya izah etmek isteyenler , Mutlak varlığı izahtan öteye gidemezler. Mutlak Nizam esaslarına uygun olarak tekamül edenler , idrakta bile Mutlak Varlık hudutlarının ötesine yetişemezler. Mutlak Varlık ise bir’dir.
Tanrıyı ise , O’nun var ettiği varlıkları , “ O birdir diyerek adetle , büyüktür diyerek sıfatla , hatta Tanrı diyerek isimle” tahdit edemezler. O’nu tahdit , O’nu izah için sarfedilen aczin bir sonucudur. O ise iyi niyetlileri bilendir. Erişebildikleri yüksekliklerin zirvesinde  Tanrıyı bulduk zannedenleri sevgi ile affedendir.
 Hiç şüphesiz ki O , sonsuz yüksekliklerin üzerindeki sonsuz manevi yükseklikleri kolaylıkla var edendir. İnsanlara da Tanrıyı düşünme imkanını veren ve onlara daima yükselme yollarını gösterendir , yüceltendir.
 
                                               989.
                                   MANEVİ   DENGE
 
Simetri ve dengeyi de dünya realitesine göre ikiye ayırarak düşünebilirsiniz. Maddi simetri veya maddi dengenin karşısında bir de manevi simetri veya manevi denge mevcuttur. Manevi simetriye de manevi denge ismi vermek doğrudur.
Tekamüldeki varlıklar bu manevi dengeye yaklaşabildikleri oranda tekamül ederler. Manevi dengenin oluşmasına ve gelişmesine ise hadiseler , hadise ve varlıklara Mutlak Nizamın tatbik edilmesinden hasıl olan  tezatlar, zıtlıklar tesir eder.
 Bir erkek kadını , kadın da erkeği sırf manevi denge temini için otomatik olarak arar. Fakat arananın ne olduğu bilinmediği için çok defa dış sebeplerin izahından öteye gidilemez.
Ağlamalar ve gülmeler , kederleri sevinçlerin , sevinçleri de kederlerin takip etmesine sebep yine odur. Tekamüldeki bir varlıkta gittikçe gelişen manevi denge , kişinin birçok şeyler arasında ayrım yapmamasına veya aradaki farkları daha geri varlıkların değerlendirmeleri gibi büyük ve mühim bulmamasına yol açar.
 
 
Bir insanda manevi denge oluştukça , fazlalaştıkça o , sevinçlerle kederler arsındaki farkı daha az bulmaya , akrabası ile diğer bir insan arasında tercih yaparken daha objektif davranmaya , karşılaştığı kişiyi , ister kadın ister erkek olsun cinsiyet üzerinde durmadan sadece bir insan olarak görmeye başlar. Cinsel eğilimleri yavaş yavaş insani eğilimler halini almaya başlar.
Bu mertebeye yükselenler, kendileri ile diğerleri arasında da  tercih yaparlarken daha objektif davranabilirler. Kısaca , insanlar dışarda aradıkları her şeyi kendi varlıklarında oluşturabildikleri denge ile , tekamül ederek ( tekamül ettikçe de dıştakilere karşı duydukları hırsları körelterek) kendi kendilerine temin edebilirler.
Fakat bir insanın bu seviyeye erişebilmesi en zor olan işlerden biridir. Bu sonuçlara erişmek kolay değildir. Her şeye rağmen gayenin bu sonuçlara ulaşmak olduğunun bilinmesi şuurla gayeye yürünmesini temine yarar ; bunun için de faydalıdır.
 
                                               990.
                        VAR  EDİLMİŞ  YOK  EDİLEMEZ    
 
İnsanlar , dünyada bir tek vücut haline gelerek nasıl da harbederler. Harpte ölenler o ordunun harbe devam etmesine mani değildir. Cephede ölenler bir bedende ölen hücrelere ne kadar da benzerler. Askerler ölür fakat ordu yaşar. Hücre ölür fakat o bedeni diğer yaşayan ve yeniden doğan hücreler yaşatırlar.
Ölerek dünya hayatı sona eren hücre de , insan da hayatına devam eder. Ölümle dünyada bırakılan vücut , kesilip atılan saça veya tırnağa benzer. Bir şahıs tırnağını kesip atmakla nasıl ölmezse , bedenini dünyada bırakan bir insan da  dünya hayatından uzaklaşmakla hayata veda etmez.
Dünyadan ayrılanlar maddeyi terk ederler. Maddeyi terk etmekle de dünya ile irtibatlarını kaybederler.gözlerini kapayan nasıl etrafını göremezse , maddeden ayrılan bir ruh da artık maddeli bir varlık olarak tezahür edemez.
İnsanlar ölümle dünyadan , maddeden , bedenden ayrılırlar. Bunlardan ayrılana ise artık insan denemez. O artık aslına geri dönen bir ruhtur. O artık madde dünyasının maddeye dayalı imkanları ile izah edilemez. O artık dünya hatta madde kainatı dışında tekamül eden bir varlıktır. Fakat o , icap ederse tekrar dünyaya inebilir. Dünyaya inebileceği gibi , gerekiyorsa , gerekiyorsa , dünyadan başka tekamül yerlerine de gidebilir.
Ölüm , ruhu maddeden ayıran , baskıdan uzaklaştıran , hadiselerin daha berrak yaşanmasını sağlayan , kısaca ; uyandıran bir hadisedir.
Her tekamül yerinde ölüm , o tekamül yerinin esaslarına , şartlarına uygun olarak cereyan eder. Hücre ölür , beden yaşar. Asker  ölür , ordu savaşa devam eder. Hücrenin ölümü de , ordunun harp edişi de tekamülle ilgilidir.
Öldüren ölene kötülük yapmış olamaz. Bilinçle öldürenlerin ise öldürdüklerine yapmak istedikleri kötülük kat kat omuzlarına yüklenir. Ölen hayata devam eder , ölsüren ise ıstıraplar içersinde ölüme hasret çekse dahi ölemez. Hakikatte ne ölen , ne de öldüren vardır. Çünkü hayatı hiçbir varlık geriye alamaz! Askerin ölmesi , ordunun yaşaması sadece bir görüntüdür. Ölen yoktur , yaşayan ise Tanrının var ettikleridir. Tanrının var ettiklerini ise ayrı ayrı düşünebilmek mümkündür . fakat onlar , “ tek varlık” olarak da düşünülebilirler.
Tek varlık yaşadıkça , ona bağlı olan fakat ayrı ayrı düşünülebilenler de yaşarlar. Bu hayat her şeyi var edenin arzularına uygun olarak devam eder. Her şeyi var edenden başşka hiçbir varlık  hiçbir şeyi yok edemez. Değişiklikler ise yok olmaktan ileri gelmez. Var edenden başka ; var edilenler asla bir varlığı yok edemezler!..
 
 
                                               991
                                   HER  ZERRENİN  TEKAMÜLÜ
 
Şu ana kadar bildirdiklerimizle varlıkları ayrı ayrı tetkik imkanlarını verdik. Bu arada da Tanrının halk ettiklerini ; tekamüle sevk olunanlar  ,  manevi robot değerler ve idareci melekler diye üçe ayırarak anlattık. Bu ilerde yapılacak sentezin analizi idi.
Bir insan tıpkı üzerinde yaşadığınız dünyaya veya dünyanın bulunduğu kainata benzer. En ufağından en büyüğüne kadar her şey , her şey tekamül etmek imkanlarına sahiptir. Her zerre şuurlanabilir , her zerreye bu hak tanınmıştır. Her zerre şuurlandıkça tesir alanını genişletebilir ve bu zerreler tekamüle sevk olunanlarla , tekamüle yardımcı değerlerin hassalarına sahiptirler. Ve bunlar varlıklarına kadar nüfuz etmiş olan tekamül vazifelilerinden faydalanırlar.
Bu vazifeliler sistemler halinde tezahür ederler. Onlar Tanrının her taraftaki temsilcileridir. Tanrının şuur bile denilmesine imkan olmayan yüksek imkanlarını tezahür ettiren vazifelileridir.
Her zerre tekamül ettikçe diğer zerreleri tesirleri altına alır. İnsan milyarlarca tekamül eden zerreden meydana gelmiştir. Ve bir insanın şuuru ise , bütün bu varlığı tesiri altında bulunduran varlıktır ki buna ruh denilmektedir. Keza dünya da her zerresi tekamül eden bir varlıktır. Onu da idare eden , yüksek bir ruhtur. Kısaca , her varlık daha üstün bir varlığın tesiri altındadır. Ve her varlık kendi liyakat ve değerine göre diğer varlıklar üzerinde tesirler icra eder.
Şu halde kainatlar da , maneviyat alemleri de dahil her şey aynıdır. Tıpkı bir bedenin , imkanlarınca serbest hareket edebilen organları gibidir.
 
                                               992.
                        “VAR  OLAN “ HER ŞEY  ; BİR  ŞEY!
 
Tanrı her şeyi “bir şey” olarak var etmiştir. O bir şeyde ise , birbirlerinden farklı değerlerde birçok şeyler mevcuttur.
Tanrının var ettiklerinin hepsini tıpkı birçok şeylerden meydana gelmiş olan bir beden gibi düşünebilirz. Zaten bu bedenin analizini yaparken onu üç esas kısma ayırarak düşünmüştük.
 
1.      Melekler ,
2.      Tekamüle sevk olunan varlıklar ,
3.      Tekamüle yardımcı değerler.
 
1.      Melekler  , tesirler halindedirler. Tesirlerini Tanrının istek ve emirlerine uygun olarak mevcut varlıklar ( veya varlık) üzerinde icra ederler. Onlar , gereken işi yapmak ve gereken şekle girmek için çeşitli yerlerde aynı anda bir çok ayrı ayrı varlıklar , yahut da aynı varlığın birçok örnekleri halinde tezahür edebilirler. Meleklerin tam anlamıyla tekamüldeki bir varlık haline gelebildiğini , aynı onlar gibi belirli bir süre yaşadığını ve yaşadığı sürece de melek olduğunu bilip hatırlamamak imkanlarına sahip olduklarını anlatmıştık.
2.      Tekamüle sevk olunan varlıkların ise , meleklerin yürütmekte oldukları vazifeleri , liyakatleri ve değerleri oranında devir alabileceklerinden bahsetmiştik.
3.      Tekamüle yardımcı robot değerlerin tekamüle yardımcı etkenler halinde tezahür ettiklerinden  ve her var olanın robot varlığının , bunların çeşitli şartlarda bir araya gelmelerinden hasıl olduğunu izah etmiştik.
Bu üç şey , bir an için bir arada tetkik edilirse :
Tanrının emirlerini harfi harfine otomatik olarak kendi varlığına tatbik eden ;
Kendi varlığını bu emirlere uygun olarak değiştirebilen ;
Aynı zamanda da otomatik olarak vukua gelen bütün hadiseleri zamanla idrak edebilmek imkanlarına sahip bulunan  ; bir varlık ortaya çıkar .
 
İşte bu varlık Tanrının “var ettiği “ varlıktır. Aynı zamanda da tekamül ettikçe Tanrının mevcudiyetini ve büyüklüğünü daha çok idrak edebilmek imkanlarına malik olan varlıktır.
Şayet bu varlık var olmasaydı , tanrıyı liyakati oranında da olsa idrak edebilecek bir varlık mevcut olmayacaktı.  Bu varlık , hudutları sonsuzluklarla dahi izah olunamıyacak kendi mevcudiyeti içersinde  tekamül eder. Tekamül ettikçe de şuurlanır. Bu varlık , Tanrının Mutlak Nizamına göre idare edilen ve idare edilecek olan varlıktır.
Tanrı , bu varlığın en ücra köşelerine , maddi manevi her tarafına tesirlerini yaymıştır. Bu tesirleri her köşeye ulaştıran , tekamüle yardımcı robot değerlerdir. Bu tesirlere gereken vazifeleri ise melekler yapar. Bütün bunların yapılmasının sebebi ise  varlığın şuurlanması ve şuurlu bir varlık olarak var olmasıdır. Varlık şuurlandıkça , otomatik olarak cereyan eden hadiseler anlaşılır ve idrak olunurlar.
Bir bedene benzetilebilecek bu muazzam varlıkta insanlar hücrelere benzerler. Tekamül ettikçe tesir alanlarını genişleten ve daima bu varlık içersinde genişlemek imkanlarına malik bulunan hücrelere..
 
                                               *
 
Analiz metoduna göre izah edilen bu üç şey bir arada düşünüldüğünde , var olan her şey izah edilmiş olur.
Var olan her şey, ve yine o var olana dahil olan ve yine ondan olan ortamlarda , o ortamların imkanlarına uygun olarak izah olunabilirler. Hakikatte en geniş anlamda , ortam da odur , izah edilmek istenen de ( Tanrının her şeyi var eden varlığı hariç) odur, izah eden de odur.
Fakat bir insanın şuuru bu üç şeyi aynı şey olarak kabul etmek imkanlarına yeterince erişecek durumda değildir. Bu üç şeyin bir arada düşünülmesinden sonra , bir  olan , tekrar analize tabi tutulursa şu sonuç elde edilir :
1.            Bulunulan ortama uygun  bir varlığı vardır. Bu ortamın şartlarına göre tezahür eder ve muhitin imkanlarına göre izah olunabilir. Bu varlığın var oluşunu belirten , robot manevi değerlerdir.
2.            Bu varlığın var oluşunu temin eden ve robot manevi değerleri Tanrının emirlerine uygun bir halde şekillendiren  , melekler denilen yüksek organizatörlerdir. Bunlara Tanrının idareci ruhları da denilebilir. Var olana gerekli olan yardımlar bu yoldan yapılır.
3.            Var olan , var olmuştur fakat onun , var olduğunu idrak etmesi gerekir. İşte buna , var olanın şuurlanması denildiği gibi var olanın şuurlanma hassasına da “ruh” veya “ tekamüle sevk olunan değer” denir.
 
 
 
 
 
Bu üç şey ; var olan en büyük değerli varlıklardan , en küçük en değersiz varlıklara kadar her varlığın malik olduğu bir teşkilattır. En ufak ve önemsiz bir varlık bile bu üç hassayı ihtiva eder :
 
1.Her var olan tekamül etmek imkanlarına maliktir.
2.Her var olan mevcudiyetini belli edebilecek imkanlara maliktir.
3.Her var olan Tanrının yardımlarına mazhardır.
 
Var olduğunu idrak eden varlık , artık varlığını zamanla daima daha fazla idrak edebilecek yolda şuurla ilerlemeye başlayan bir varlıktır. Bu varlık bilgisini arttırdıkça tesir alanını da arttırır ve diğer var olan daha geri varlıkları tesir alanına dahil eder. Bu onun ilk zamanlarda otomatik olarak , sonraları da şuurla yapabilmesine imkan olan bir şeydir.
Şu halde , tekamül eden varlıklar , tesir alanındaki diğer varlıklar üzerinde tesirler icra ederler. Her varlık , daha üstün değerdeki varlıkların tesir alanları içersindedir. Bu konu , daha önce “ hiçlikler” kısmında mecazi olarak izah edilmişti.
 Bir insan kendi robot varlığını , diğer var olanlarla karışmış hissedebildiği oranda tesir alanını genişletir. Fakat bu his şuurlu bir histir. Bu sebeple kişinin niçin onlardan olduğunu bilmesi ve inanması lazımdır. İleri varlıklar bu sebeple bazen maddi yapılarını bir taş , bir kütük parçası gibi diğer var olanların arasındaki bir cisim halinde hissederler. Bu , doğru ve ancak tekamül yolunda ilerlemiş olanların hissedebilecekleri bir şeydir. Bu kişiler maddi varlıklarının civardaki daha hafif maddeler mesela hava gibi incelmesini arzu ederler. Bu da normaldir. Çünkü insanlar şuurlandıkça kendi varlıklarını diğer varlıklarla birlikte aynı hissedebilmek imkanlarına malik olurlar ve bu his tesir alanlarını arttıran bir histir.
 
                                              
                                               993.
                                   VARLIK  NİZAMI
 
Bir beden düşününüz. Bu bir insan bedeni olsun. Bir de bu bedendeki ufacık tekamül etmekte olan bir varlığı düşününüz. Bu varlıkla insan arasındaki tek mühim fark , insanın bu varlığa göre çok daha geniş bir tesir alanına sahip oluşudur. Diğer farklara ise basit ayrıntılar denilebilir.
Şimdi , bir insanın bedenindeki tekamül etmekte olan  ve bütün ömrü bir saat olan bir varlığı ele alalım. Bu varlık bir saat içersinde doğar , yaşar , otomatik olarak tekamülü ile ilgili hadiselerle karşılaşır ve ölür. Fakat onun doğduğu , yaşadığı ortam ona ebediyen duracakmış gibi gelen , onun dünyası olan insan bedenidir. Bu ufacık varlık insan bedeninde neyse , insan da dünyada odur. Dünyanında kainattaki yeri bu sayılanlardan daha önemsizdir.
İnsan bedenindeki ufacık canlı için bir saatlik bir ömür, onun elde etmesi gereken değerleri kazanmasına yeterlidir. Bir insan ise dünya ile ilgili programına uygun bir süre dünyada kalır. İnsanların da üzerinde yaşadıkları dünyanın bir programı vardır. Çünkü onu tesirleri altında bulunduran varlık da  bir plana göre değerlenmektedir. Keza kainat , kainatlar da aynen aynen bu şekilde bir plana tabi olarak tekamül etmekte olan varlıkların maddi veya robot denilerek izah olunabilen varlıklarıdır. Bu sebeple de onların da tamamlayacakları bir program mevcuttur. Bu hal böylece sonsuz değerlere ve sonsuz değerlerin planlı tekamüllerine doğru yükselir.
 
 
 
Madde kainatındaki varlıkları ele alalım. Bu varlıklardan birbirinden ayrı düşünülebilenlerden her biri , Tanrının ilk var ettiği üç esas unsuru ihtiva eder. Dünya , insanlar , hayvanlar , bitkiler, canlı  ve cansızlar  teker teker düşünülebilen belli başlı varlıklardır. Fakat yanlız başlarına düşünülebilenler sadece bunlar değil , bunların ayrı düşünülebilen parçalarını da meydana getiren varlıklardır.
Mesela bir atom, bir elektron, bir esir , bir ser zerresi de teker teker düşünülebilen varlıklardır. Böyle oldukları için de Tanrının ilk var ettiği üç esas ana elemanı ihtiva ederler. Kısaca , Tanrının var ettiği istisnasız her zerre, tekamül edebilme imkanlarına sahiptir. Böyle olduğu için de ilk var olan üç elemanı ihtiva eder.
 Dünyayı ele alalım. Dünya ve dünyadaki canlı cansız her şey  ve her şeyin her zerresi , tekamül etmek imkanlarına sahiptir. Dünyada tekamül eden varlıkların en gerisi cansızlardır. Canlılar ise tekamüldeki aşamalarına göre çeşitli basamaklara ayrılırlar ; bitkiler , hayvanlar , insanlar gibi. Her basamak da kendi aralarında basamaklara ayrılır.
Bitkiler cansızlardan , hayvanlar bitkilerden, insanlar da hayvanlardan daha geniş tesir alanlarına sahiptirler. Dünyadaki en tekamül etmiş varlıklar halinde tezahür eden insanlar için imkanlar dünya ile sınırlıdır. Onlar dünya ve dünyanın imkan seviyelerini aşan sınırlara ulaşamazlar.
Keza dünya , insanlara göre çok üstün bir varlığın bedenidir. Yani , bu üstün varlığın tesirlerinin en kesifleştiği yerdir. Dünya denilen varlığın imkan sınırları da , tabi olduğu , güneş denilen varlığın sınırlarını aşamaz. Güneş ise, dünya ve diğer gezegenleri tesirleri altında bulunduran varlığın tesirlerinin en kesif olduğu yerdir.
Böylece aynı şekilde ,güneş galaksilere , galaksilerse daha üstün varlıklara tabidirler.
 
                                               *
 
Bütün bu anlatılanlardan sonra şu sonuçlara geçilebilir:
1.   Var olan her zerre, var olan en büyük varlıkların ihtiva ettiği üç ana elemana maliktir.
2.   Her varlık , kendisine bağlı olan varlıkları tesiri altında bulundurur.
3.   Her varlık daha üstün bir varlığın tesir alanındadır.
4.   Tanrının ilk var ettikleri , ayrı ayrı düşünülebilirler fakat hakikatta her varlık bu üç hassayı ihtiva eder. Bu sebeple , Tanrının ilk var ettikleri varlık değil , bir varlığın meydana gelmesi için lüzumlu olan değerlerdir.
5.   Tanrı , varlık denilmesi  dahi doğru olmayan ana elemanları  var edendir. O, var ettiklerinin dahi idrak edilmesine imkan olmayan büyüklüktür.
6.   Var olan her şey , tekamül etme , tekamüle yardımda bulunma ve bütün bunları Tanrının emirlerine uygun olarak yerine getirme imkanlarına maliktir. Buna ,” her varlık, tekamüle sevk olunan değerlerin , tekamüle yardımcı değerlerle , Tanrının emirlerini harfi harfine uygulayan melekler vasıtasıyla bir araya getirilmesinden meydana gelmiştir” de denilebilir.
7.   Bütün varlıklar , Tanrının yoktan var ettiği üç ana elemanın birleşmesinden hasıl olan en basit varlıkların , Mutlak Nizama uygun olarak yan yana gelip kaynaşmalarından meydana gelmişlerdir.
8.   Her kainatın ana elemanın değişik oluşu , en basit varlıkların bir araya gelişlerindeki farklardan ve bu birleşmelerde tekamüle yardımcı değerlerin , meleklerin tesirleri ile değişik hallerde tezahür etmelerinden hasıl olur(1).
(1. yani , tekamüle yardımcı varlıkların şekil, yoğunluğu ve her türlü özellikleri meleklerin öngördüğü lüzumlu şekilde tasarlanmış ve oluşmuştur).
 
1.      Ayrı ayrı düşünülen bu varlıklar , hakikatte tek varlığın bir arada düşünülmesi gereken değeridir.
2.      Bir varlık değerler ihtiva eden bir değerdir.
3.      Her varlık değerler ihtiva eder ve ihtiva ettiği bütün değerlerle birlikte bir değer halinde tezahür eder.
4.      Bir değer halinde tezahür eden varlık ise , hakikatte tesir alanında bulunduğu varlığın değerinin bir cüzüdür.
5.      Kendisinden daha üstün bir tesir altında bulunmayan varlık yoktur.
6.       Bütün varlıklar ve tesir alanları bir arada tezahür ederler. O zaman , bu varlıkları, bir birlerine kaynaşmış şuurları ile ayırdetmeye imkan yoktur.
7.      Sevgi ile tesirleri birbirine karılan varlıklar , dünyada tanınmasına imkan olmayan bir şuurlu aşkla birbirlerinin varlıklarında erimiş varlıklardır.
8.       Birbirlerinin varlıklarında hal hamur (1) olmuş varlıklar, birlikte ve birlikte oldukları oranda da geniş bir tesir alanına maliktirler. (1. hal hamur olmak : içinde bulunduğu ortam ve şartlarda eriyip uyum sağlamış olmak).
9.      Birbirleri içersinde hal hamur olan yüksek varlıklar , maddi ve robot tezahürleri olan varlıkları tesir alanlarında bulundururlar. Onlarda bütün robotlara tesir eden bir manevi seyyaliyet (2) hassası vardır (2. seyyaliyet: kesif olmamak , ince , akıcı , hafif , nüzfuz edici olmak). Bu hassa onları tesir alanları içersinde her an , her yerde mevcut kılar. Onlar tesir alanları içersindeki robotlu kainatların esas ana elemanlerını kolaylıkla isteklerine uygun olarak kullanabilirler. Fakat onların istekleri Tanrının isteklerine uygundur.
 
 
 
 
                                                         994.
                       TANRININ  EMİRLERİ  OLAN ; MELEKLER
 
Tanrının melekleri , Tanrının emirleri olarak doğrudan doğruya tezahür ederler. Manevi robot değerlerle , tekamüle sevk olunan değerlerden meydana gelen varlıkları , Tanrının emirlerine göre otomatik olarak kullanırlar.
                      
                                                           995.
                                               TESİR  ALANI
 
Bir ulaşım aracı mesela bir motosiklet düşününüz. Bu araçta bir idare eden , bir da arkasında oturanın yol aldıklarını tasavvur edin. Arkada oturan , aracı idare edene tabidir. Onun dikkatli olması , hedeflerine ulaşmaları için lüzumludur. Küçük bir dikkatsizlik, feci bir kazaya sebep olabilir. Yani , yol almakta devam ettikleri sürece , aracı idare eden, bazı hususlarda arkada oturanın kaderinde rol oynar.
Başka bir deyişle ; aracı idare eden , arkasında oturanı belli bir zaman için bazı hususlarda tesir alanı içinde bulunduruyor denilebilir. Fakat bu tesir alanını , varlıkların asıl tesir alanları ile karıştırmamak gerekir. Çünkü bu geçici bir tesir alanıdır. Plan icabı, bu gibi geçici tesirler sadece  “geçici tesir alanları” halinde tezahür ederler. Hatta bir varlık tesiri altında bulundurduğu bir varlığın tesir alanına geçici olarak girebilir. Bu gibi haller Mutlak Nizama uygun bazı tezahürlerdir.
 
                                                           996.
                       TEKAMÜLDEKİ  ÜÇ  DEĞER
 
Analiz metoduna göre verilen bilgilerde ; Tanrının izahı imkansız yokluktan ; 1. yüksek organizatörleri( melekleri), 2. tekamüle sevk olunan varlıkları , 3. manevi robot değerleri , var ettiğini bildirmiştik.
Yine analiz metoduna göre vardiğimiz bilgilerde , meleklerin Tanrının emir ve arzularını harfi harfine tatbik ettiklerini, bu arada da tekamüle yardımcı robot değerler ve tekamüle sevk olunan varlıklar üzerinde tesirler icra ettiklerinden  , bu tesir sonucu Mutlak bir Nizamın hasıl olduğundan bahsetmiş ve tekamüle sevk olunan varlıklarla , tekamüle yardımcı robot değerler arasındaki münasebetlerden bu tesirlerin roller oynadıklarından bahsetmiştik.
Analiz metodu ile yapılan bu izahlar , benimsetici usule uygun olarak yapılan izahlardı. Yine benimsetici metoda göre , izahlarımıza sentez-analiz-sentez usullerine göre devam ediyoruz.
Halen bildirmekte olduğumuz bilgiler , dünya realitesinin çok üzerinde olan ; aynı zamanda da dünya reailitesini çok yükseklere çekecek olan bilgilerdir. Bu sebeple ,  onların sadece bir yönden yapılan izahları , öğrenilmesi gereken hakikatlerin öğrenilmesine yeterli gelmemektedir.
Dünya realitesinin çok üzerindeki bilgilerin anlaşılabilmesini sağlamak gayesi ile takip ettiğimiz yol ; bir şeyi birçok yönlerden izah etme yoludur. Bu yolda yürüyebilmek için de faydalanılan usuller ; analiz, analiz-sentez , sentez-analiz-sentez yollarıdır.
 Bilgileri tetkik edenler, öğretilmek istenen herhangi bir şeyi , dairenin ortasındaki bir noktaya benzetebilirler. Dairenin çevresinden bu noktaya çeşitli yollardan ulaşılabilir. Her yol ise başka bir yönden o noktaya ulaşmaktadır. Gaye , hakikatin çeşitli yollardan izahını yapmak , sonra da bu izahların sentezini yaparak ; bütün bu yollardan öğrenilenlerden , bahsi geçen noktanın son izahında faydalanmaktır (1). ( 1. okuyucuda benimsetici metot ile oluşan bilgi –idrak-seziş ve duyuşlarla , asıl anlatılmak istenen hissettirilip yaşatılmaktadır. Çünkü bir basit tarifin hacmine ve kudretine sığamayacak yükseklikte realitelerdir).  
Ana bilgilerin takip edildiği yol budur. Bir de çeşitli vazifeli kaynaklardan verilen     “ ana bilgileri takviye edici bilgiler” vardır. Bu bilgiler , ana bilgilerin daha iyi anlaşılabilmesi için kullanılırsa faydalı olurlar. Fakat onları hiçbir zaman ana bilgilerle karıştırmamak vazifenin devamı için lüzumludur.
 
                                               *
 
 
   Yukarıda bilgiler hakkında anlattıklarımızdan sonra konuya kaldığımız yerden devam edelim :
 
Tanrının ilk halk ettiği üç şeyi, bir şey olarak düşünmüştük. Buna üç ayrı özelliği olan “ bir şey”, “bir varlık” da denilebilir. Mutlak Nizamın “ esas” kanununa göre ; Tanrının var ettirdiği , varlık özelliği taşıyan her şey , üç ana elemanı ihtiva eder.
Şu halde her varlıkta :
1.Tekamül edebilmek özelliği,
2.Tekamüle yardım etmek özelliği ,
3.Daimi surette , tanrının meleklerinin yardımlarını alma özelliği mevcuttur.
 
Şimdi bunun nasıl olduğunu izah edelim..
 
Tekamüle yardımcı bir değer düşününüz. Bu , Tanrının ilk halk ettiği esas ana elemanlardan biridir. Tekamüle yardımcı bir değer, adından da anlaşılacağı gibi , yanlız başına bir anlam taşımaz. Onun tekamüle yardımcı bir değer olarak tezahür edebilmesi için , bir tekamülün veya tekamül eden değerin mevcut olması gerekir.
Tekamüle sevk olunan değerler’e gelince ; bunlar , tekamül edebilmek imkanlarına malik olamayınca , “ tekamül edebilen değerler” olarak tezahür edemezler. Şu halde onların tekamül imkanlarına sahip olmaları gerekir. Bu sebeple onlar , tekamüle yardımcı değerlerden faydalanabilme imkanlarına maliktirler. Fakat tekamüle sevk olunan değerler ile tekamüle yardımcı değerlerin mevcut olmaları da , tekamül imkanını sağlamaya yeterli değildir. Tekamül olma yolunun veya nizamının olması da şarttır. İşte Tanrı bu nizamı melekleri vasıtası ile , halk ettiği diğer iki değer üzerinde tatbik ettirir.
İlk halk edilen üç ana elemanın  birbirleri ile olan münasebetlerini , madde izahına yarayan imkanlardan ; mesela zaman , mekan , sayı gibi kavramlardan faydalanarak anlatmaya imkan yoktur. Yukarıda Mutlak Nizamın esas kanunlarından birini yazdırırken , her varlığın bu üç ana elemanı ihtiva ettiğinden bahsettik. Bunu şöyle de izah edebiliriz ;
 
  1. Tekamüle yardımcı her değer ; ister değer , ister kaba , kesif , robot halinde olsun , tekamüle sevk olunan bir değerin tesiri altındadır. Veya onu , melekler vasıtasıyla iletilen robot yardımlarla , tesiri altında tutar.
2.  Var olan her şeye , her zerreye Tanrının emir ve iradesini ulaştıran , ilk halk edilen meleklerdir ki ,tesirler halinde bütün Mutlak Nizama yayılmışlardır.
3.  Tekamüle sevk olunan değerler, tesirler halindedirler ve tekamül ettikçe bu tesir alanlarını genişletirler. Her tesir alanında ise mutlaka tekamüle yardımcı değerler mevcuttur.
 
Şu halde , en  basit  robot varlıklar mesela ser zerreleri dahi , herhangi bir ( veya birkaç) tekamüle sevk olunan değerin tesir alanı  içersindedir. Tekamüle sevk olunan değerlerin ise tesir alanları müşterek veya değişik olabilir. Mesela , dünyada iken bedenini kuvvetle tesir altında bulunduran , tekamüle sevk olunmuş varlık , dünyadan uzaklaşınca o bedeni artık tesir alanında bulundurmaz ve o beden otomatik olarak başka tekamül etmekte olan varlıkların tesir alanı veya alanları haline gelir.
Tekamüle sevk olunan varlıklar ayrı ayrı düşünüldükleri gibi , bir arada ve çok geniş tesir alanları halinde de düşünülebilirler. Fakat bu hali mevcut dünya imkanlarına göre tasavvur etmek , imkansız denilebilecek kadar zordur.
Tekamüle sevk olunan varlıklar “ bir varlık” halinde düşünülebilir fakat bu varlıkta , tesir alanları halinde tezahür eden varlıklar ancak varlıklarının  tesir alanları kadar kendilerini idrak ederler. Bu tesir alanlarını ise madde izahına yarayan imkanlarla izah edemiyeceğimizi önceden belirtmiştik. 
Böylece herhangi bir şeyin mesela tekamüle sevk olunan bir değerin ( tesirin) varlık halinde   tezahür edebilmesi için , tesirini icra edebileceği bir ortama  ve tesirini icra edebileceği bie yardıma ihtiyacı vardır. Şu halde bir varlıkta üç ana elemanın bulunması şarttır.
 
Daha ilerde bu üç ana elemanı da bir şey olarak düşünmenin mümkün olacağını göreceksiniz. Tanrının tekamüle sevk ettiği değerler , şuurlanmak imkanına malik değerlerdir. Bunlar bir süre otomatik olarak tesir alanlarını ( şuurlanmaya zemin hazırlanması maksadı ile) genişletirler ve en nihayet , var olduklarını idrak ederler !.. Bu ilk şuur anıdır.
 
 
Şu halde “ şuur , ruhun genel bilgisidir” tarzında tarif edilir. Şuuru daha kısa olarak “ ruh , şuurdur “ diyerek tarif edebiliriz.
 
                                               997.
                       BİR  TEK  VARLIK  VE  ÜÇ  HASSA
 
Mevcut olan her şeye, kısaca , Tanrının halk ettikleri ve var ettirdiklerinin hepsine bir şey gözü ile bakılabilir. Bu bir tek şeyi , çeşitli varlık , madde , robot ve cisimler halinde gösteren ; tek varlığın esas ana elemanının çeşitli şekillerde tezahür edişidir.
Varlıkların cisim halinde tezahür edebilmeleri ; bu varlıkların maddi görünümlerini sağlayan robot manevi değerlerin , sık veya seyrek olarak birbirleri ile yanyana sistemler teşkil etmelerinin bir sonucudur. Bu hale , tek olan varlığın, çeşitli şekillerde ve başka başka varlıklar halinde tezahür edebilmesi de denir.
Tek varlık’tan hasıl olan bütün varlıklar gruplar halinde Mutlak Nizama uygun olarak birleşmelerden meydana gelirler ve esasta tek olan ana varlığın karakterini taşırlar. Bütün cisimler , robotlar , varlıklar, özetle her şey ; ana varlığın karakterinin , değişik ve birbirinden farklı tezahürüdür.
Mesela , bir atomda veya bir insan vücudunda , ana varlığın esas karakterleri vardır. Fakat bu esas ana karakter atomda olduğu gibi, insanda da aynı şekilde tezahür etmez. Her bakımdan atom  bir varlık , insan vücudu da birçok hususlarda atomdam ayrı düşünülebilen diğer bir varlıktır.
İki varlık arasındaki bu farkı meydana getiren , değişik elemanların meydana getirdikleri bir fark değil , bilakis esas ana elemanın , çeşitli şekillerde birbirlerinden farklı olarak birleşmelerinden hasıl olan bir farktır.
Atom elektronlardan , elektronler esir zerrelerinden , esir zerreleri de ser’den hasıl olmuştur. Ser’i meydana getiren ise , Tanrının ilk halk ettiklerinden olan manevi değerlerdir.
İnsan vücudu atomların biraraya gelmesinden hasıl olmuştur ki buna ; her varlığın esası , Tanrının ilk var ettiği üç özellikli ana varlıktır denilebilir.
 
1.                          Bu varlık, Tanrının emirlerini otomatik olarak , harfi harfine tatbik edebilecek meleklik hassasını haizdir.
2.                          Bu varlık, varlık halinde tezahür edebilmek imkanlarına maliktir( robot manevi değerlik hassası).
3.                          Bu varlık , tekamül etmek imkanlarına sahiptir ( tekamüle sevk edilmişlik hassası).
 
I.                    Bu üç hassa (1) , analiz metodundan faydalanılarak ayrı ayrı tetkik edilebilir (1: hassa: özellik ).
II.                 Bu üç hassa , analizden sonra sentez metodundan faydalanılarak bir arada tetkik edilebilir.
III.               Bu üç hassayı sentezden sonra analize tabi tutarak daha iyi anlamak ve tetkik etmek mümkündür.
IV.              Analiz ve sentez , şuurla  birbirlerini takip ettikleri taktirde , sizi gerçeklerin derinliklerine nüfuz ettirir.
 
Ayrı ayrı düşünülünce ayrı varlıklar , bir arada düşünülünce de tek varlık halinde tezahür eden varlığa , çeşitli şekillerde tezahür edebilmek imkanlarını bahşeden ; Tanrının ilk olarak halk ettiği üç ana unsurdur.
 
Yukarda anlatılanlardan anlaşılacağı gibi :
a.      Her varlık , Tanrının ilk halk ettiklerinin imkan ve özelliklerini haizdir.
b.      Tanrının varlıkları ,  Tanrının ilk halk ettiklerinden hasıl olmuşlardır. Fakat ilk halk edilenler , tek başlarına varlık halinde tezahür edemezler. Onların varlık halinde düşünülebilmesi “üçünü bir arada “ tetkik etmekle , tetkik edilene de “varlık” demekle mümkündür.
 
Şu halde , bütün varlıkları ihtiva eden VARLIK ile , bu varlığın cüzleri olarak tezahür eden VARLIKLAR arasındaki  ortak olan şey ; “hepsinin , Tanrının ilk halk ettiği üç ana elemandan VAR oluşlarıdır. Üç ana eleman , büyük küçük bütün varlıklarda mevcuttur”. Bu sebeple de her varlık , her zerre :
 
  1. Tanrının emirlerini otomatik olarak tatbik edebilmek imkanına ,
  2. Robot manevi değerlik hassasına ,
  3. Tekamül etmek imkanlarına sahiptir.
 
Her varlık ise , Tanrının otomatik emir ve yardımlarından ( Nizamından ve bu Nizamın tatbikinden , tatbikçilerinden ) ve robot manevi değerlerden faydalanarak tekamül eder.
Görülüyor ki , 1 olan 3 hassaya sahip olarak 1 olmak imkanına maliktir. Aynı 1’i ise analiz metodundan faydalanarak , 3 hassayı içeren 1 olarak tetkik etmek mümkündür.
 
ÜÇ ANA ELEMENIN GEREKLİLİĞİ :
 
Şimdi bir an için üç değil de iki hassaya sahip bir varlık düşünmeye çalışın. Bu varlık , mesela Tanrının otomatik ( melek) yardımlarına maruz ve robot değerlik hassasına sahip bulunsun.
Böyle bir varlık tekamül ederek şuurlanamıyacağı ve kendi varlığı da dahil hiçbir varlığı idrak edemiyeceği için , sadece Tanrı için mevcut olan bir varlık olur. Tanrı için mevcut olan şeyler ise , sadece onun bilebileceği fakat başka varlıklar tarafından bilinmesine imkan olmayan şeylerdir. Özetle , böyle bir varlık sadece Tanrı için var olabilen bir varlıktır.
Tanrının yardımlarının ve tekamüle sevk olunan değerlerin mevcut olduğunu , fakat tekamüle yardımcı robot değerlerin mevcut olmadıklarını düşünün.
Böyle bir varlık , yardımlarla şuurlansa dahi varlık halinde tezahür edemez. Mutlak Nizama göre ; tekamül edebilen değerler ancak varlık halinde tezahür ederek ve varlık halinde oluşlarından faydalanılarak , var olduklarını idrak ederek şuurlanırlar. Onların şuurlanabilmeleri için var olduklarını idrak etmeleri gerekir.  Var olduklarını ise ancak , tekamüle yardımcı robot değerlik hassalarından faydalanarak idrak edebilirler.
Bir varlığın varlık olduğunu , tekamüle yardımcı robot değerlere lüzum kalmadan idrak edebilmesi , ancak “ robotlu tekamül “ safhalarını aşmakla mümkün olur. Bu ise , o varlığın aynı zamanda her şeyden olduğunu idrak etmesiyle , her şey olabilmek imkanlarına sahip olabilmesine şuurlu bir başlangıçtır. Yani Tanrı sadece tekamüldeki değerlerle tekamüle yardım eden melekleri var etseydi , kısaca , varlığını idrak edemiyen bir varlık olurdu!..
 
Görülüyor ki  , tekamülün olabilmesi , ayrı ayrı düşünülebilen üç elemanın da mevcut olması ile mümkündür.
 
 
                                               998.
                                   ÜÇ  ANA  ELEMAN
 
Ayrı ayrı düşünülebilen üç değerden her biri , tam anlamıyla diğerlerinden ayrı olarak da düşünülebilir. Mesela tekamüle yardımcı değerleri ele alalım.
Bu değerler üzerinde , tekamül etmekte olan değerlerin tesirleri ve , Tanrının yardımlarını tezahür ettiren meleklerin yardımları olmazsa , ne halde olursa olsunlar bir varlık halinde tezahür edemezler.
Onları canlı veya cansız varlıklar haline getiren diğer iki ana değerdir. Mesela bir insan bedenini düşününüz. Bu beden üç ana elemanın meydana getirdiği canlı bir varlıktır. Ölümden sonra ki hali ise , ilk bakışta onun tekamüldeki varlıkla artık hiçbir ilişkisi kalmadığını andırır. Fakat bu yanlıştır. O sadece , bir ruhun en kuvvetli tesir alanı olma halini kaybetmiştir. Fakat daima tekamül etmekte olan değerlerin tesiri altındadır. Dünyanın bir maddesidir ve dünya da tıpkı bir insan gibi tekamüle hizmet eden bir vücuttur.
Şu halde ölümü , tekamüldeki varlıkların ana tesirlerinden mahrum kalan , tekamüle yardımcı varlıktaki ana elemanlar dengesinin bozulmasıdır diye tarif edebiliriz.
Varlıklar , ana elemanların  Mutlak Nizama uygun olarak birleşmelerinden meydana gelmişlerdir. Ve varlıklar , aralarında birleşerek mevcut bütün varlıkları meydana getirirler.
Bütün birlaşme ve ayrılmalarda üç ana elemanın tesirleri rol oynamaktadır.
 
                                               999.
                       ALLAH  YARDIM  EDER , KORUR
 
Allah , tekamül yolunda liyakat göstermeye gayret edenlere yardım eder.
Herhangi bir hedefe vasıl olmak isteyenler , liyakat gösterdikleri taktirde Tanrının yardımlarına nail olurlar. Emek harcamadan da erişilen hedefler vardır. Emeksiz ve liyakat göstermeksizin istedikleri hedeflere ulaşanlar , büyük denenme arifesinde olanlardır. Evvelce verilen emeklerin karşılıkları da bazen hiç umulmadık bir anda karşınıza çıkabilir. Bu yüzden de emeksizce elde edilmiş gibi gözükebilirler.
Gayesiz ulaşılan hedef yoktur. Şuurla erişilmek istenen büyük hedeflere ise ancak liyakatle ulaşılır. Tanrı ise , şuurla tekamül gayesi ile hedeflerine ulaşmak isteyenleri, bu yolda gayret ve liyakat gösterenleri en yüksek yardımlarla korur , destekler , mükafatlandırır.
 
                                               1000.
                                              
                                               ALLAH
Tanrı , değer üstü bir varlıktır. O , varlıkları var ettiği ( “değer”de denilen) hassaların halikidir( 1: halik: halk eden , yaratan). O , her zerrede varlığını hisseder. Fakat zerreler , varlıklarında O’nun mevcudiyetinin katresini(2)bile hissedemezler. Çünkü O, idrak edilmesine imkan olmayan büyüklüktür (2. katre : damla).
 
                                               1001.
                                   BEDEN  , RUH  VE  BÜTÜN
 
Bir insanın tesir alanının bedenden ibaret olmadığından bahsetmiştik. Ve yine önceki bilgilerde ; bir inan ölür ölmez madde ile irtibatı çözülür, bunun sonucu olarak da artık dünya hayatına dönemez demiştik. Bu hali , bir insanın uykudan uyanınca uykusunda gödüğü rüyaya tekrar geri dönememesine benzetmiştik.
 
Kısaca ; ruhun maddeli veya robotlu ortamlardaki tesir alanı ,  tesirlerinin teksif edilmiş olduğu bedenle sınırlandırılamaz demiştik.. şimdi konuyu bira açalım :
 
1.         Ruhlar dünyadan ölüm hadisesi ile ayrıldıktan sonra bedenleri ile aralarındaki irtibatı tekrar kuramazlar. Bedenden ayrılan bir ruhun artık dünyada eskisi gibi maddi bir tezahürü olamaz. Fakat bir ruhun bedenden ayrılmış olması demek ,o ruhun dünyadaki tesir alanının kaybolmuş olması demek değildir. Gerçi o artık bir insan olarak dünyada mevcut değildir. Fakat onun dünyada , ölümden sonra da devam edecek olan bir tesir alanı mevcuttur.
 
  1. İnsanlar ölümlerinden sonra , artık dünyada insan olarak tezahür edemezler. Fakat bir insanınkine benzer hislerle dünya hayatına dahil olabilirler. Fakat bu dahil oluştan , dünyada yaşayanlar haberdar olamazlar. Fakat onlar tesir güçleri ve imkanları oranında dünya hayatından pay alabilirler. Mesela ; Bir ruh imkanları oranında dünya hayatına nüfuz edebilir. Hatta istediği ortamlarda , o ortamlarda yaşayanların haberleri olmadan  mevcut olabilir. Fakat maddeden ayrılmış bir ruhun düşünceleri ile , maddeye bağlı bulunan ruhların( insanların) düşünce ve şuurları arasında farklar vardır. Bu farklar madde ile bağları kopmuş ruhun lehine  tezahür eden farklardır. Bu sebeple dünyadaki nüfuz edebildiği alanlarda tesirler icra eden bir ruh, dünya realitesine ve dünyadayken  malik bulunduğu fikir ve düşüncelere uygun davranmayabilir.
  2. Tesir alanları geniş olan ruhlar , dünyadan ayrıldıktan sonra dünyadakilere yardımlar yapabilirler. Fakat bu yardımlar dünya  realitesine uygun olarak pek güzel şeyler halinde tezahür etmeyebilir. Yardım etmek imkanlarına malik yüksek bir ruh yardımlarını yaparken hiç şüphesiz ki en ön planda “tekamülü” dikkate alır. Aynı zamanda yardım yapan ruh da daha üstün varlıkların tesir alanlarındadır. Bu hususunda yapılan yardımlarda rolü vardır. Kısaca ; yapılan yardımlardan çoğu hoşa gitmeyen hadiseler halinde tezahür edebilir.
 
  1. Yüksek  vazifeli varlıklar ,  vazifeleri ve değerleri icabı bir süre bulundukları tekamül yerlerinden , tesir alanları bırakarak ayrılırlar. Bu tesir alanları, yüksek varlıklar ve kendileri tarafından uzun süre hatta dünya durdukça korunur. Ölüm , bir vazifelinin dünyadaki vazifesini sona erdirmiş olmaz. Asıl vazifelerini dünyadan ayrıldıktan sonra tatbik eden vazifeliler vardır. Vazifeli bir varlık için beden , vazife icabı bir süre giyilmiş  bir elbiseye benzer. Dünyadan ayrıldığı halde tesir alanı ve vazifleri devam edenlere örnek olarak Muhammed’i gösterebliriz.
 
  1. Bir de tekamülle  ilgili kollarda vazifeli olanlar vardır. Bunlar da ölümlerinden sonra yaşayan ; san’atkar , bilim adamı , kaşif ve mucitlerdir.
 
  1. Bir vazifeli dünyadan göçtükten sonra , vazifesine , vazifesinin icab ettirdiği imkanlara sahip olarak devam eder.
 
  1. Bir vazifeli , şayet vazifesi icab ettiriyorsa , ayrılmış olduğu yere gerektiği şekilde tekrar dönebilir ve bu tekrarlar da tekrarlanabilir.
 
  1. Bir vazifeli vazifesine bedensiz haliyle de tıpkı bedenindeyken olduğu gibi , hatta daha büyük imkanlar içersinde devam edebilir.
 
  1. Dünyadan ayrılmış olan bir vazifelinin mevcudiyetini , dünyada yaşayanlar hissedebilirler. Her varlık dünyadan ayrılırken kısa veya uzun zaman devam edecek bir tesir alanı bırakır. Ancak , vazifeliler en geniş tesir alanlarını bırakanlardır.
 
  1. Varlıkların bulunduğu robotlu ortamlarda , arkalarında bıraktıkları tesir alanları ile , maneviyat alemlerindeki tesir alanları arasında farklar vardır. Robotlu ortamlarda arkalarında bıraktıkları tesir alanları , robot ile ilgilidir ve o robotu izah için kullanılan faktörlerden faydalanarak izah olunabilen ( veya izah olunmaya çalışan ) tesir alanlarıdır. Mesela, bir süre yaşadıktan sonra dünyadan ayrılan bir ruh , arkasında maddi izah olunabilen bir tesir alanı bırakır.  
 
Maneviyat alemlerindeki varlıkların tesir alanları  , robot veya maddeyi izaha yarayan faktörlerle izah edilemez. Bu sebeple de tesir alanı denildiğinde akla gelen şeyi mekan kavramından faydalanarak izah etmeye imkan yoktur. Çünkü dünyada tanınan ve mekan kavramı ile izah olunabilen şeyler madde ile ilgili , madde ile bağlı , kısaca ; maddeli varlıklardır.
 
  1. Maneviyat alemlerindeki tesir alanları birçok hallerde maddeli , robotlu bölgelere de nüfuz edebilen  ve oralarda kullanılan ölçülerle oranın şartlarına uygun  olarak  izah edilebilen tesir alanlarıdır. Mesela maneviyat alemindeki bir varlık dünya üzerinde tesirler icra eder. Bu tesirlerin I. Maneviyat alemlerine göre izahı , II. Tesir ettiği robotlu ortama göre izahı vardır. Bu iki izah arasında da çok büyük farklar mevcuttur.
Maneviyat alemlerindeki tesirler, tesirlerin derecesine ve tesir merkezine göre çeşitli tarzlarda izah olunabilirler. Robotlu ortamlarda ise bu tesirleri her varlık kendi liyakatine göre izah eder. Hakikatte, ayrı ayrı düşünülebilen bütün tesirlerin tek bir tesir halinde de izahı mümkündür.
 
Mesela , bir vazifeli , şuurla hareket edebilen bir kolun bir parmağına benzetilebilir. Şuur ise beyinden bedene , bedenden kola, koldan da parmağa ulaşmaktadır. Bir parmağın şuurla hareket edebilmesi , onun bir şuur merkezi olmasından ileri gelmez. Kolun da bağımsız bir şuuru yoktur. Hatta beyine bile şuur ruhtan aktarılmaktadır.
Ruh ise ( analiz metoduna göre) bağımsız düşünülebilen bir şuur merkezidir. Fakat hakikatte ruh da tıpkı parmağın kola bağlı oluşu gibi , daha üstün şuur merkezlerine bağlı bir merkezdir.
İşte ruh tıpkı termometrenin içersindeki cıva gibi , daha üstün şuur merkezlerine doğru bilgisini arttırarak yükselir, tekamül eder. Ayrı varlık olarak düşünülebilen ruh , sentez yolu ile , diğer varlık ve değerlerle bir arada düşünülebilir. Bu sebeple , ruhu bedendeki , şuurla hareket eden parmağa benzetebiliriz. Bu yüzden de onu bağlı bulunduğu daha yüksek varlıklardan tamamen ayrı olarak düşünebilmek doğru olmaz.
 
                                                    1002.
                                               TOPLUMLAR
 
 Bir toplumda fertlerin tutumları toplumdan ayrı tutulamaz. Toplumdaki fertlerin tutumlarının bozulması , dürüstlükten uzaklaşmaları , içinde yaşadıkları toplumu dürüst bir toplum olmaktan uzaklaştırır. Nasıl ki bir bedende iyi çalışmayan hücrelerin artması o bedeni hasta hale getirir ise ,  bir toplumdaki fena ahlaklı insanlar da o toplumu hasta hale getirirler.
Fertler nasıl tekamülleri ile ilgili hadiselerle karşılaşıyor ve zaman zaman acı tatlı olayları yaşıyorlarsa , toplumda öyledir. Böyle olduğu için de  toplumun yaşıyacağı hadiseler , o toplumdaki iyi ve kötü fertlerin adet ve icraatları ile orantılıdır.
Kısaca , iyi fertlerden kurulu toplumlar iyi ve güzel hadiselerle , kötü insanlarla dolu toplumlar ise ikaz edici , yol gösterici ve onları doğru yola sevk edici acı hadiselerle karşılaşırlar. Hiç şüphesiz ki , iyi insan ve toplumlara yol gösteren , ikaz eden hadiseler de iyidir.
 
                                               1003.
                                   OTOMATİK  YARDIMLAR
 
İnsanların hareketlerini ve davranışlarını iki kısma ayırarak tetkik etmek mümkündür :
Şuurlu hareket ve davranışlar ,
Otomatik hareket ve davranışlar.
 
Otomatik olarak yapılan hareketler , ihtiyacı karşılayan özellikteki hareketlerdir. Fakat  her varlığın ihtiyacını karşılamak için yaptığı hareketler arasında da farklar vardır. Mesela aynı tehlike karşısındaki iki insan , otehlikeden korunmak için , şuurlu veya otomatik , birbirlerinden farklı davranışlarda bulunurlar.
Gerek şuurlu , gerekse otomatik hareketler arasındaki farklar ise varlıkların manevi değerleri ile orantılıdır. Mutlak Nizama uygun olarak varlıkların yapmakta oldukları otomatik hareketler , o varlıkların tekamülleri ile ilgilidir. Bu hareketlerden gaye tekamül olduğu için hepsinin gayesi aynıdır denilebilir. Davranışlar arasındaki farkların çoğu ise görünüştedir.
 Otomatik hareketler o kadar sür’atle ve ihtiyaçları karşılayacak şekilde ve maksada uygun olarak cereyan ederler ki, bunların çoğunun  bir gayesi olduğu fark bile edilmez. Mesela bir insanın elini bile en tabi şekilde oynatmasını icab ettiren biyolojik ve psikolojik bir sebep mevcuttur. Yüz adelelerinin gerilmesi , sebepsizmiş gibi hareket ettirilmesi , hep sebepleri olan otomatik hareketlerdir.
Şuurlu hareketlere gelince , onlarda da otomatik yardımların rolleri vardır. Dünyada hiçbir şuurlu hareket yoktur ki o harekette otomatik yardımlardan faydalanılmamış olsun. Bir insanın en şuurlu hareketlerinde bile , otomatik yadımlardan ve yardımlar halinde tezahür eden Mutlak Nziamdan faydalanılmamış olması mümkün değildir.
 
                                                    1004.
                                         ANA  BİLGİLER
 
Dünya şartları , tekamülle ilgili bilgilerin analiz metoduna göre tetkik edilmelerini zorunlu hale getirir. Ancak böylelikle üzerinde durulması gereken bilgiler diğerlerinden ayrılır. Fakat buna rağmen bilgilerin sentezini yapmak ve bu esnada ana bilgilerin yardımcı bilgilerle karışmamasına dikkat etmek gerekir.
 
                                               1005.
               ŞUURLU  İNANÇ  BİLGİLERİNİN  MENŞE’İ
 
Bir çok buluş sahiplerinin , bilim adamlarının , filozofların , din adamlarının ve san’atkarların manevi yardımlar aldıklarından , hatta her şeyde , yapılan her harekette manevi , dünya üstü menşe’li yardımların rolü olduğundan bahsettik. Bu yardımlar , belli etmeden yapılan yardımlardır.
Bu yardımları alanlar, aldıklarının yardım olduğunu bilmeden yapmaları gereken şeyleri yaptılar. Fakat ana bilgilerin, hatta ona yardımcı olan bilgilerin menşe’lerinin dünya üstü olduğunun bilinmesi icab eder! Çünkü bu bilgilerin içersinde kat’i yol göstermeler bulunabilir. Şuurlu bir iman sisteminin yerleşmesini temin edecek bilgiler, insanlığı hakikatlerin derinliklerine ve bu derinliklerdeki manevi değerlere yükseltecek olan bilgilerdir. Bu yüksekliklere ise madde ile sınırlı mevcut dünya imkanları ile erişilemez.
Bu sebeple Şuurlu İman bilgilerinin menşe’inin bilinmesi, hiç olmazsa dünya üstü menşe’li olduğunun idrak edilmesi gerekir.
 
                                              
 
 
                                              1006.
                        GERÇEK  ÜZERİ  GERÇEKLER
 
Bazı insanlar gerçeği görmekten bahsederler. Halbuki gerçek , ancak görülemiyeceğini idrak etmekle görülmeye başlanır.
Robotlu ortamlar ve bu arada da dünya için hakiki manada bir gerçek tasavvur edilemez. Her devrin , her realitenin kendine uygun gerçekleri vardır. Bu sebeple dünyada ve insanlar arasındaki birçok fikir ayrılıkları ; insanlığın , gerçeklerin üzerinde de gerçeklerin olduğunu idrak etmesi ile hal yoluna girebilir.
Dünya , insanların erişebilecekleri her bilginin üzerinde biligilerin , böyle olduğu için de her gerçeğin üzerinde gerçeklerin bulunduğu bir tekamül yeridir.
 
                                               1007.
                                   İNSANIN  İRADESİ
 
İnsanlar madde tesirleri altında bulunduklarından birçok şeyleri ters değerlendirirler. Bu değerlendirmelerde de çoğunlukla kendi varlıklarını bir ölçü, bazen de bir merkez olarak kullanırlar.
Bir insan varlığını “insan” olarak düşünür. İnsan ise ruh ve bedenden oluşur. Ruh ile bedenin dünya şartlarına göre sentezinden ise insan meydana gelir. İnsana her şeyi yaptıran ve icraatta da bedeni kullanan ruh’dur. Ruha gelince , daima daha üstün değer ve varlıkların tesiri altındadır.
Her ruh üstün varlıkların sınırladığı imkanlara maliktir. Şu halde, bir ruhun icraatı tamamen ona ait bir icraat olamaz.
 
 
Dünyada bahsolunan bir “irade” vardır. Bu sebeple de ; iradeli insan , iradesiz insan gibi sözler söylenir. Bir insan acaba ne kadar  bir iradeye sahiptir?..
Bu suali cevaplandırmak için analiz-sentez metodu uygulayalım :
Önce ; insan nedir?. Biraz evvel bahsolunduğu gibi insan , ruh ve bedenden meydana gelmektedir. Ruh ise daha üstün varlıkların sınırladığı serbesti içersinde faaliyet gösterebilir. Faaliyetini de beden vasıtasıyla tezahür ettirebilir. Ruhun beden üzerindeki hakimiyeti bir insanın iradesinde çok mühim rol oynar.
 
Ruhun tesirlerinin en kesif olarak toplandığı maddeden varlığa beden denir.
Ruhlar daha üstün varlıkların sınırladığı imkanlara maliktirler.
Ruh, mevcut imkanları ile bedene , dolayısıyle diğer maddelere tesir eder.
1.   Ruh , beden vasıtasıyle diğer maddelerden ve madde ile bağlı manevi varlıklardan tesirler alır.
2.   Ruh madde yolu ile aldığı tesirler ve maddeden bedeni ile maddeler üzerinde icra ettiği tesirlerden faydalanarak tekamül eder.
 
Görülüyor ki , ruh tam bağımsız bir varlık değildir. Maddeli ortamlardaki ruhlar ise madde aracılığı olmadan bir iş yapamazlar. Bu sebeple ruh ve beden ilişkisinde , beden ruhun maddeli ortamlarda en çok tesir edebildiği maddi varlıktır. Bedenin bedenlik özelliğini koruyabilmesi için , maddi yapısına ruh yolu ile ulaşan manevi tesirlere ihtiyacı vardır.
Ruhu bedene bağlayan ( ruh yolu ile bedeni meydana getiren maddelere ulaşan) manevi şualardır. Şualar denilen bu tesirler ruhu bedene , bedeni ruha bağlar. Ve bedeni , ruhun tesirlerini dünyaya yansıtabildiği bir filtre haline getirir.
Ruh , bu sebeple maddeli ortamlara ancak bedeni vasıtasıyle yayılan tesirler yayımlayabilir. Beden , ruhu maddeli ortamın şart ve imkanlarına uygun olarak sınırlayan bir tekamül faktörüdür.
 
GERİ RUHLAR ; beden vasıtasıyle varlıklarına ulaşan izlenimlerin tesirleri altında kalırlar. ORTA DERECELİ RUHLARDA ; ruhtan maddeli ortama , maddeli ortamdan ise ruha yansıyan tesirlerde bir denge göze çarpar ki bu denge çoğunlukla “ mantık” halinde tezahür eder. YÜKSEK RUHLARDA ; ruhtan maddeli ortama yayılan tesirler , ruhun maddeli ortamdan  aldığı tesirlerden genelde daha fazladır. Buluşlar yapan bilim adamları ve dahiler ekseri bu gruptandır.
 
Şimdi ayrı ayır verilen bu bilgilerin sentezini yaparak “irade” hakkında bir bilgi elde edilebilir:
Ruhlar ,daima daha üstün varlıkların tesirleri altındadırlar. Bir ruh ise tesirlerini dünyaya bedeni vasıtayle yansıtabilir.
Bu izah ,bir insanın mutlak bir iradeye sahip olmadığını hatta bağımsız bir iradenin dahi sahibi olmadığını izah etmeye yeterlidir. Şu halde , bir insanın ruhu sınırlanmış bir iradeye sahiptir. Bu irade ise , ruhun tekamül ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde , daha üstün varlıklar tarafından , ruhun tekamül planına uygun olarak sınırlandırılmış bir iradedir.
 
                                               1008.
                       “KÜL”  VARLIĞIN İNCELENMESİ
  
Kül halinde olan , Tanrının var ettiklerini anlatabilmek için , önce kısımlara ayırarak tetkik etmek ( analiz), sonradan da bütün haline getirerek sentezini yapmak ve bu sentez tetkikatın arkasından yine ayırarak analizle konunun derinliklerine şuurla inmek mümkündür.
İnsanların var olan şeyleri ve var olduğuna  inandıklarını kül halinde tetkik edebilmeleri çok zordur. İnsan kül halindeki bu varlığı , varlıklar hailinde görerek  ve onlardaki saklı birçok hakikatleri tetkik ederek bütünün kavranmasına doğru yol alır.
Yani insan gördüğü ve mevcut olduğunu hissettiği hatta inandığı şeyleri kül halinde tetkik edemez. Onları , ancak kısım kısım tetkik edebilmek imkanlarına maliktir. Kül halindeki varlıktan uzanabildiklerini inceler ve onları imkanlarına göre değerlendirmeye çalışır.
İlk insanlarda dahi mevcut olan bu araştırma arzusu , insan yapısındaki bir özelliktir. İnsan meçhul olandan çekindiği için onları çözmek ve onlardan faydalanmak ister. Bu tür içgüdüler insanları, bilinmeyenleri bilinenler haline getirmeye itmiştir. İnsanoğlunun “varlığı” tetkike başlaması , aynı zamanda insanın tekamülüne başlamasıdır.
Aslında insanların bir iç itilişle bu araştırmalara yönelişleri  birçok yardımlar ve düzenlemeler halinde otomatik cereyan eder. Böyle olduğu için de başlangıç , hiç de şuurlu analiz işlemi halinde olmamıştır. Ancak otomatik bir analizle insanoğlu “varlığı” incelemiş ve bu hal “ Tek Allah” prensibindeki dinlerin zirvesine erişilinceye kadar devam etmiştir. Gelişerek tasavvuf konularına kadar varan bilgilerin , tasavvufi izahlarla sentezi yapılmaya başlanmıştır.(1). Bütün bu gelişmeler sonucu hazırlanmış olan düşünce zemini de şuurlu bir imanın kurulabilmesi için gereken zemindir. Bu zemini hazırlayan ise , insanlık tarih boyunca “ dinler” halinde tezahür eden “din” dir.
 (1. tasavvuf : İslam tasavvufu, İslam dini düşüncesinin eriştiği en ileri merhale kabul edilir. Tasavvufun konusu ; nefsi ıslah etmek , kötü huylardan ve varlıktan geçmek , Tanrı aşkına kavuşmak , o aşk ile var olmaktır. Mistisism’i ( yani, dini duyuşu) esas kabul eder. İslamda şeriatı , yani insanın hareketlerini dışardan idare eden kanunu  , kişinin içsel denemesine üstün tutanlara şeriatçılar denildi. Bunlar dini hayat olarak değil , kanun ve disiplin olarak aldılar. Mutasavvıflarsa şeriatın, sadece kabuğu teşkil ettiğini ve dinin özünün içsel deneme ile yaşandığını kabul ettiler. Mutasavvıflara göre tasavvuf  tecrübesi  , bu tecrübeyi yapmayanların anlayışına kapalı bir alandır. Tasavvufun bir bilgisi ve teorisi olmakla beraber , bilgiden çok duyuş , görüş ve oluş esasları vardır. Mutasavvıflar aklın ve bilginin fonksiyonunun , onları aşkın hududuna kadar  götürmesi olduğunu kabul ederler ve “ bilgi ve akıl sizi aşka teslim eder, aşk Allahla birleştirir” derler. Mutasavvıflar  bazen cezbe halinde coşarak “ enel hak “ yani “Ben Allahım , Allaha karıştım..” diyebilmişlerdir. Bunu Mevlana şöyle izah eder : “ demir ateşe girince ondan farksız olur ve ; “ben ateşim..” derse ilahi tecelliye uğrayan kul da kendi benliğinden geçmiş halde ; “ben hakkım”.. der”. Burada , bu yanılgıyı hoşgören bir açıklama gizlidir ki , Mevlana daima bunun büyük bir yanılgı olduğunu belirtir. Yukarıda metinde “ bilgilerin tasavvufi izahla sentezinin yapıldığı “ belirtiliyor. Asavvufda “ her şeyin bir tek kül yücelik olduğu ; o kül yüceliğin arı temiz bir okyanusa benzetilmesi halinde , kişinin arınarak o okyanusa tertemiz bir damla olarak karışmayahak kazanacağı ve benliğin o birlik ( tevhid) içinde kaybolacağı ( fena fillah mertebesi) belirtilerek en ileri anlamda bir senteze varılmıştır) .
Şuurlu imana başlangıç, hakikatlerin şuurla analiz edilmesiyledir ve bunda dinden , felsefeden , ilimden faydalanılır.
Dinlerle , Şuurlu İmanı ilgilendiren birçok hakikatler açıklanmış ; felsefe ile insanı ve alemi tetkik kapıları açılmış ; ilim ile de , kül halinde tetkik edilen varlık ve hadiselerin teker teker derinliklerine inilmeye başlanmıştır. Şu halde Şuurlu İmana esas olan zemini din-felsefe-ilim hazırlamıştır.
Gününüze kadar ayrı ayrı ele alınan  hatta zaman zaman birbirlerine aykırı olarak düşünülen bu üç şey , hakikatte tek şeyin analizinden hasıl olan üç elemandır.
Şuurlu İman bilgileri ile kül halindeki varlık , yüksek “bilgi” yardımları ile izaha başlanmış , izahlarda da analiz metodu kullanılmıştır.
                                               1009.
                                               TEZATLAR
 
İnsanlar dünyada değerlenmek için yaşarlar . dünya hayatı ve bu hayatı bir süre yaşıyacak olan insanlar , doğrular (+) ve yanlışlar (-) den faydalanarak değerlenirler. İnsanların (+) ve (-) den faydalanışlarını şöyle özetleyebiliriz.
 
1.   İnsanların tatbik ederek değer kazancakları şeylere + denilirse , bunların karşısında yapmamaları gereken , kısaca – durumda olan şeyler vardır. Mesela ; doğru söylemek + dır, yapılması gerekir. Bunun karşıtı da yalan söylemek ise – dir , yapılmaması gerekir.
2.   İnsanlar , üzerlerinde olumlu ve olumsuz tesirler bırakan  hadiselerle karşlılaşırlar. Mesela bir hastalık veya kayba sebep olan hadise o insan üzerinde olumsuz , sevinç yaratan bir hadise ise olumlu tesir bırakır.
3.   Dünya ve dünyanın bulunduğu kainatta hadiseler daima  +  ve  –  esaslarına göre cereyan eder. Sıcak olan yaz mevsimine + denirse , onu takip eden kış mevsimi – dir. keza , gündüze + denirse , onu takip eden geceye – denilebilir.
4.   İnsanlar daima + ve – lerin tesirleri altındadır. Normal bir insan için olumlu ; vicdanının , şuurunun ve toplumun tasvip ettiği şeylerdir. Çalışkan , namuslu , vicdanlı , doğru , yardımsever , iyi bir insan olmak , insanların tasvip edecekleri , olmaya ve yapmaya gayret edecekleri şeylerdir ki ; bunlara + denilebilir.
 
Bir de bunun zıddı vardır. Vicdanın , şuurun ve toplumun tasvip etmeyeceği şeyler. Mesela yalan söylemek , namusa aykırı davranışlar yardımdan kaçınmak ve egoistçe  yaşamak. Bunlar bizzat bu işleri yapanların bile ruhen tasvip edemiyecekleri şeylerdir. Bir insan yalan söyler fakat kendisine yalan söylenmesinden , aldatılmaktan hoşlanmaz. Şu halde tasvip etmediği ve karşlışmak istemediği bir şeyi başkalarına tatbik ediyor demektir. Şayet yalanın iyi bir şey olduğuna inanmış olsaydı, kendisine de yalan söylenmesine ve aldatılmasınaseverek rıza göstermesi gerekirdi.
Keza , hırsız kendi evinin soyulmasını, eşyalarının çalınmasını istemez. Şu halde bütün bu ve buna benzer şeyler bir insanın bazı zaaflardan dolayı yaptığı fakat kendisine yapılmasını istemediği şeylerdir ki hepsine (-) yani yapılmamasıs, kaçınılması gereken şeyler denilir.
5.         Bir insan + ve – tesirler altındadır. İnsanları – ye yönelten ise maddenin hazırladığı ve doğurduğu ihtiyaç , eğilim ve arzulardır. Durum böyle olduğuna göre en önemli tekamül kanunlarından birini yazdırabiliriz :
 
            Her hadise , her ihtiyaç , her eğilim , her arzu ; pozitif ve negatifin bulunduğu tekamül faktörleridir. En basit hadiseleri bile + veya + ya yakın , - veya – ye yakın çözümlemek ve onlardan faydalanmak mümkündür. Mesela bir insanın karnının acıkması normal ve masum bir duygudur. Aynı insanın karnını doyurmak istemesi de doğaldır. Fakat insan istediği gibi karnını doyuramaz. Dünya nizamı bir insanın nasıl karnını doyurabileceğini sınırlandırmıştır. Cebinde parası olan bir insan karnını rahatça doyurabilir. Sağlığa uyan veya uymayan besinler alabilir. Sağlıklı besinler + , sağlıksız besinler ise o insanın  üzerinde  – tesirler icra ederler. Parasız olan bir insana gelince , böyle bir insanın her şeyden önce ; “ karşılaşılan bütün hadiselerin kendisini deneyici vasıflar taşıyan hadiseler olduğuna ” inanmış olması gerekir.
 
Şayet  bu hakikati idrak etmiş ve ona iman etmiş bir insansa , hiçbir zaman  - yollara sapmaz ve mesela hırsızlık etmeye, yalan söyleyerek karnını doyurmaya kalkışmaz. Karnını doyurabileceği bir yere gider ve parası olmadığını, karnının ise aç olduğunu söyler. İmtihan burada bitmeyebilir. İlk başvurduğu yerden kovulabilir vebu hal onu üzüntü içinde bırakabilir. Fakat onun yılmaması , vicdanının , şuurunun ve o toplumun tasvip ettiği yoldan karnını doyurmaya çalışması , hatta icab ediyorsa o geceyi aç geçirmesi ve gündüz de , çalışarak karnını doyuracak parayı kazanması gerekir.
Böyle bir imtihanı başarı ile geçirenler , + dan ayrılmayanlar , o imtihanda elde ettikleri değer ve bilgilerden hayat boyunca faydalanabilirler. Şayet böyle bir insan geçirdiği imtihandan gereken dersi almış , manevi değeri kazanmışsa , artık onun tekrar açlıkla denenmesine lüzum kalmaz. Açlığını , vicdanı ve şuuruyla tasvip etmediği , toplum realitesine aykırı yollardan gidermeye çalışanlar ,  belki ilk bakışta açlıklarını gidermiş olurlar fakat bu onlar için bir son değil bilakis daha ağır şartlar içersinde denenmesine yol açacak hadiselerle karşılaşmalarına bir başlangıçtır. Kısaca ; bir insan kazanması gereken değeri kazanmakla birçok tatsız hadiselerle karşılaşmayı önleyebilir. Değerler ise vicdanla , şuurla ve topluma faydalı yollardan kazanılabilirler. Yani + olduğuna inandıklarına yaklaşmak , - olduğuna inandıklarından kaçınmakla mümkündür.
 
6.         Madde kainatında her şey (+) ve (-) esası üzerine kurulmuştur. Kadın ile erkek arasındaki alakayı , güzelin karşısında çirkinin, yükseğin yanında alçağın bulunuşunu buna örnek olarak gösterebiliriz. Fakat , Mutlak Nizama uygun olarak tezahür eden bu zıtlıklardan ; (+) lar yapılması, (-) ler ise yapılmaması icab edenler demek değildir. Şu halde bu söylenenlerin bir sentezini yaparsak ; “ insanlar , Mutlak Nizam icaplarından olan tezatlar içersinde (+) ve (-) lerle denenirler” diyebiliriz.
           
            Şu halde bir Mutlak Nizam vardır. Bu Mutlak Nizama uygun olarak , maddenin sebep olduğu birçok tezatlar meydana gelir. Bu tezatlar çok ama  pek çok çeşitlidir. Tezatlar arasında da Mutlak nizama uygun olarak bağlar mevcuttur. Daha doğrusu insan,  ruh değeri oranında  tezatlar arasında bağlar kurar ve onları daha çok değerlendirmek gayesi ile otomatik olarak veya şuurla değerlendirir.
Tezatlardan ortaya çıkan sonuçlar , varlıkların değerlenmelerine yol açmaktadırlar. Keza bir insan güzel veya çirkin olabilir. O insan güzelliğin ve çirkinliğin ortaya çıkardığı durumlar içersinde denenmektedir. Güzel ise ve güzel olduğu için de diğer insanlara guru ile bakıyorsa bu durum onu (–) ye götürür.
            İnsani imkanlar , herhangi bir şeyi tezatsız değerlendirmeye pek müsait değildir. Bu sebeple , bazı varlıkları ve hadiseleri , tezatları tetkik etmekten dolayı elde edebildiği değerlerle değerlendirebilir. Mesela “ dünya büyüktür” der. Çünkü o , uzun ve kısa mesafeler arasındaki tezattan faydalanarak uzunluk kavramına sahip olmuştur. Dünyanın ise yürünerek katedilmesinin pek zor olduğu mukayesesini elde eder.
Dünyadan daha büyük varlık ve mesafeleri bilenler ise “ dünya küçüktür” diyebilirler. Kısaca , insanlar varlıkları , hadiseleri , tezatların mevcut olmasından faydalanarak elde edebildikleri değerlerle çözebilirler. Tezatlardn ise +ve – değerler hasıl olur. İnsanlar bu değerlerden + olanları kazanmaya , negatif olanlardan da uzak kalmaya çalışarak tekamül eder ve gereken değerleri toplarlar.
 
Sonuç:
1.         Her hadise veya varlık tezatlar ihtiva eder.
2.         Her hadisede veya varlıkta bir insanın kazanabileceği (+) veya kaçınacağı (-) değerler mevcuttur.
 
                                               1010.
                                               SEVMEYE  ÇALIŞ!
 
Anlaşılmayı bekleyeceğinize anlamaya , sevilmeyi bekleyeceğinize de sevmeye çalışınız.
 
                                               1011.
                                               ÜÇ  SÜZGEÇ
 
Önceki bilgilerde bir insanın yapacağı işleri, hayatına tatbik edeceği planları üç süzgeçten geçirerek kontrol etmesinin , Şuurlu İmanın esas prensiplerinden biri olduğunu belirtmiştik. İnsanların hareketlerinde kontrol etmeleri gereken üç ölçü , üç süzgeç şunlardır:
1.         Bilgi ve şuur ,
2.         Vicdan,
3.         Toplum realitesi ve ( bu realitenin ürünü olan ve onu temsil eden) toplum kanunları.
 
Yapılması gereken bir şeyi bu üç süzgeçten geçirerek tetkik etmek gerekir. Bu ise insanın kendi kendine yapabileceği bir iştir. İnsan süzgeçlerinin zayıf veya kuvvetli olduğunu ancak mukayese ile öğrenebilir ve fikirlerini tatbik etmeden evvel süzgeçlerinden emin olduğu kimselerden fikir danışabilir.
Örnek olarak harp etmeyi ele alalım. Harp etmek nasıl bir şeydir ?..
1.         Bilgi ve şuur insanlara bunun fena bir şey olduğunu bildirir.
2.         Vicdan harbi reddeder.
3.         Toplum realitesi harbin karşısındadır.
 
Şu halde harb kaçınılması gereken bir şeydir. Şayet fertler düşüncelerini ayrı ayrı bu süzgeçlerden geçirir ve elde ettikleri düşüncelerin şuurla sentezini yaparlarsa birçok felaketler önlenebilir.
 
                                               1012.
                                               SEVEN..
 
Her şeyi seven hiçbir şeyden korkmaz!..
 
                                               1013.
                                   BİLGİDE  AÇIKLANANLAR
Bugüne kadar verdiğimiz bilgilerdeki konular , bu bilgilerde analize tabi tutularak teker teker açıldı ve işlendi. Bu analiz sonucu ortaya çıkan gerçeklerin sentezine  başlanmakla ise en mühim devrelerden birine girildi !...
Analiz-sentez-analiz metodu ile ise şimsiye kadar açıklanan en yüksek hakikatlerin izahına başlandı. Bütün bu yapılanlar , şuurlu bir imanın gerçekleşebilmesi içindir.
 
                                                1014.
                                               BU YOL..
 
Her insan  her şeyi , kendi liyakati ve imkanları oranında üç süzgeçten geçirebilir ve yapacağı işleri yapmadan evvel bilgisi ve şuuru kadar vicdanı ile kontrol edebilir , düşüncelerinin toplum realitesine uygun olup olmadığına dikkat edebilir. Fakat bir insanın öncelikle , düşünce ve planlarını üç süzgeçten geçirmek ihtiyacını hissetmiş olması gerekir. İşte “per” bunun için izah ediilmiştir.
Çünkü bir insanın fikir ve düşüncelerini üç süzgeçten geçirmek ihtiyacını , hatta mecburiyetini hissetmesi için  her şeyden önce hayatın dünyada başlayıp yine dünyada bitmediğine iman etmiş olması gerekir. Bu sebeple bu bilgiler verildi ve imanların şuurlanması için gereken yol gösterildi. Bu yol , insaniyeti asıl yüksek hayata hazırlayan ve onların değerlenerek , şuurla(bilerek) yükselmelerini sağlayacak olan yoldur.
Bu yol , dünya tarihi boyunca çizilen tekamül yolunun şuurlanmasıdır. İnsanlığa , nereye ve neden yürüdüğünü bildiren yoldur.
 
                                               1015.
                       “VARLIK”  VE  ŞUURLU  İMAN
 
Tanrı ilk olarak ; emirlerini tezahür ettiren değerlerle , tekamüle sevk ettiği ve tekamül yardımcısı değerleri halk etmiştir. Bunların hepsi teker teker değerler halindedirler. Fakat ancak üçü bir arada olunca “varlık” olarak tezahür ederler.
İlk halk olunanlar “varlık” değildir. Çünkü onlar varlık üstü imkanlarla var olmuşlardır. Hatta onlara var olmuşlardır demek dahi doğru  olmaz. Çünkü onlar yoktan var olan esas “ ana unsurlar”dır. Bu üç ana unsur da , halk edilişleri de , idrak olunamaz.
İlk halk edilenlerin üçü bir arada düşünülürse “ varlık” olur. Varlık ise Mutlak Nizama göre yoktan var olmaz (1). Tanrı ilk halk ettiklerinden , varlıkları var etti. Ve onların “şuur” kısmını “ tekamüle sevk olan varlıklar” halinde tezahür ettirdi. Tekamüle sevk olan varlıkların ise tekamül seviyeleri şuurlu tekamüle erişti.
(1. Bu üç unsur teker teker , yoktan halk olmuştur ve herbirine de “varlık” denemez.Mutlaka Nizam üstü unsurlardır. Bu üç ayrı unsurun birleşmesi ile üçünü de ihtiva eden VARLIK oluşur ve bütün varlıklar bunlardan türer. Dolayısıyle üç unsurdan oluşan varlık , yoktan var olmamış , üç unsurdan var olmuştur. Mutlak Varlık Nizamı ise üçlü varlıktan itibaren başlar) .
Şuurlu tekamüle ise Şuurlu İmanla başlanır. Şuurlu İmanın dünya hayatı için şartı ;   “ hayatın dünyada başlamayıp , dünyada bitmediğine” ve “tekamüle” inanmak , üç süzgeci hayata uygulamaktır.
 
Şuurlu İmanın esas ana prensipleri :
1.   Tanrının , izahı imkansız büyüklük olduğuna ,
2.   Tanrının ilk halk ettiklerine ,( meleklere , tekamüle yardımcı değerlere , tekamüle sevk edilenlere) ve hayatın dünyada başlamayıp , dünyada bitmediğine ; tekamülle ilgili bilgilerin dünyaya  Tanrının arzusu ile verildiğine , bu bilgilere ve o bilgilere vasıta edilenlerin mevcudiyetine ( vazifelilerin  mevcudiyetine) şuurla imandır.
 
                                                     *
İlk halk edilenlerden hasıl olan varlıklardan Şuurlu İman mertebesini idrak seviyesine yükselmiş insanlar , hayatlarına tatbik edecekleri şeyleri üç süzgeçten geçirirler!.
 
 
 
 
                                                           1016.
                                   AİLE  VE  TOPLUM  İÇİ  TEKAMÜL
 
Tekamül mücadelelerinin devamı ve bu değerlendirici mücadelelere zemin hazırlanması Mutlak nizam icaplarındandır. Mutlak Nizama uygun olarak her tekamül yerinde , insanlar gruplar halinde toplanırlar. Tekamül mücadelelerini doğuran şeyler şöyle özetlenebilir:
Aynı değerde iki varlığın olmayışı(1) , varlıklar arasında görüş , fikir ve düşünce ayrılıklarına sebep olur. Birbirlerine yakın değerde olan insanlar , kümeler halinde toplanarak ortak fikirlerini ve menfaatlerini savunurlar.
( 1. Manevi Planda ; aynı değerde ( tekamül seviyesinde) iki varlık dahi yoktur. Her varlık çok az bir farkla da olsa , biri diğerinden daha geri  ya da daha ileridir. Aynılık yoktur).
 
            Tekamül mücadeleleri ;
1.         Birey, bireye karşı ;
2.         Birey, topluma karşı ;
3.         Toplum, bireye karşı ;
4.         Toplum , topluma karşı
5.         En mühimi de ; birey kendi şahsına karşı ;
olmak üzere gruplandırılabilir.
           
Tekamül mücadelelerini doğuran başlıca sebebi , iki insanın dahi aynı değerde olmayışı olarak belirttik. İki bireyin tıpatıp aynı değerde olmayışının sebepleri vardır. Başlıca sebep ise , her bireyin ruh olgunluğu seviyesinin az veya çok birbirinden farklı oluşudur.
Tekamül mücadelelerinde madde ve maddeden hasıl olan ihtiyaç ve arzular çok büyük rol oynarlar. Mesela ; ana, baba ve evlattan oluşan bir aile düşününüz.  Bu üç insan tıpatıp aynı değerde değildir ve böyle oldukları için de aralarında küçük veya büyük anlaşmazlıklar , geçimsizlikler , münakaşalar olur.
Bu geçimsizlik ve münakaşaların gayesi hiç şüphesiz ki  Mutlak Nizama uygundur  ve bireylerden yüksek realitedekinin , diğerlerini mümkün olduğu kadar yukarı realiteye çekmesi içindir. Aralarında küçük veya büyük  fikir ve düşünce ayrılıkları olan bir aile yine de dışarıya karşı bir bütün halinde gözükür.
Ailenin bireyleri en fazla birbirleri ile ilgilidirler. Bireyleri bir toplum haline getiren  sebeplerin  başında ise , karşılıklı menfaatler ve dünya şartlarına uygun olarak madde vasıtasıyla meydana gelen alışkanlaıklar gelir.
            Dünya hayatında bir aile , gelişigüzel bir arada olan kişiler değildirler. Aralarında tekamülleri ile ilgili bağlar bulunan bireyler aileyi oluştururlar. Mesela bir karıkoca bir süre sımsıkı bağlarla bağlı olarak bir arada yaşadıktan sonra herhangi bir nedenle ayrılırlar. Hele aradan uzun bir süre geçtikten sonra , bir zamanlar birbirlerine sımsıkı alaka ve sevgi bağları ile bağlı zannedilen bu insanlar birbirlerine artık yabancı oluvermişlerdir.
 
   Bir topluma , toplumluk hassasını muhafaza ettiren; manevi şualar(tesirler) vardır. Bu tesirler , madde süzgecinden geçerek dünya hayatına uygun hale gelirler. Şu halde , ailede maddenin rolü çok büyüktür. Fakat zamanla ailenin bireyleri arasındaki tesirler artıp , eksilebilirler.
 
 
 
Toplum hayatında bireylerin birbirleri üzerinde icra ettikleri tesirlerde birçok faktörler rol oynarlar. Ve daima değişen maddi şualar , manevi şuaların değişik tezahür etmelerine sebep olurlar. Mesela dünya şartları insanlar üzerinde daimi tesirler icra ederler. Onları sevindirir , üzer , ağlatır , güldürür , sevdirir , acıtır , hırs ve ihtirasların hasıl olmasına yol açar. Bütün bunlar , insanın dışardan aldığı tesirlerdir. Bu tesirleri alanlar , tesirler yayımlarlarken dışardan aldıkları tesirleri de beraber yayımlarlar.
Dışardan alınan izlenimler de tesirler halinde ruha yansır. Per değeri ise , ruha bu tesirleri tekamül planına en uygun şekilde iletir. Ruh bu tesirlerden faydalanır fakat daha fazla faydalanabilmesi için , bu tesirler ruhtan tekrar bedene , bedendende dışaruya yansırlar. İşte bu tesirler insanların birbirlerine yaklaşmalarında ve birbirlerinden uzaklaşmalarında en mühim rolü oynarlar.
Bir toplum ne olursa olsun ; ”Tekamül Planı”na uygun olarak bir araya gelerek oluşur. Toplumların oluşumları, sadece realitelerin yükselmelerini temin edecek olan fikirlerin öğrenilmeleri için değil , aynı zamanda da benimsenmeleri içindir.
 
                                                  1017.
               RUH  BİR  BEDENLE  SINIRLANDIRILAMAZ !
 
Tek gözüken varlıklar , ağacın dallarına benzer. Her varlık , koskoca şuurlu bir ağacın ( değerince şuur ve imkanları fazla olan) dallarına benzer. Bu ağaçtan bazı dallar kurur , kopar ve ölerek yere düşebilir. Fakat ağaç yaşar.
Bir  insan da öyledir. Onun ölümle dünyadan ayrılması demek , ruhun da dünyayı terk etmesi demek değildir. Kudretli ruhlar , geniş ve yüksek gövdeli , birçok dalları ve yaprakları olan ağaçlar gibidir. Bir dalın kopması , o ağacın ölmesi demek değildir. Beden ruhu tahdit edemez. Ruh ise , beden veya bedenler halinde tezahür eder.
İnsan ölür , fakat ruhu dünyada tesirlerine devem edebilir. Ruh  ,“ beden ve ruhtan ibarettir” diye tarif edilen insanla da  sınırlandırılamaz. İnsanın ölmesi, ruhun da dünya ile alakasını kesmek demek olamaz. Beden , ruhun kuvvetle tesirleri altında bulundurduğu bir madde yığınıdır. Fakat ruhun tesirleri “ bir bedenle” sınırlandırılamaz. Ruhun tesirleri , koskoca bir ağacın dalları ve yapraklarına benzer. Geri ruhlarda bu tesirler bir ağaçtan ibaret olabilir. İleri ruhlarda ise her dal bir ağaçtır. En ulu ağaçlar bile daha uluların dallarıdır.
 
                                                  1018.
                                                  SEVEBİLMEK
 
Sevgiyi öğrenmek , onu benimsemek , sevebilmek için yaşıyorsun!...
 
                                                  1019.
                                      ALLAH  KORUSUN!
 
“Allah korusun” demek ; koruyandan korumasını istemektir!. Allah her şeyi korur , fakat insanlar da bütün korunanlar gibi layık oldukları tarzda korunurlar.
 
                                                  1020.
                                     
                                                  SÜR’AT
En hızlı esen rüzgarlar yaprak bile kıpırdatmazlar. İnsanlarsa vücutlarının her zerresini , her an delip geçen şua rüzgarlarının farkına bile varamazlar.
İnsanlar tekamül ettikçe , duruyor zannedilenlerin ne kadar sür’atli olduklarını, hızlı sanılanların ise onların yanında ne kadar da yavaş kaldıklarını anlayabilirler.
 
                                                  1021.
                                                 
                                                  DUA
Her dilek duadır. Her düşüncenin veya her sözün ibadet olduğunu idrak , insanları ölçülü davranmaya yöneltmelidir. Ruhlar , her sözün dua olduğunu idrak seviyesine yükselmelidir.
Her söz duadır !.
 
                                                  1022.
 
                                                  RUH
“ Ruh bedendedir , fakat bedenin hiçbir yerinde değildir” tebliğini izah ederken , ruhun beden ile sınırlandırılamıyacağından bahsetmiştik.  
Yine bir ağaç düşünelim. Ve bu ağacı , bir ruhun tesiri altındaki varlığa benzetelim. Her dalı , her yaprağı kendisini bağımsız addeden bir varlık.. her parçası , varlığını bağımsız addeden bir ağaç..
Evet ; ruh bir bedenle sınırlandırılmış değildir , fakat o ruhun tesiri altında bulunan beden de , bu bedenin organları da kendilerini bağımsız addedebilirler.
Aynı büyük ruhun tesir alanında , robotlarla irtibatta olan ruhlar, hakikatte büyük ruhun çeşitli robotlar üzerinde icra ettiği tesirlerden başka şeyler değildir. Mesela , insan bir ruhu olduğunu düşünür. Hakikatte ise onun bağımsızca tezahür edebilen fakat aslında büyük ruha bağlı bulunan bir ruhu vardır.
 
Kanun :
 
1.         Bağımsız tezahür eden her varlık, hakikatte daha üstün bir varlığın bir cüzüdür.
2.         Bir ruh , birçok varlıkları , bu arada da birçok insanları tesirleri altında bulundurabilir.
           
Ruhların tesir alanlarının yayılışları,  bir ağacın dallarının yayılışına benzer. Her dal ise birçok dalları ve yaprakları olan büyük ruha ait bir organdır. Dal da , ona ait olan dalcıklar ve yapraklar için bir büyük ruhtur. Her yaprak ise ihtiva ettiği tekamüldeki varlıklar için bir büyük ruhtur. Bu böylece devam eder ve mevcut her zerre , her katre , maddi manevi her varlık tekamül etmek imkanlarına maliktir.
Özetle ; her zerre , her katre şuurlanabilir. Var olduğunu idrakle de ruhluk mertebesine , oradan da daha yükseklere yükselebilir.
Varlığını bağımsız bir varlıkmış gibi hisseden ruh ; tekamüle sevk edilen varlıkların maddi ve manevi her zerresinin malik bulunduğu “tekamül edebilme” imkanlarından faydalanmış ve  “ yaşadığını idrak” edecek seviyeye yükselmiş varlıktır.
 
 
3.            Bir ruh, bağlı bulunduğu yüksek ruhu idrakle, o seviyeye erişebilir , o olabilir. Hakikatte ise yine o’dur. Fakat gerçekten o olmak , o olduğunu idrakle mümkündür.
4.            Tekamül , bir varlığın varlığını idrak edebilmek, gereken şuuru kazanabilmesi için yürümesi  gereken yoldur. Tekamül , aslında bir varlığın tekamül ederek daha üstün mertebelere erişmesi demek değil , zaten kül halinde mevcut olan değerini idrak edebilmesidir. Bu hal , bir dalın , yavaş yavaş bir ağaç olduğunu idrak etmesine benzer.
Dal ağaç olduğunu idrak edecek seviyeye yükselince , artık o ağaçtır. Ağaç olduğunu idrak edebilmek için ise onun evvela bağımsız bir varlık olmadığını , ağacın ufacık bir parçası olduğunu idrak etmiş olması icab eder. Bu sebeple varlıklar , ufaklıklarını ve başlıbaşına bir varlık olmayıp , esas ana varlığın küçücük önemsiz bir cüz’ü olduklarını idrak edebildikleri oranda yükselirler.
 
5.            Varlıklar değersizliklerini idrak ede ede tekamül ederler ve kendi hallerinin ve varlıklarının daha üstün hallerine erişirler.
            Bir ruh maddeden veya herhangi bir robottan kurtulunca, derhal varlığını bambaşka hisseder. Maddeden veya robotlardan ayrılma anları , yükselebilmiş ruhların , kendilerinden ayrı zannettiklerini de kendileri addetme anlarıdır.
 
Ruhları “kesin olarak”  birbirlerinden ayrı gösteren , onların ayrı ayrı bileşimli madde kümelerine bağlı bulunuşlarından ileri gelmektedir. Bu hal , ruhları başka başka varlıklar halinde tezahür ettirir. Hakikatte ayrı zannedilen birçok insanlar , aynı büyük ruhun çeşitli şekillerdeki  tesirleri altında bulunan varlıklardır.
Bir insan ancak öldükten sonra diğer insanların da aynı ruh dalının üzerindeki yapraklar olduğunu idrak edebilir. Her dal ise başlı başına şuur sahibi bir cüz’dür ve daha büyük ruha aittir.
 
                                                           1023.
                                                           BU  BİLGİLER...
Yaprağa dal olduğunu idrak ettirecek olan bu bilgiler , en büyük ağacı şuurlandırandandır.
 
                                                           1024.
                                    MADDE  TESİRİ  ALTINDA  SEVGİ ,  AŞK
 
Ahirette şehvetin verdiği hazzın ulvisi ve çok daha güzeli vardır.orada ruhlar birbirleri ile sevgiyle, aşkla kucaklaşırlar. Bunu , madde tesirleri altında tanınan sevgiyle , yaşanan aşkla izaha imkan yoktur.