Lisanssız Demo Sürümü
Lisanssız Demo Sürümü
Şuur İnanç I ; Bölüm 7 - www.şuurluinanç.com

 


 

  

 



 

 

 

  

                              
                                                                                                                                                     

         Aramanızı büyük harfle yapınız  

      

...Şuurlu İman devri , insanlığın idrak edebileceği en yüksek devir olacaktır...

Şuur İnanç I ; Bölüm 7
457.
HER HÂDİSE İYİDİR
 
İnsanlara iyi ve kötü gelen bütün hâdiseler, aslında lüzumludurlar, tekâmülde rol oynarlar, bunun için de iyidirler.
İnsanlara fena gelen hâdiseler çok mühim ve faydalı roller oynarlar. Bu sebeple çeşitli hastalıklar da dahil, karşılaşılan bütün hâdiselere iyi ve faydalı hâdiseler gözü ile bakılmalıdır.
Mevcut olup da fena olan bir şey yoktur. Her karşılaşılan, her başa gelen, her yapılan; tekâmüle yardım etmesi sebebi ile iyidir. Fakat iyi denilen bu hâdiselerden bir çoğu dünyada madde tesirleri altında yaşayan ruhlar için fena gelebilir.
Dünyada insan olarak yaşayan ruhlarda “dünya realitesi” mevcuttur. Dünyada ise yapılması ve yapılmaması gerekenler mevcuttur. İnsanlar, yapılmaması gerekenleri yapmamakla, yapılması gerekenleri de yapmakla tekâmül yollarında ilerlerler; şuur ve iradelerini kuvvetlendirirler, zenginleştirirler.
 
458.
DÖRT KİTAP
 
Bu kitapta, dört kitap birden yazılmaktadır[1]!
 
459.
HER VARLIK LİYAKATİNCE VAZİFELİDİR,
HER HÂDİSE İYİDİR..
 
Maddeyi, liyakatinizi arttırmak için kullanınız!. Her yolun başında vicdanınıza danışınız!. Daha yükseğini idrake çalışarak şuurunuzu zenginleştiriniz!.
Biliniz ki, en yüksek sanılandan daima daha yüksekler, doğru zannedilenlerden de daima daha doğrular mevcuttur.
Fikirlere, realitelere, inançlara saygı gösteriniz. Unutmayın ki; bir üstün fikre, realiteye, inanca, zor ve baskı kullanarak ne yükselebilir ne de yükseltebilirsiniz.
Hâdiseleri mevcut imkânlarınızla değerlendirmeye çalışarak imkânlarınızı ve değerlerinizi arttırınız. Kendi kendinizden mes’ul ve kendi kendinize emanet edilmiş olarak yaşamaktasınız.
Her varlık liyakati oranında vazifelidir!. Daha yüksek vazife ve değerlere ancak tekâmülle elde edilebilen liyakatle erişilebilir.
Doğal hâdiseler de dahil bütün hâdiseler tekâmülle ilgilidir. Liyakatiniz oranında ibret alabileceğiniz hâdiselerle karşılaşacaksınız. Dünya şartları hâdiseleri acı gösterebilir.
Unutmamalıdır ki, en arzu edilmeyen hâdiseler bile tekâmülle alâkalıdır. Bu sebeple de her şey faydalıdır, iyidir, çünkü değerlenerek tekâmül etmeniz içindir.
 
460.
LİYAKAT
 
Gerçek yükseliş liyakatledir. Varlıklar liyakat basamaklarından asıl güzelliklere erişebilirler. İltimasla yükselmeler sadece madde dünyasındadır.
 
461.
YASAKLAR
 
Konulan yasaklar; realiteler yükselip, o yasaklardan zarar gelmiyecek seviyeye erişilene kadar devam eder.
 
462.
NEYZEN TEVFİK
 
Neyzen Tevfik[2] görünüşçe ne kadar lâkayd ise ruhen de o kadar temiz, titiz, olgun ve liyakatliydi.
Elbette liyakat sahiplerinin manevî mekânı cennettir.
 
463.
KUR’ÂN
 
Kur’ân üç kısımdan, müteşekkildir:
1. Hakikatlerin izahı
2. Hakikatlere şuurla erişme yolları
3. Şuur, mantık ve vicdanla erişilebilecek hakikatlerin zamanın realitesine göre izahı.
 
464.
CİNSİYET KARIŞIKLIKLARI
 
Dünya, artı eksi nizamı üzerine kurulmuştur. Birbirlerinin aksi olanlar birbirlerini çekerler. Birinde mevcut olmayan, mevcut olana karşı alâka duyar. Kadının erkeğe, erkeğin kadına alâka duyuşu gibi.
Fakat bu hal, Mutlak Kanunun sadece dünya ve pek sınırlı bir kaç tekâmül yerinde tatbik olunan bir usulüdür.
Gerçi ruhların yüksek hayatları’nda bile alâka vardır. Fakat bu alâka, dünyada maddenin husule getirmiş olduğu alâkaya benzemez. Manevî değerlerin birbirlerini çekişlerini nasıl maddî ölçü ve mefhumlarla izah edemezsek, bu çekişi de öylece izah edemeyiz.
Dünyada tekâmüle sevk olunan varlıklar üst mertebelere erişince manevî değerleri artar. Karşı cinse duydukları cinsî alâka, manevî alâkaya dönmeye başlar. Onlar artık kadını veya erkeği sırf kadın veya erkek diye değil, her şeyden evvel insan diye sevmeye başlarlar.
Bu mertebelere erişen bazı varlıklar, ister kadın ister erkek olsunlar, karşı cinsiyeti de kendi varlıklarında hissedebilirler. Meselâ bir kadın, diğer bir kadına karşı karşısındaki erkekmiş gibi cinsi alâka duyabilir. Keza bir erkek de diğer bir erkeğe karşı aynı şeyleri hissedebilir.
Çünkü onların ruh-madde karmasından müteşekkil olan varlıkları bir mücadele içindedir. Böyle bir mücadele içersinde olanlar, her şeyden önce, hislerini frenliyerek bu zor devreyi atlatabilirler ve başarılı oldukları takdirde de cinsiyet aramadan ve cinsî hislerden uzak olarak sevebilirler. Fakat bu, çok zor bir mücadeledir.
Bu mücadeleyi; sırf toplum düzeninin bozukluğundan ve ahlâk düşüklüğünden kaynaklanan homoseksüel ilişkilerle karıştırmamak gerekir. Yüksek mertebelere erişen ve artık cinsiyet gözetmeksizin sevebilecek bir seviyeye gelmiş olan varlıklarda tezahür eden mücadele bambaşkadır. Onların liyakatle eriştikleri yükseklikleri, bu adi düşünce ve eğilimlerden hâsıl olan hislerle, arzularla karıştırmamak gerekir.
Kısaca; dünyaya her hangi bir cinsiyete mensup olarak gelinir. Karşı cinsiyete alâka duyulur ve bu suretle de varlıklar denenirler. Cinsiyet mücadelesinin üstüne yükselenler, cinsiyetsiz sevme mertebesine erişenler; artık dünyaya gelmezler..
Bu mücadelenin ileri safhalarındaki bazı varlıklarda her iki cinsiyete karşı düşkünlük ve eğilimler belirebilir. Fakat böyle bir eğilim belirmeden de daha üstün mertebelere erişilebilir. Bu hal karışık ruhî ve maddî tesirlerden hâsıl olur. Fakat böyle bir ruhî durum içersinde olan varlıklar, bu zor ve müşkül devreyi aşacak kudret ve liyakata sahiptirler.
Yukarıda da söylendiği gibi, bu hali kat’iyetle “cinsî sapıklık” denen hal ile karıştırmamak gerekir. Çünkü onunla hiçbir ilgisi yoktur.
Cinsiyet mertebesini aşanlar, artık dünyaya gelmezler. Çünkü onlarda cinsiyet hislerinin yok olması, bazı manevî değerlerin kazanılmış olmasının delilidir.
 
465.
MADDE İLE TEZAHÜR EDEN TESİRLER
 
Madde, dünya hayatında çeşitli şekillerde tezahür eden bir tekâmül faktörüdür. Birçok manevî his ve tesir, madde süzgecinden geçtikten sonra ancak belirli hale gelebilirler. Bu his ve tesirlerin, madde süzgecinden geçmediği zamanki tesir ve değerini ise dünyada yaşadıkça tasavvur etmeye imkân yoktur.
 
466.
MADDE ÜZERİNDE ÖLÜMDEN SONRA KALAN TESİR
 
İnsanların ölümle, dünya ile olan bütün alâkaları kesilmez. Bir san’atkârın eserleri, bir bestekârın besteleri, onu daima hatırlatır. Bir san’atkârın sesi, o ölmüş olmasına rağmen plâk ve bantlardan sağlığındaki gibi dinlenir.
 
467.
ŞEYTAN
 
Şeytan, dünya hayatı boyunca, insana iradesini kullanmasını icab ettiren hâdiseler halinde tezahür eder. Şeytana uymamak demek; yapmaması gereken şeyleri iradesini kullanarak yapmamak demektir.
İnsan, dünya hayatı boyunca şeytanla karşı karşıyadır. Çünkü bir insanın daima yapmaması gereken şeyler mevcuttur. Şeytanın varlığını bazen insanların “arzu ettikleri halde yapmamaları gereken” davranışlar da belirtir. Bu ise bir insan için bazen çok zor bir mücadele olarak ortaya çıkar ve yapılması gereken; irade ile şeytanı yenmek, onun dediğini yapmamaktır.
 
468.
LİYAKAT
 
Bundan önceki tebliğlerimizde yapılması ve yapılmaması gereken şeylerden bahsedilmişti. Herhangi bir şeyin yapılmasının veya yapılmamasının gerekmesinin sebebi, onu yapması veya yapmaması icab edenlerin iradelerinin kuvvetlenmesidir. Bunun için de insanların yapmamaları gerekenlere karşı iradelerini kullanarak karşı koymaları gerekir.
İnsanlar dünya hayatları boyunca yapılması ve yapılmaması gereken birçok hâdiselerle karşılaşırlar. Bu hâdiselere iradeleri ile karşı koyarak doğru olduğuna inandıkları tarzda hareket etmeyi başardıkları takdirde, tekâmülleri için lüzumlu olan bir ileri adımı daha atmış olurlar.
İşte dünyada, yapılması ve yapılmaması gereken şeylerin bulunmasının sebebi budur. Kısaca; yapılması gerekenleri yapanlar, bir taraftan iradelerini kullanıp liyakat kazanarak tekâmül yolunda ilerlerken, diğer taraftan da manevî kazançlar elde derler ki; bunlara genellikle sevaplar denilmektedir.
Aksini yapanlar, yani; iradelerini kullanamıyarak karşılarına çıkan cazip teklife veya hâdiseye uyarak, vicdan ve fikirlerine aykırı hareket edenler, tekâmülleri bakımından elde edecekleri kazancı temin edemez ve sonuçta gösterdikleri zaafı manevî azaplar çekerek öderler.
Çekilen bu azaplar da boşuna değildir. Çünkü o varlık tekâmül eksiklerini, iradesini kullanarak tamamlamayı başaramadığı için azap çekerek tamamlamak zorunda kalacaktır. Çekilen azaplar da bu yüzden, ceza olsun diye değil; o azapları çeken varlıkların tekâmül ederek olgunlaşmaları içindir. Fakat bu azaplar zaman zaman o kadar kuvvetlenir, o kadar dayanılmaz hale gelir ki; tam mânası ile bir ceza halinde tezahür eder. İrade kuvvetlenmesine gelince; irade, liyakatin artması için lüzumludur.
Bu; Mutlak Kanun esaslarına göre olan bir imtihan, bir denenme tarzıdır. Yapılması ve yapılmaması gereken şeyler son derece cazip şekillerde insanların karşılarına çıkarlar. Bu hâdiseler o kadar cazip olabilir ki insanları kendilerine çekebilirler. İşte bu anda o insanın vicdan, şuur ve iradesi harekete geçerek o insanı, yapılmamasının gerektiğine inandığı hâdiselerden uzaklaştırır.
Bu mücadele bazen çok hafif, bazen de son derece kuvvetli olur. Kazanan ise başarılı olur ve liyakat kazanır. İşte insanlar bu şekilde, karşılarına çıkan hâdiselerle denenir ve tekâmül yollarında ilerlerler.
Burada unutulmaması lâzım gelen bir nokta da şudur ki; insanlar yapılmaması gerekenlere iradeleri ile karşı koyacak güçtedirler. Çünkü bir insan, gücü ve liyakati üzerine çıkan hâdiselerle denenmez. İnsanlar daima iradeleri ile karşı koyabilecekleri ve yenebilecekleri hâdiselerle karşılaşırlar. Bu sebeple, karşılaşılan her hâdisenin, o insan tarafından en doğru şekilde çözülebileceğinin evvelden bilinmesi gerekir.
Karşılaşılan bütün hâdiseler iyidir, çünkü iyilik içindir. Burada yanlış anlaşılmaması gereken bir nokta daha vardır. O nokta da, bazen insanların karşı koyamıyacakları bir hâdise ile karşılaşmaları ve ellerinde ona karşı koyacak imkânları olmadığı için mağlup olmalarıdır. Bu gibi hâdiseler de, tıpkı hayat boyu karşılaşılan tüm diğer hâdiseler gibi tekâmül gereğidir ve karşı konulması imkânsız olan o hâdiseyi de, o hâdiseyle karşı karşıya kalan kişi ve toplumun tekâmül ihtiyaçları hazırlar.
Meselâ bir toplumu bir an içersinde alt üst eden semavî[3] bir hâdiseyi veya bir zelzeleyi düşünelim. O toplum böyle bir hâdiseyi yine kendisi hazırlamıştır. Gerçi o toplumda bu hâdiseyi hak etmeyen fertler de olabilir. Hattâ bu gibileri de diğerleri ile birlikte hâdise esnasında ölebilirler. Fakat bu hal, onların cezalandırılmaları demek değildir. Çünkü hayat ne bu dünyada başlar ne de burada biter. Onlar mutlaka mükâfatlanırlar.
İnsanların gidişatı, tekâmülleri için lüzumlu olan hâdiseleri hazırlar ve bütün bu hâdiseler, insanların liyakatlerini arttırarak tekâmül ettirecek hâdiselerdir. İnsanlar ise hayatları boyunca iradelerini ve şuurlarını kullanıp “liyakatlerini arttırarak” tekâmül yollarında ilerlerler.
 
469.
KÜL
 
Kül hakkında birçok şeyler söylenmiştir. Bütün bu söylenenler, daha sonra söylenecekler için hazırlıktan başka bir şey değildi.
Kül; madde hudut ve imkânları ile izah olamaz. O, her zerresi hisseden, duyan, değere sahip olan, liyakati olan ve serbestçe hareket imkânlarına değeri oranında malik olan “manevî” bir varlıktır.
Robotlu tezahürler de bu manevî varlıktan ayrı tutulamazlar. O, dünya imkânları ile izah olunamaz. Onun her zerresi (manevî zerre) hisseden, tekâmül eden bir varlıktır dedik. Bu manevî Kül’de şuursuz tekâmül edenler, şuurla tekâmül edenler, liyakatleri oranında serbestî ve imkânlara malik olan varlıklar vardır.
Bütün bu varlıklar, birbirlerine birçok manevî bağlarla bağlıdırlar ve insanlar bu bağlardan ancak pek azını bilir ve idrak ederler. “Hâdiseler, mukadderat, plân” denenler de insanların bu bağları kendi görüşlerine göre, bilmeden izah edişlerinden başka bir şey değildir.
Kül dediğimiz bu sistemin, dünyadaki madde ile yapılmış numune bir maketi vardır ki, ona da “insan” denilmektedir. İnsan vücudundaki hücreler, şuursuzca kendi yollarında nasıl hareket ediyorlarsa, varlıklar da Kül içersinde öylece şuurlu ve şuursuzca Mutlak Kanun esaslarına göre tekâmül yollarında ilerlerler.
Her şey birdir ve her şey o bir’dendir. Bağlı olmayan, arasında bağ bulunmayan iki varlık mevcut değildir.
 
470.
KÜL
 
Büyüğü tetkike gücün yetmiyorsa ufağı tetkik et. Ufakta da büyüğü bulabilirsin!.
 
471.
UFAKTA BÜYÜĞÜ GÖR!
 
İnsan ufağı tetkik ederek, büyükteki bilmek istediklerini bulabilir. Çünkü ufak da, büyük de aynı esas üzerine kurulmuştur. Bu sebeple kâinatta kâinatları, insanda kâinatı, atomda insanı bulmak mümkündür.
 
472.
SIR SAKLAMAK
 
Tekâmül safhalarının bazılarında olanlar, çoğunlukla bildikleri fakat birçoğunu izah edemedikleri sırları saklamak mecburiyetini hissederler.
Bunun böyle oluşunun bir hayli sebepleri vardır. Fakat bu sebeplerin başında; bilineni zamanı gelmeden açıklayarak, onu daha hazmedemiyecekleri teşevvüşe düşürmemektir.
Bu sebeple bazı sırlara vâkıf olanlar, iradelerini kullanarak bildiklerini saklarlar. Bu saklayış onların iradelerini kuvvetlendirir ve onlara tekâmül yolunda ilerleyebilmeleri için lüzumlu olan liyakati sağlayabilmelerinde rol oynar.
 
473.
KARŞILIK BEKLEMEDEN HÜRMET
 
Şayet bir toplumdaki fertlerin çoğu, karşılık beklemeden diğer fertlerin fikirlerine hürmet edebilmek seviyesine erişmişse, o toplumda huzur vardır.
 
474.
ÜÇ DİNİN BİRLEŞMESİ
 
Museviler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasında din farkı kalmayacak!. Bundan sonraki din münakaşa ve mücadeleleri doğu ile batı arasında yapılacak ve bir müddet bu şekilde ilerlenecek. Daha sonra da doğu ile batı arasındaki anlaşamamazlıklar giderilecek. Ve bundan sonraki mücadele diğer plânetlerdeki varlıklarla olacak.. Tekâmül devam edecek.. Ruhlar yükselecek..
 
475.
TEBLİĞ EDİYORUZ!..
 
Tekâmül, hiçbir fikrin veya bilginin hudutları ile sınırlandırılamaz!. Her üstün fikirden, bilgiden daima daha üstünleri mevcuttur.
Biz ise; “bu bilgileri” tekâmülü hudutlamak için değil, sonsuzluğunu belirtmek için veriyoruz!. Yüksek hakikatleri, devrin ve yakın geleceğin anlayabileceği bir lisanla ve misallerle tebliğ ediyoruz!.
 
476.
EN ÜSTÜN BİLGİ YOKTUR!.
 
En üstün bilgi yoktur!. Her bilginin üzerinde daha üstünleri vardır. En yüksek hakikate ise erişilemez!. Tıpkı en yüksek değere erişilemeyeceği gibi..
 
477.
TOPLUM İDARECİLERİ
 
Yapılması hoş karşılanmayan bazı şeylerin yapılmasında o toplumun idraki ve içinde bulunduğu maddî ve manevî hal çok mühim rol oynar.
Bir toplumda iktisadi düzen bozuksa, hırsızlıklar artar. Ahlâk düşükse, fazla yalan söylenir ve hile yapılır. Toplum idarecileri bunları toplumun realitesine uygun olarak önleyici çareler bulabilirler.
Fakat her şeyden evvel bu çareyi bulacak olanların, yalan söyleyerek idare mekanizmasını ele geçirmiş fertler olmaması gerekir. Çünkü yalanla yalancılık önlenemez ve istendiği kadar bahsolunsun iyi niyet arzu etmekle, iyi niyet elde edilemez.
Bilinmelidir ki, idare olunanlar kadar idare edenler de denenmektedirler ve bir takım mes’uliyetler taşımaktadırlar.
 
478.
GÖRDÜĞÜNE İNANAN İNSAN
 
İnsan gördüğüne inanabilir, fakat sadece gördükleri ile ruhunu tatmin edemez.
 
479.
BU BİLGİLER VE İSLÂMİYET
 
Bu bilgiler İslâmiyetin alması gereken son şeklinde en büyük rolü oynayacaktır. Bilgilerimiz muhtelif şekilde açıklanacak ve İslâm bir zamanlar olduğu gibi, hattâ ondan çok daha sür’atle yayılacaktır.
 
480.
MADDEYİ İNKÂR
 
Maddeyi inkâr etmek demek; dünya hayatını inkâr etmek demektir.
 
481.
HER ŞEY GÜZEL BU YER YÜZÜNDE!
 
Her şey güzel; fena yoktur bu yer yüzünde!. Yaşamak güzel, aşk güzel, dert güzel, ıstırap güzel, ölmek güzel..
Her şeyin sebepleri vardır. Gaye ise, tekâmülü sağlamaktır. Tanrı yolunda ilerlemek için, güzel olduğu halde güzel gözükmeyen, tatlı olduğu halde ıstırap veren hayatlar yaşamak, olgunlaşmak şarttır.
 
482.
ÖLÜM VE ÖTESİ
 
İnsan yepyeni sistem ve nizamların hüküm sürdüğü bir hayatı yaşamaya, yepyeni bir hayata geçiş olan; ölüme dalış’la başlar. Bu dalış eski hayatın unutulduğu andır.
 
483.
DÜNYADA DÜSTUR
 
Birçok kimseler dünyaya sadece kazanmak ve istediklerini yapmak için geldiklerini sanırlar. Bazıları da dünya hayatına ve çalışmaya değer vermezler. Kendilerini maneviyata verirler.
Bunun ikisi de yanlıştır. Dünyada maddenin tekâmüldeki değerini bilerek çalışmak, çalışmayı ruh tekâmülü için lüzumlu bilmek ve manevî hayatı ihmal etmemek lâzımdır.
 
484.
DÜNYA
 
Dünya, az veya çok cezalı ruhların indiği bir tekâmül yeridir, ki buna; ceza şeklinde hâdiseleri yaşaması gereken ruhların indiği tekâmül yeridir de diyebiliriz.
 
485.
ALLAHI SEVEN
 
İnsanlar Allahı sevdiklerinden bahsederler. Hakikatte bu, sevgi değil korkudur. Allahı gerçekten seven, ondan olanları sevmekle bu sevgiyi ispat eder.
İnsanlar Allahı neden sevdiklerini içlerine dönerek bir araştırırlarsa, orada; korkuyu, menfaati ve riya’yı bulurlar. Allahı hakikaten seven, bu sevgiyi sözle değil fiilen ispat eder ve ondan olanları sever, sevemediklerini sevmeye çalışır. Bu yol yükseliş ve tekâmül yoludur.
 
486.
SEVAP
 
Realitene en uygun gelen ve doğru olduğuna inandığın şeyleri, toplumun nizam ve intizamını bozmamak şartı ile yapmak sevaptır.
Hayatta hakkı olan bazı şeylerden kendini mahrum edenler, “Şeytanî” denilen kötü tesirlere kapılanlar, dünya hayatlarına zehir karıştıranlardır. Bil ki, dünya hayatı da ebedî hayatın bir parçasıdır. Hayatın değerini ise insanlar liyakatleri oranında verebilirler. Liyakat ise tekâmülle gelişir artar.
 
487.
MUCİZE
 
Kâinatın, kâinatların ve daha birçok varlıkların sahibi Allah, hiçbir varlığına veya kuluna mucize göstersin diye ayrı davranışta bulunmaz. Her şey Mutlak bir Nizama uygun olarak cereyan eder ve her mucizevî hâdisenin bir izahı vardır.
Sebepleri sonuçlar, sonuçları sebepler kovalarlar. Bir insan mucize göstermek için bir şeyler yapabiliyorsa, bu yapılanların bir izahı olduğu da muhakkaktır. Her şey, her hareket gibi bunlar da tekâmülle alâkalıdır.
 
488.
AZRAİL
 
İnsanlar sadece realitelerine uymayan şeyler yapanlardan, güçlerinin yettiklerini mahkûm edebilirler.
Mutlak Kanuna aykırı hareket edip meselâ; Azrail[4] dedikleri ölüm robotunu (ölüm hâdisesini) yenemez, yok edemezler.
 
489.
PEYGAMBER
 
Peygamberler, yapacakları vazifeye uygun bir hayat yaşarlar.
 
490.
LİYAKAT
 
Hayat dikenli yollarla doludur. Bu yollardan ancak liyakatle geçilir. Elde edilmek istenilen büyük şeylere liyakatle ulaşılır.
Liyakat, tekâmül için geliştirilmesi gereken bir hassadır. Liyakat, “liyakat” sözünden anlaşılandan çok daha yüksek mânalar ihtiva eder ki, insanlar bunu ancak kendi liyakatleri oranında sezebilirler.
 
491.
SICAK VE SERİN İKLİM TESİRLERİ
 
İnsanlar sadece tembel veya faaliyetsiz bir hayat geçirmek için sıcak memleketlerde bedenlenmezler. İklimin tesiri ile durgun bir hayat geçirenlerin geçirmekte oldukları hayatla, dünya hayat plânları arasında sımsıkı bağlar vardır.
Bir ruh sıcak memlekete iner. İklimin bedeni üzerindeki tesirleri altında, durgun gibi gözüken bir hayat geçirirken bazı tekâmül ihtiyaçlarını giderir. Ilıman iklimlerde doğmuş bir insan sıcak bir iklime giderse o iklimin tesiri altında bazı sahalarda durgunlaşır, hareketsizleşir fakat sıcak iklimde yetişen bir kişi ılıman iklimli bir yerde eskisine göre çok daha faal[5] hayat sürer.
İnsanlar serin havalarda elde ettikleri randımanı sıcak havalarda elde edemezler ve serin bölgelerde yetişen ana ve babalardan doğan çocuklar, sıcak iklimde yetişen ana ve babalardan doğan çocuklardan daha faal olurlar. Bu, Mutlak Kanun icaplarındandır.
Sıcak iklimde yetişmiş ana ve babadan bazı özellikler alarak doğan çocuklar daha serin iklimlere göç etseler dahi, ana ve babalarının yetiştiği iklimin özelliklerini taşırlar. Keza, soyu ılıman veya serin bölgeden olup da sıcak iklime göç edenler için de durum aynıdır.
Bu ve buna benzer hâdiseler, insanların kavrayamıyacakları bir mükemmeliyette devam eder giderler. Her olan iyidir! ve tekâmül içindir..
 
492.
ÖLÜM VE YAŞAMA SEVGİSİ
 
İnsanlar dünyada yaşarlarken ölümü sadece ve çoğunlukla üstün körü düşünürler. Fakat hatırlanınca ölüm insanları dünyaya bağlar, hayat mücadelesine teşvik eder. Kısaca; insanlar ölüm mefhumunun varlığında yaşama sevgisini ve arzusunu bulurlar.
 
493.
İNANILAN, FAKAT ZOR UYGULANAN!
 
İnsanlar, doğru olduklarına inandıkları fakat zaafları yüzünden kolay kolay ulaşamadıkları hedeflere doğru yaklaştıkça; tekâmül ederler.
 
494.
POLİTİKACI
 
Politikacıların, realitelerini (yani doğru olduğuna inandıkları şeyleri) veya menfaatleri olan hususları inatla savunmaları ve bu işi yaparken de başka realitelere değer vermemeleri sadece milletlerine zarar getirir.
Bu gibiler, ancak kendi içlerine dönüp vicdanları ile başbaşa kalarak doğru yolu bulabilirler.
 
495.
DİN VE TEKÂMÜL
 
İlimi de, felsefeyi de hudutlayan dindir. Dini ise hudutlayacak bir şey mevcut değildir. O; insanlar tekâmül ettikçe tekâmül eder, tekâmül ettikçe de beşeriyeti tekâmül ettirir, ilerletir.
 
496.
OLGUNLUK
 
Bir insanın manevî âlemle irtibatı, olgunluğu oranında fazladır.
 
497.
MANEVÎ ÂLEMLE İRTİBAT
 
Her insan hattâ her varlık, manevî âlemle irtibattadır. Fakat bunlar ancak olgunlukları oranında bunun farkına varabilirler.
 
498.
VİCDAN VE GÜNAH OLAN
 
Varlıklar o kadar muazzam bir sistem ve organizasyonun içinde yaşarlar ki, bu sistem ve organizasyondaki varlıklardan karıncalar ile insanlar arasında hiç denilecek kadar az fark vardır.
İnsanlar vicdanlarının kontrolü altında liyakatlerine göre bir hayat yaşarlar. Bu hayatta yapılan sevaplar ve günahlar ancak vicdanlarının günah addettiği şeylerdir. Bir insan, günah olduğuna inandığı bir şeyi yaparsa günaha girer!.
İnsanlar vicdanlarına (başka bir tarz izahla; kendi kendilerine) emanet edilmiş bir hayat geçirirler. En sonunda kendilerini cezalandıracak, hattâ cehennem azabına gark edecek yine kendileridir. Bütün bunlar Mutlak Nizam[6] icaplarındandır.
 
499.
BÜYÜK
 
Bir insan kendi varlığını küçük gördüğü oranda büyüktür.
 
500.
TOPLUM REALİTESİ
 
Her toplumun, her memleketin kendisine uygun bir tekâmül tarzı vardır. Orada yaşayanlar bu şartlara ve o toplumun kanun ve nizamlarına uygun olarak tekâmül ederler.
Bu tekâmül mücadelesinde dikkat edilecek nokta iyilikten ayrılmamak şayet toplumun realitesinde ve yaşayışında gerilik varsa onu gidererek toplumu iyiye, güzele ve ileriye çekip yükseltmektir.
 
501.
LİKAYAT
 
Liyakatin ne olduğunu sadece vermiş olduğumuz bilgilerden tanıyamazsınız. Liyakat öyle bir şeydir ki, onu tanımak; hem bilgiyi hem de tecrübe ve tecrübelerden elde edilen dersleri icab ettirir.
 
502.
TANRI
 
Her yükseğin üzerinde bir yükseklik mevcuttur. En üstününü ise daha üstün olanlar takip ederler. Her varlık için ise “en yüksek” aynı değildir. Çünkü varlıklar ancak kabiliyet ve liyakatleri oranında yükseklikleri sezebilirler. Sezilebilen yüksekliklerin zirvesine ise Tanrı derler. Halbuki O’nun yüksekliği ne düşünülebilir, ne de hissedilebilir. Fakat insanlar kabiliyetleri ile erişebildikleri yüksekliklerin zirvesinde Tanrının olduğuna inanırlar. Bu sebeple Tanrı, onu düşünenin, sevenin kabiliyeti ve liyakati kadar yüksektir. Her yükseklikte ise O bulunur.
Her varlık ancak kendi değeri oranında Tanrıyı değerlendirebilir. Bu sebeple O, O’nu değerlendirmek isteyen çeşitli varlıklar kadar değere sahiptir. Halbuki, hakikatte O’nun değerinin zerresini, katresini tasavvur etmeye imkân yoktur. Çünkü O her yükseklikte mevcut olduğu gibi daha yükseklerde de mevcuttur. O’nun asıl yüksekliğini, değerini bilmeye asla imkân yoktur.
 
 
 


[1] dört kitap: Zebur, Tevrat, İncil, Kur’ân.
[2] Neyzen Tevfik: (Bodrum 1897; İstanbul 1955)
Halk adamı, ney ve hiciv üstadı, şair. Hiciv (eleştiri) tarzındaki şiirlerinde; yobazlığa, cahilliğe, ahlâksızlığa ve istibdata (zulümlü baskıya) saldırmış ve eleştiri türündeki şiirlerinde “müstehcen küfürü” malzeme olarak kullanmıştır. Yaşamı süresince; aşırı derbederliği, madde ve mevkî’e kıymet vermeyişi, sürekli sarhoş oluşuyla tanınmıştır. Arapça, Farsça bilen, Kur’ânı ezbere okuyan, çeşitli dergâh ve medreselerden yetişmesine rağmen oralardaki yobazlık ve cahilliklere de devamlı saldıran bir kişidir.
Eserleri: Hiç (Hayatı ve şiirleri) 1918.
Azabı Mukaddes (Toplu şiirleri) 1949
Besteleri: Nihavent saz semaisi
Şehnaz buselik saz semaisi
Şu kıt’a kendisine aittir:
Felsefemdir kitâb-ı imânım,
Taparım kendi ruhumun sesine.
Secde eyler hakikatim her ân,
Kalbimin âteş-i mukaddesine.
[3] semavî: Gökle ilgili; Tanrıdan gelen. (Burada; gökten gelen, yani bir fırtına, yıldırım, fazla yağıştan doğan sel baskını gibi.)
[4] Azrail: Tek Tanrılı dinlerde, Tanrıya en yakın olan dört melekten (diğerleri: Cebrail, Mikâil, İsrafil) ölüm meleğinin ismidir. Hayat süresi dolan insanların ruhlarını bedenlerinden teslim alarak ölümün oluşumunu sağlayan güç olarak bilinir. Ne Kur’ân, ne de sahih hadislerde Azrail kelimesine raslanmaz. Kur’ân’da ölüm işlerine bakan meleğin adı “Melek-ül Mevt” (ölüm meleği)dir. Sahih hadislerde de ölüm meleği hep bu adla anılmaktadır. İslâmî bir kelime olarak kullanılmaya, Hz Muhammed’den sonra başlanmış olması kuvvetle muhtemeldir.
[5] faal: Aktif (faaliyet; aktivite).
[6] Mutlak Plân.