336.
İBADET
İbadet bir huzur kaynağıdır. Herkes istediği şekilde ibadet eder ve kendisine en yakın gelenini seçer.
337.
DÜNYADA EN İLERİ İDRAK
Dünya zannedildiği gibi ilkel bir okul değildir. Dünyada yaşayanların en mütekâmili olan insan, gelişip tekâmül ettikten sonra dünyada yaşama ve imtihan olma hakkını kazanmıştır.
Dünya reenkarnasyonunun sınırı Mutlak İnanç’tır. Mutlak Din’dir. Bunu idrak edenler için artık yeniden bir dünya reenkarnasyonu yoktur. Çünkü her imtihan yeri bir idrak devresi ile sınırlanmıştır. Bu sınırı aşanlar; idrak ettiklerini tatbik edebildikleri takdirde bir üst plâna geçerler. Her plânda ise idrak kademe ve mertebeleri mevcuttur ki, bu, imtihan olanlar arasında bir idrak farkı hâsıl eder ve bu farktan imtihanlar için istifade olunur.
338.
ISTIRABIN, HÜZÜNÜN TADI
Dünya ve benzeri imtihan yerlerinde en yüksek ruhî mertebeye erişenler; hüzün ile saadet arasındaki farkı mümkün olduğu kadar azaltabilenlerdir.
Hüzünü saadet addedenler, zorlukların zevkine erişenler için dünya dardır. Zevki hüzünle bir tutmak, dünya imtihanlarının üstüne çıkmış olmanın alâmetidir. Böyleleri hüzünü ıstırabı zevk, zorlukları kolaylık addederler.
Hakikatte de karşılaşılan zorluklar, bir süre sonra karşılaşılacak daha büyük hâdiseler için kolaylıklardır. İnsan hayatı boyunca lüzumsuz olan ve kendisi için zararlı bulunan hiçbir hâdise ile karşılaşamaz.
339.
AHİRET ŞUURU
Ruhun tüm tekâmülü süresince kazanmış olduğu bilgilerin bütününe ruhun “şuuru” adı verilmektedir. Fakat ahiret hayatlarını yaşamakta olan ruhların şuurları per değeri ile bağlı bulunmaktadır ki, biz buna ahiret şuuru demekteyiz.
Dünya ve benzeri yerlere inecek olan ruhların, dünya hayatlarında, o âna kadar yaşamış oldukları bütün hayatlar boyunca elde ettikleri bilgileri hatırlamaları, tekâmülleri için zararlıdır. İşte bu sebeple ruh, tüm bilgisini, maddeli hayata olduğu gibi yansıtamaz. Ancak zaman ve sırası geldikçe eski hayatlarında edindiği bilgi ve görgüleri madde süzgecinden geçirerek aslından çok daha silik olarak dünya hayatına yansıtabilir ve onlardan istifade edebilir.
Meselâ mütekâmil bir ruhun kolayca kabul edebileceği ruhî olaylara geri ruhlar inanmazlar, inanır gözükseler bile bu gibi hâdiselere karşı ister istemez lâkayt kalarak gereken alâkayı gösteremezler.
Bunun yanında ruhlar, dünyada, bir taraftan madde ile tahdit edilmiş bir hayat yaşarlarken, diğer taraftan da ahiret şuuruna malik bulunsalardı; o zaman, maddenin karşılarına çıkardığı imkânsızlıklarla şuurları arasında muazzam uçurumlar hâsıl olur ve sonuçta bilgilerini dünya hayatına tatbik etme imkânsızlığı ile karşılaşacaklarından, yaşadıkları hayata intibak edemezlerdi.
340.
SÜR’AT
Bir zaman gelecek, “sür’at” ile sür’atsizlik ifade edilecek. Zaman mefhumu yavaş yavaş silinme yoluna gidecek.
Teknik imkânlar, ışık hızına denk gelecek, fakat geçemiyecek. Işık hızına yaklaştıkça zaman yavaşlayacak, eski mefhum sarsılarak insan zamansızlığa adımını atacak ve orada birçok sırların anahtarını bulacak..
341.
ATOM
Atomlar, bundan önceki bilgilerimizde kasten anlatılmış olduğu gibi, elektron sistemlerinin birleşmelerinden hâsıl olan bir çekirdek ile o çekirdek etrafında dönmekte olan elektronlardan meydana gelmemişlerdir.
Gerçi atomları yine çekirdek ve elektronlar olarak ikiye ayıracağız. Fakat çekirdeğin durumu değişiktir. Atom çekirdeği de, atomlar gibi oluşmuş olan (daha basit) sistemler halindedir. Elektrondan daha küçük (+) ve (–) madde değerlerinin, bir nüve[1] tarafından çekilerek birbirlerine kenetlenmesinden hâsıl olur. Elektrondan küçük olan değerler (ki bunlar uzayda serbest olarak bulunan esîr sistemleridir) “karışık olarak” nüveye kenetlenircesine bağlanırlar ve müthiş bir sür’atle hareket ederler.
Nüve, aksi işaretinde olan değerler ile yüklenebileceği kadar (dengelenene kadar) yük yüklenir ve bu şekilde birçok “karışık” değerlerin dengesinden hâsıl olan bir çekirdek haline gelir. Bu da, her çekirdeğin değişik oluşunu sağlar.
Çekirdeğin kademe kademe meydana gelişi için sarf olunan enerji onda saklı olarak kalır ve bir denge bozulması halinde, atom çekirdeği basitlerine ayrılırken bu enerji serbest kalır. İşte bu, atom enerjisidir.
342.
ANALİZ
Buraya kadar verilen bilgilerde daima analiz yoluna gidildi. Meselâ dünya diğer dünyalardan, kâinat diğer kâinatlardan ayrılarak tetkik edildi ve bu yolda bilgilerle erişilebilecek yere erişildi.
Bundan sonra vereceğimiz bilgiler, tamamen dünya anlayış ve buud izahlarının üzerinde olacaktır.
343.
İBADET
Vaktî ibadetine başlarken daimî ibadetini bozmamaya çalış ve asıl ibadetin dünya hayatı boyunca devam ettiğini hiçbir zaman, vaktî ibadetteyken bile asla aklından çıkarma!.
344.
TEKÂMÜL VE İBADET
Her şey tekâmül gayesi ile değişmektedir. İbadet de bu sebeple şekil tezahürlerinden ruha ve ruhî tezahürlere yükselmektedir.
345.
RUH
Bugüne kadar ruh hakkında verilen tebliğlerde ruh ve perispri irtibatından kabaca bahsedildi. Ruhun tıpkı madde birleşmelerinde görülen bir şekilde perispri ile bağlandığı izah yoluna gidildi. Halbuki bu ön tebliğler ruhu tamamen izah edebilecek değerde değillerdi.
Ruh, dünya ve benzeri imtihan yerlerinde perispri vasıtası ile mevcudiyetini belli eder, fakat o dünya idraki ile düşünülebileceği gibi hiçbir bağla perispriye bağlı değildir. Ruh bedende de değildir. O, kâinat ve kâinatlarla hattâ manevî varlıklarla tam olarak irtibatta olan bir manevî varlıktır. Fakat bu irtibatına ancak tekâmülle erişebilir. Ruhun ancak tekâmül ederek yüksek değerlere erişebileceğini zaten daha evvel de izah etmiş bulunmaktayız.
346.
BEDENDEKİ CANLILAR
İnsan bedeni o insanın ruhuna bağlıdır. Bedendeki her hücre ayrı bir canlı değildir. Bedenin parçası olduğu halde ayrıca canlılık hassası gösteren hücreler, hakikatte perisprinin ruhtan naklettiği hassalarla canlı gözüken robot değerlerdir. Bedende yaşayan mikroplara, virüslere, bakterilere gelince onlar tekâmüldeki varlıklardır.
Bir canlının bedenindeki, o bedene “bağlı canlılık” alâmeti gösteren şeyler; hakikatte perispri vasıtası ile canlanan, ruh bedenden ayrılınca da ölüme mahkûm olan robotlardan başka bir şey değildirler.
347.
ÜST YÖNETİCİ SİSTEM
Bir mikrop için beden dünyadır ve bedenden olan dünyanın mes’ulü ve idarecisi ruhtur.
Birçok ruhların bedenlenerek daha birçok varlıklarla birlikte üzerinde yaşadıkları bir dünya ve o dünyanın da idareci ve mes’ulü olan ruh mevcuttur.
Birçok dünyaların ihtiva ettiği bir kâinat, ve o kâinatın da idareci ve mes’ulü olan ruh vardır.
Birçok kâinatların hepsinin de bir mes’ulü ve idarecesi “robot değer” vardır.
Bütün bu kâinatlardan başka, manevî değerlerin bir idarecisi ve mes’ulü olan “robot değer” vardır.
Bütün bu manevî değerlerin ve robotların da idarecisi ve mes’ulü bir değer vardır.
İzahı imkânsız yükseklikler ve bu manevî yüksekliklerde tasavvuru imkânsız değerler, varlıklar ve bunların da idareci ve mes’ulleri vardır... Ve bunların hepsinin sonsuzluklarla ifade edilemiyecek yüksekliklerinde ALLAH mevcuttur.
348.
MİLLETLER VE BİRLEŞME
Ayrı ayrı inançlara sahip milletler, birleşmiş gözükseler bile hakikatte beklenen sonuca ulaşamazlar.
İnsanların anlaşabilmeleri, birbirlerini kardeş görüp tanımaları için aralarında “ortak fikir ve gayeye” sahip olan idareye, partilere ihtiyaçları vardır. Bu partiler insanî münasebetleri kuvvetlendirerek tekâmül sağlayacak partilerdir.
349.
GELİŞMİŞ VE GERİ MİLLETLER
Gelişmiş milletlerin geri milletlere, geri milletlerin gelişmiş milletlere ihtiyaçları vardır. Bunlar birbirlerini istismar ederek değil, birbirlerine destek olarak yükselebilirler.
350.
DİN-İDRAK-MES’ULİYET
Bu inanç, bütün dinleri içinde toplar. Hiçbirisini hor görmez ve her birinin kendisine mahsus ibadetini tanır. Vaktî ibadeti asla men etmez; hattâ bu ihtiyacı hissedenlere vaktî ibadeti tavsiye eder. Çünkü daimî ibadete ancak bu yoldan erişilir.
Mes’uliyetsiz idrak olamaz! Bir şeyi idrak edip de onun mes’uliyetini idrak edememek mümkün değildir. İşte, idrak edenin mes’uliyeti ve yürüyecceği yol bu kitapta çiziliyor. Bu kitap, idrak edenlerin kitabıdır. İdrak edip de aksini yapanların ise, idrakleri ile yükseldikleri yerden, hareketlerinin idrak ettiklerine ters düşmesi yüzünden azaba yönelecceklerini bildiren kitaptır.
351.
DEĞER; CENNET VE İLERİ TEKAMÜL YOLU
Parasızken hakikî değer daha fazla kendisini belli eder. Madde zenginlikleri çok defa hakikî zenginlikleri perdelerler. Fakat madde zenginliğine rağmen, hakikî değer olan manevî değerini gölgelemeyenler daha yüksek değerlere erişirler. Bu, maddenin hakikî değer üzerindeki olumlu rolüdür.
Manevî değerlerden de, cüz’i irade süzgecinden geçtikten sonra değersizlik haline dönüşenler mevcuttur[2]. Manevî değerlerde tıpkı maddî değerler gibi fena yönde kullanıldıkları takdirde, ruh üzerinde olumsuz tesirler icra ederler.
Sevgi manevî bir değerdir. İnsan sevebildiği oranda yüksek değer sahibidir. Sevme hâssasını arttırmak demek, değerini artırmak demektir. Buna rağmen eğer sevgi bir insanı egoistleştiriyorsa veya onu kanun dışı yollardan madde teminine sevk ediyorsa, bu sevgi, o ruhta olumsuz bir manevî değer halinde tezahür eder ve o ruhun değer kaybına sebep olur.
Dünya hayatı, bu ve buna benzer misallerle doludur. Sevgi ve benzeri değerler, ancak onu değerlendirebilen ruhların ruhî yüksekliklerine göre değere sahiptirler. Görülüyor ki ruh, manevî değerleri de, madde değerlerini de; kendi ruhî kabiliyet hudutları (kendi değer hudutları) içersinde değerlendirebilmektedir. Şu halde değerler, muhtelif ruhlar tarafından kendi kabiliyet ve değerlerince değerlendirilebilmektedirler. Herhangi bir şeyin değerine, onu değerlendiren ruhun değeri oranında yaklaşılır.
Şu halde, maddeli ve madde benzeri vasıtalarla denenen yerlerde, değerler, daima sübjektiftirler ve o ruhun değeri ve buna bağlı olan değer takdiri ile değerlendirilir. Bu sebeple de, o manevî değer veya maddenin ihtiva ettiği sırlar çözülemez ve dolayısıyla, hakikî değerlerine dünya ve benzeri yerlerde erişilemez.
Çünkü herhangi bir maddenin veya manevî değerin, tam olarak değerlendirilmesi, ancak, o maddenin veya manevî değerin ihtiva ettiği sırların çözülerek değerlendirilmesi ile mümkündür. Bu ise madde ile denenmekte olan ve ahiret dönemini idrak eden ruhlar için mümkün değildir.
Bu açıklamaya göre, dünya imkânlarının hudutları da çizilmiş olmaktadır. Spatyom hayatının üzerine çıkanlar ve üstün hayat serbestîsine kavuşarak tekâmüllerine devam eden ruhlar, dünya imkânları ile izah edilemiyecek serbestî ve imkânlara sahip olurlar; fakat asla tam tekâmül etmiş bir durum arzetmezler. Onlar madde değerlerinin üzerine çıkmış, madde veya benzeri tekâmül vasıtalarıyla yüksek değerleri idrak mertebesine erişmiş ruhlardır. Fakat bu, hiçbir zaman manevî değerlerin bütün sırlarına erişmiş olmaları demek değildir.
Madde ve benzeri vasıtaların idrakle üzerine çıkan ruhların önünde artık, manevî değerlerden oluşan bir tekâmül yolu vardır. Onlar birçok manevî muammalarla[3] karşı karşıyadırlar. Değerlerin yükseltebildikleri oranda da bu muammaları çözebilirler. Muammalar çözüldükçe, karşılarında kendilerine daha yüksek değerler sağlayacak yeni meçhuller belirir.
Maddeyi geride bırakan, daima tekâmül ederek menşe’e yaklaşan ruhların önünde, zevk ve vecd[4] içersinde Tanrıya doğru uzanan bir yol mevcuttur. Bu yola başlamak, imtihan devrelerinin üzerine çıkmakla ve ruhî kabiliyetlerle manevî değerlerin içine nüfuz etmekle mümkündür. Dünya idrakine göre mecazî bir şekilde izah ederek isimlendireceğimiz bu yer ise, ruhların ebedî cennetidir.
352.
MECAZÎ İZAH
Biz bilgilerimizi yükselttikçe, bilgilerimizin içindeki mecazî izahları çıkarır, yerlerine hakikî izahlarını koyarız.
353.
MANEVÎ DEĞERLENMEDE EBEDÎ ŞUUR İLE DÜNYA ŞUURU
Maddeli hayatta, insanlar yüksek değerlere, madde, ile mücadele ederek erişebilirler. Bu, çeşitli şekillerde ve o insanın tekâmül plânına uygun olarak cereyan eder.
Aslî varlık olan ruh değerlenirken, bu hal ilk zamanlarda dünya şuuruna bir takım dengesizlikler, asabî haller halinde yansır. Buna sebep, dünya şuuru ile ebedî şuur[5] arasındaki değer farkının açılışıdır. Böyle bir hal vukuunda, ebedî şuurla dünya şuuru arasındaki manevî mesafe artar; yani değer ile uyumlu olarak açılır ve bu sebeple, dünya şuuru manevî şuaların şiddetli tesiri altında ezilir. Bu eziliş bedene yansır ve bedende asabî hallerin ve dengesizliklerin hâsıl olması sonucunu doğurur.
Bu baskılara dayanan, tahammül eden dünya şuuru, zamanla yüksek değer baskılarına kendini alıştırır. Bu; dünya şuurunun, ebedî şuurla, arasında meydana gelmiş olan mesafeyi kapayışı demektir.
Genellikle dünyadaki manevî değerlenmelerde, değerin fazlalığı hallerinde bu durum görülür. Buna dayanmak ve ruhun yeni kazandığı değerleri dünya hayatına yansıtmak için o insan cüz’i iradesini kullanmak zorundadır.
354.
TEDAVİ
Tedaviye muhtaç olmayan insan yoktur. Aranınca her insanda tedavi edilmesi icab eden bir hal bulunur.
355.
BEDENİN GÖRÜNMEZ HALE GEÇİŞİ
Bir insanın bedeni, yan yana dizilmiş elektronlar, dolayısı ile atomlardan meydana gelmiştir. Bu elektron ve atomların oluşturdukları madde ve kimyasal bileşikler birbirleriyle pek sıkı bağlarla bağlı olmalarına rağmen tamamen bağımsız haldedirler.
Meselâ bir atom, perisprinin ve dahilî şuaların vücuda tesir ettirilmesi ile diğerlerinden ayrılabilir. Hattâ bu şekilde, bir süre önce ortada olan bir insan bedeni, tekrar birleşmek şartı ile bir zaman için ortadan kaybolabilir. Bir insan, plânı icabı dünya hayatını yaşayacağı beden şeklini değiştiremiyeceğinden, ortadan kaybolduktan sonra bedeni, tekrar tıpa tıp eski halinde bir araya gelir.
Bedeni tekrar aynı vaziyete getiren şeyin perispri ve şualar olduğunu söylemiştik. Ölümden önce (ölmeden) beden basit elemanlarına ayrılsa dahi perispri, bedenin basit elemanları ile irtibatını kesmez. O, bedene ait elektronlara kadar nüfuz eder ve ruhtan aldığı emirle bedenin çözülmesini ve tekrar birleşmesini temin eder. Çözülürken dahili şualar. Vücuttaki atomları birbirlerinden çözülebilecekleri bir şekilde basınç altında bulundururlar ve bu basınç sonucu atomlar birbirlerinden çözülür. Birleşmede ise tersi olur. Vücut görünmez halde iken şualar, çözülmesini sağladıkları atomların aralarında görünmeyen elâstikî lifler gibi kalırlar ve birleşmede bu şualar tesirlerini kaldırır, atomlar da kendi çekimleri ile birbirlerini çekerek birleşirler.
Bir bedenin gözle görülmez hale gelmesi için atomların birbirlerinden ayrılması şart değildir. Vücudun molekülleri, hattâ hücreleri dahi birbirlerinden uzaklaştıkları takdirde vücut görünmez olur. Fakat vücut ne kadar kaba kısımlara ayrılırsa o kadar belirli bir haldedir. Meselâ atomlarına değil de hücrelerine ayrılan bir beden, bulunduğu yerde bir sis tabakası gibi gözükür.
Ruh ve şualar, o bedenle ilgili fakat bedenden olmayan elbise, çamaşır gibi şeyler üzerine de tesir ederek onları da basitlerine ayırabilirler. Fakat bu birinci halden daha zordur.
356.
VAZİFE MÜKÂFATTIR
Her ruh vazifelidir. Vazifeli olmayan ruh mevcut değildir. Maddeli hayatta zaman zaman yoran vazife, maddesiz hayatta mükâfattır. Ruhlar olgunlukları ve lâyık oldukları derecelerde vazifelendirilirler.
Vazife mukaddestir ve en büyük mükâfattır. Likayat arttıkça, vazife büyür, güzelleşir fakat kat’iyen ağırlaşmaz. Çünkü mükâfat olarak vazifelerin dağıtıldığı yerde ağırlık yoktur.
357.
PER DEĞERİNİN ÖZ DEĞER HALİNE GELİŞİ
Per değerinin hassalarını, tekâmül ederek kendi öz değeri haline getiren ruhlar, ahiretten ebedî cennete yükselirler ve orada tam bir manevî değer olarak iyilikler, güzellikler ve imkânlar içersinde daha yükseklere yükselirler.
358.
TEKÂMÜL VE İNSAN
Bir insan tekâmül ettikçe bağlı bulunduğu âdetlerinin bir kısmını terkeder, geleneklerinden uzaklaşabilir. Fakat bu, ondaki inancın zayıflaması değildir. Çünkü o ruhuna ve hakikî değerine yönelmiş, bunun sonucu olarak da ona o tekâmülü hazırlayan bazı basamakları terk etmiştir[6].
359.
MADDESİZ “ÜSTÜN HAYAT”
Tekâmüldeki varlıklar, maddesiz (yani robot değersiz) hayatlarını yaşarlarken madde tahdidi altındakilerin düşünemiyecekleri imkânlara maliktirler. Bu sebeple onların yaşadıklarına “hayat” demek dahi doğru olmaz. Çünkü o, hayat kelimesi ile ifade edilemiyecek değerdeki üstün bir hayattır.
Tekâmüldeki varlıklar şayet robot değer ve varlıklarla denenme safhalarını geride bırakmamışlarsa; daha can safhalarını idraktedirler.
360.
CAN SAFHASI
Tekâmüldeki varlıklar, yüksek hayatlarına ancak can safhasını geride bıraktıktan sonra erişebilirler. Yüksek ruhlar, yüksek hayatlarını yaşarlarken onlara canlı demek doğru olmaz. Ruhlar tekâmüllerinin mühim bir kısmını canlı olarak geçirirler. Tekâmül etmekte olan bir varlığın hayatı şayet “robot varlıklarla bağlı” olarak geçiyorsa, o ruh “canlı” bir hayat yaşar. Ruhların canlı olarak geçirdikleri hayat, yaşamakta oldukları tekâmül yerlerindeki robot varlıkların sağladığı imkânlarla hudutludur.
Şu halde ruhun yaşayabilmesi için mutlak surette canlı olması icab etmemektedir. Can, tekâmüldeki varlıkların yine tekâmülleri icabı robot varlıklarla irtibat kurması sonucu elde edilen bir hassadır. Ruhlar ölümle birlikte, bir bakıma canlılık hassalarını kaybederler, fakat hayattadırlar!.. Bir ruh robot varlıklarla irtibatta kaldığı müddetçe canlıdır. Ölüm hâdisesi ile canlılık hassasını kaybeden ruh, daha büyük bir serbestî ile hayatına devam eder.
361.
ZAMANLA HER ŞEY EN İYİYE DOĞRU
İbadet etmesi icab edenlere ibadet kendisini hissettirir. Hakikî ibadet ise hayatın kendisidir.
Herhangi bir şekilde ibadet eden kişiye, kendi ibadet tarzınızı, veya bu konudaki düşüncenizi anlayabileceği bir lisanla anlatabilirsiniz. Fakat asla onu, beğenerek yapmakta olduğu ibadetten uzaklaştırmaya kalkmamalısınız.
Hayatın bir bütün halinde ibadet olduğunu söylemeli fakat ısrarla anlatmaya çalışmamalısınız. O, ancak idrak edebildiğini sizden alacaktır. Siz ise ona daha fazlasını vermeye uğraşmamalısınız. Onun yolu da bir gün, daha güzelleşecektir. O da bir gün gelecek hakikati görecektir. Fakat siz onu bunları kabule zorlamamalısınız.
Zamanı gelince olacak olur. Olması istenenler ise zamanlarını beklerler. Her şey vakti gelince olur ve yapılır, fakat acele etmek doğru değildir. Olmamış bir şeyi hiç olmayacakmış gibi görüp telâşa kapılmamalısınız. Her olanın, en güzeli olduğunu biliyorsunuz. Fakat olması için zamanının gelmesi icab ettiğini unutmamalısınız.
362.
PER
Per değeri, vasıtalı denenme safhalarını aşmamış varlıklarda Tanrının temsilcisidir.
363.
ESKİYE BAĞLILIK
“Eskiye bağlı kalacağım” diye tekâmüle riayet etmeyen, geriye yönelenler; en başta, inandıkları dinlerine karşı gelenlerdir.
364.
EVVEL - SONRA
İnsanlar doğmadan evvel ne olduklarından çok, öldükten sonra ne olacaklarını düşünürler.
365.
ASLÎ HAYAT
Ruhların denenme ve imtihan safhalarını ihtiva eden bütün hayatlarından sonra erişebilecekleri tam manevî hayat’a, ruhların aslî hayatı denir.
Gerçi ruhların o âna kadar geçirdikleri hayat da o ruhlara aittir. Fakat ruhlar, robot baskılardan kurtulduktan sonra kendi öz değerleri ile başbaşa kalabilmekte ve ancak bundan sonra aslî hayatlarını bütün baskı ve tesirlerden uzak olarak, tam bir ruhî idrakle yaşayabilmektedirler.
Ruhlar, madde ve benzeri tekâmül vasıtaları ile denenerek yeterli değere sahip olunca, bir daha dünyaya veya benzeri yerlere inmelerine lüzum kalmaz. Artık onların önlerinde maddesiz, vasıtasız, yüksek bir tekâmül devresi vardır.
Ruhlar, yüksek tekâmül devreleri ile birlikte, asıl cennet hayatlarını idrake başlarlar. Cennet hayatında da tekâmül vardır. Cennetteki ruhlar da değerce daha yükselebilmek gayesi ile, idrakle, aşkla tekâmül yollarında ilerlerler. Bu ilerleyiş, Allaha doğru yükseliştir.
Ruhların asıl cenneti, aslî hayatları ile başlayarak sonsuzluklara doğru uzanan, izahı ve tasavvuru imkânsız güzelliklerle dolu bir hayattır. Aslî hayatla başlayan bu güzellik ve imkânlar cennetinin eşdeğeri anlamda bir cehennem yoktur.
Cehennem, ahiret hayatı yaşayan ruhların, denenme hayatlarında işledikleri günahların karşılıklarını ahirette bulmalarıdır. Cehennem azabı çeken ruhlar, bu azabı yine kendi menfaatleri ve iyilikleri için çekerler. Çünkü onların ruhen tekâmül edebilmeleri için bu azaba ihtiyaçları vardır.
Aslî hayatlarına erişebilen ruhlar için günah mevzubahis olamaz. Onlar zaten bütün ruhî zaaflarını geride bırakabildiklerinden bu seviyeye yükselebilmişlerdir. Bu gibi ruhlar iyilik ve güzellikler içersinde yaşarlar. Aslî hayat denilen, ruhların yüksek manevî hayatı; din kitaplarında izah olunan cennet hayatından başka bir şey değildir.
Ruhlar tekâmül ettikçe, per değerinin sağladığı yardımları bizzat kendi kendilerine temin edebilecek değer ve imkânlara yavaş yavaş sahip olurlar. Bu böylece birçok tekâmül devreleri devam eder ve en nihayet ruh, artık per değerinin yardımlarına ihtiyacı olmayacak, çok yüksek bir olgunluk seviyesine erişir.
Bu seviyeye erişebilmiş ruhlar için artık ne suç, ne günah, ne de cehennem azabı vardır. Bu gibi ruhlar, tarifi imkânsız güzellikler ve sayısız imkânlarla dolu bir hayatı, kendi emek, gayret ve liyakatleri ile yaşamaya hak kazanmış, kendi kendilerine emanet edilmiş ruhlardır. Onlar için ceza söz konusu değildir. Çünkü fenalık düşünemez ve yapamazlar, işleyebilecekleri hiçbir suç mevcut değildir. Bu sebeple günâhkar olmalarına imkân, ihtimal yoktur.
Onların, per gibi hiçbir robot varlık veya değerin kontrol ve ikazına da ihtiyaçları kalmamıştır. Çünkü aslî hayatlarını idrak seviyesine erişen ruhlar, kendi kendilerini büyük bir titizlikle kontrol edebilirler. Onlar kendi öz değerlerini vasıtasız olarak idrak mertebesine erişebilmiş ruhlardır.
İstedikleri takdirde yapamıyacakları hiçbir şey yoktur ve arzu ederek tahayyül ettikleri her şeye malik olabilecek imkânlara sahiptirler. Böyle olmalarına rağmen sadece izinli oldukları şeyleri yaparlar. Fenalık gayesi ile bir şey yapmak, hattâ böyle bir şeyi düşünmek, onlar için imkânsızdır. Yaptıkları her şey istisnasız iyilik içindir, iyiliktir.
Bir ruhun ahirette per değeri ile bağlı vaziyetindeki şuuruna ahiret şuuru, madde ve benzeri tekâmül yerlerindeki madde ve benzeri robot varlıklarla irtibatta olarak yaşadıkları hayatları boyunca malik oldukları şuura bağlı şuur, ve ruhların dünyadaki bağlı şuuruna da dünya şuuru demiştik.
Aslî hayatını yaşayan ve aslî şuur’una kavuşmuş bir ruh, o âna kadar geçirmiş olduğu bütün tekâmül merhalelerinde elde ettiği bilgi, görgü ve tecrübeleri hatırlayarak onlardan istifade edebilmek imkânlarını kazanır. Kısaca; aslî hayatını yaşamaya başlayan bir ruh, şuuru ve bütün melekeleri ile birlikte tam bir hürriyete kavuşmuş olur.
Bu mertebelere yükselmiş yüksek ruhlarını, Tanrı, liyakatlerine göre vazifeler vererek mükâfatlandırır. Dünyada madde baskısı altında ifa edilmekte olan vazifelerden birçokları yorucu, üzücü ve yıpratıcıdırlar. Halbuki, robot değer ve varlıkların baskıları altında bulunmayan ruhlara lûtfedilen Tanrı vazifeleri hiç de böyle değildirler. Onlar bu vazifeleri, hiçbir baskı altında bulunmadıklarından, yüksek liyakat ve imkânları ile yorulmadan başarabilirler.
Özet olarak; bütün imtihan ve denenme safhalarını geride bırakarak, aslı hayatlarını idrak eden ruhlar: yüksek vazifelerle mükâfatlandırıldıkları aslî hayatlarında da daima daha yüksek vazifelere liyakat kazanabilecekleri, tasavvuru imkânsız büyüklük ve güzellikler istikametinde, aşkla dolu yükselerek tekâmüllerine devam ederler.
[1] nüve: Çekirdek; merkez nokta.
[2] Manevî değerleri, cüz’i irade ile haksız ve kötü yolda kullanma sonucu..
[3] muamma: Güç anlaşılır ve anlamı gizli sırlar.
[4] vecd: İlâhi duygular ile yüksek heyecandan dolayı kendinden geçiş, cezbe hali.
[5] Ruhun sahip bulunduğu aslî şuur..
[6] “Gereksizi terk etmesi kişinin iman olgunluğundandır.” Hadis
Ana Hatlarıyla Hadis; Dr. İsmail Çakan, Ensar Yayınları 1983, S. 128.
|