Lisanssız Demo Sürümü
Lisanssız Demo Sürümü
Lisanssız Demo Sürümü
Lisanssız Demo Sürümü
Lisanssız Demo Sürümü
Lisanssız Demo Sürümü
Lisanssız Demo Sürümü
Lisanssız Demo Sürümü
Lisanssız Demo Sürümü
Lisanssız Demo Sürümü
Şuur İnanç II ; Bölüm 1 - www.şuurluinanç.com

 


 

  

 



 

 

 

  

                              
                                                                                                                                                     

         Aramanızı büyük harfle yapınız  

      

...Şuurlu İman devri , insanlığın idrak edebileceği en yüksek devir olacaktır...

Şuur İnanç II ; Bölüm 1
                        801.
                      TANRI
Tanrı , varlığı da dahil herşeyi tasavvur edilmesine imkan olmayan bir yokluktan var etti.O, kendi varlığını da var ettiği yokluğun sahibidir.Varlığını var ettiği yokluğu da var eden Allahın kudret ve değerini , kudret ve değer diyerek tarife imkan yoktur.
İnsanlar nasıl ki Tanrıyı düşünemezlerse yokluğu da düşünemezler ve bu sebeple de Tanrının büyüklüğünün zerresine , tefekkürle dahi erişemezler.Var ederek kendisine  malettiği yokluktan , varlığı da dahil istisnasız herşeyi var edişindeki hikmetin eşiğine bile yükselemezler.
Hiçbir varlık fikren , o yokluk bile denilemiyecek yokluğun yanına yaklaşamaz. Tanrının tarifi , O’nun neden izah olunamıyacağını izahla bile yapılamaz. O düşünülemez.O’nun var ettiği “Varlığı”nın değerine tırmanılarak ulaşılamaz hatta eteklerinde bile dolaşılamaz (1)(1: bu bilginin tarihi 22/11/1962’dir)
                                  
                                   802.
                                   YOKLUK VE HİÇLİK
Yokluk , hiçlik diye tarif ettiklerimiz değildir. Hiçlik mertebesine erişenler hiçlikleri değerlendirebilirler.Yokluk ise izah olunamaz.Hiçlikten maksat kaba robot  varlık’sızlık demektir.Hiçlikler , Mutlak varlık sınırlarını aşarlar fakat yokluğa ulaşamazlar.
Robotlu ortamlardaki, dolayısıyle madde kainatındaki değerler , hiçliklerdeki gibi değerlendirilemezler.Madde kainatındaki değerler , hiçliklerdeki değerlerle ters orantılı gözükür.Bu gözüken dahi izafidir.
                                  
                                   803.
                                   DÜALİTENİN SINIRI
Robot üstü tekamül merhaleleri artı ile eksinin kaybolduğu yerlerdir.
 
                                   804.
                                   BASİT MADDE
Maddeler basitlikleri oranında robot manevi değer ihtiva ederler.En basit maddeki manevi robot değerler arasındaki enerji bağı çok sağlamdır.
 
                                   805.
                                   ELBİSE
Elbiseyi bedeninizden çıkardığınız gibi bedeniniz de ruhunuzdan ayrılacak.Bedeninizin çırılçıplak kaldığı gibi ruhunuz da kalacak.Fakat o ne üşüyecek ne de fakirleşecek.Maddeden, robotlardan, putlardan soyundukça asıl değerine yaklaşacak;Şuurlu inançla da O’nun yoluna ulaşacak...
                                  
                                   806.
                                   OLUŞ VE DEĞERLER
Zannedildiği gibi sadece bir tip artı ve eksi mevcut değildir.Birbiriyle ilgili birçok (+) ve (-)ler mevcuttur.Ve bu  + ve – lerin pek azı insanlar tarafından hissedilebilir. Mesela madde , o maddenin bünyesindeki + ve – robot şuaların dengede bulunması ile mevcut olabilir. Bu dengenin herhangi bir sebeple bozulması , ya o maddeyi başka hale geçirir veya o madde daha başka bir maddenin mevcudiyetine karışır. Manevi değerler ise manevi değerleri çekerler.Bu , madde kainatındaki çekişin tamamen aksidir ki, sanki + nın – yi çekişi gibi izah edilebilir.                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                       
Manevi değerlere + denilirse , robot değerlere de – denilirse ; bunlar birbirlerini( dünyada olduğu gibi) hakikatte çeken değil , iten değerlerdir.fakat bu hal ancak madde üstü varlıkta anlaşılıp tesbit edilebilecek bir haldir.
 
Var Oluş  
 
Var edilişte “tekamüle sevk olunan” ve “ tekamüle yardımcı olacak” yani varlık halinde tezahür edecek değerler bir arada idiler.Buradaki en mühim nokta , tekamüle sevk olunan değerlerin de  “değersizlikler” halinde oluşu  ve robotlarla aynı işaretle gösterilebileceklerinden her ikisinin de – oluşu idi.
İşte ancak manen değerlenerek + hale  gelebilecek olan tekamüle sevk olunan varlıklarla , zaten – işaretli bulunan robotlar birbirleriyle alaka bağları ile sımsıkı bir şekilde karışık, “adeta birbirleriymişcesine”tekamüle sevk olundular.
Şimdi manevi değersizlik halinde  fakat değerlenmek imkanlarına malik bir değeri , bir robot değerle bir arada madde kainatında düşünelim ve buna madde kainatının “ en basit  unsuru” diyelim.Ve onu şekildeki gibi gösterelim.(ss 379)
(-) Vaziyetteki tekamüle sevk olunan değerlerle yine – vaziyetteki takamüle yardımcı robot değerlerden hasıl olan  bir zerre düşünelim ve ondaki en basit hareketi dünya idrakine göre anlatmaya çalışalım ...
Bu zerre , madde kainatının dışında – den hasıl olmuş bir değerler bileşimi halinde farzedilebilir. Bu şekilde oluşmuş olan zerreciklerin birbirlerini çektiklerini ve bir – değerler alemi vücuda getirdiklerini düşünelim.Bu zerreler birbirlerini çeken zerrelerdir fakat birbirlerinin içinde kaybolmazlar. Buna da sebep ; birbirlerinin içinde eriyerek tek bir varlık haline gelebielmeleri için tamamen aynı değerde olmaları gerekir. Halbuki robotlu zerreler arasında değer yakınlığı vardır. Fakat aynı değerde iki ayrı zerre yoktur.Bu sebeple , madde kainatında , zannedildiği ve deneysel olarak da ispatının mümkün sanıldığı gibi , tam anlamı ile  bir birleşme mümkün değildir.Maddenin esasını teşkil eden değerlerden hasıl olan en basit varlık  , diğer bir basit varlıkla kaynaşamaz ancak yan yana gelerek birleşir.İşte madde kainatında meydana gelmiş olan maddelerin istisnasız hepsi yanyana gelen  birçok basit varlıklardan hasıl olmuştur.
Bu şekilde hasıl olan varlıkların , tekamüle sevk olunmuş değersizlikler halindeki değerleri ,menşe’ tarafından (oraya ait olduklarından ve değerlenebilmek imkanlarına malik bulunduklarından) çekilirler. İşte menşe’, çekişinin , tekamüle sevk olunan değerleri çekişi ve robotların da birbirlerini çekmesi denge veya dengesizlik halinde tezahür eder. Bu , aslında , daimi  hareket halinde olan bu sistemin bu hareket dengesinden hasıl olan atıl halinin izahıdır.
Herhangi bir robot zerredeki tekamüle sevk olunmuş değersizlik değerlenerek uzaklaştığı taktirde , o robot eski vaziyetini kaybeder ve sonuçta civardaki diğer robotların robot değerleri tarafından çekilir.Bu çekilişten ya denge , yahutta dengesizlik hasıl olur.Manevi değeri eksilen bir robot zerre diğer kitleler tarafından daha fazla çekilmeye başlar.
Şu ana kadar anlatılanları tamamen madde üstü bir izah olarak anlamak gerekmektedir! Şu halde şöyle diyebiliriz :
Tanrının arzusundan hasıl olan “tekamüle sevk olunan değerler” yine Tanrının arzusu sonucunda hasıl olan “ tekamüle yardımcı değerler” , birbirleri ile karışık olarak Tanrıdan manen uzaklaştırılmışlardır. Gaye ; tekamüle sevk olunan değerlerin , varlıklar haline gelerek , liyakatleri ile Tanrıya yaklaşmalarıdır.
Değerlenebilme imkanlarını haiz olarak tekamüle sevk olunan değerler , değerlenmeye başladıkları anda varlık haline gelirler. Onların “var olduklarını idrak ettikleri an “ ise ruh olduklarını idrak ettikleri andır. Ruhlarsa tekamülün yüksek mertebesine , ancak inançlarını şuurlandırarak erişebilirler.Bu ise onların şuurla neden ruh olduklarını ve neden tekamül ettiklerini anladıkları anda başlar.Bu idrak da mes’uliyetler yükleyen , yüklediği mes’uliyetler oranında da değer sağlayan bir idraktır.
                                               *
Yukarıda izah edildiği gibi , Tanrının arzu ve iradesinden hasıl olan tekamül edecek değerler , robot değerler ile karışık olarak Tanrıdan manen uzaklaştılar ve Onu düşünemeyecek hale gelerek Mutlak Nizama uygun olarak tekamüllerine başladılar.
Mutlak kanunun tekamüle sevk olunan değerler üzerindeki rolü, onların(Tanrının iradesi ile) robot değerlerle bağlanmalarından sonra başlar. Bu sebeplede tekamül edecek bir “değer” saf vaziyette Mutlak Nizama tabi olmaz.Bunun için daha önceden robot değerler ile birleşmesi lüzumludur.
Tekamül edecek değerlerle , tekamüle yardımcı robot değerlerin husule getirdikleri “varlıklar” halindeki değerler (veya”varlıklar”) saf robot değerlerle Mutlak Kanunun icaplarına uygun olarak birleşebilirler.Bu hail şöyle izah edebiliriz:
Tekamüle sevk olunan değerleri izah ederken değersiz bulunduklarından dolayı – işaretlerle göterdik.Tekamüle yardımcı robot değerleri ise ,değerlenerek + hale gelemiyeceklerini kabul ederek – olarak göstermiştik.Mutlak Kanun üstü esaslarda + manevi değerlerin birbirini çektiğini fakat + ile – değerlerin birbirini ittiğini evvelce anlatmıştık.(şekil ss381)
İşte bu – işaretli manevi zerrecik , meşe’in erişilmez + kudreti ile meşe’den manen uzaklara fırlatılmıştır.Ve bu eksi haldeki tekamüle sevk olunmuş değersiz değerler ancak değerlenerek + değerlerini arttırarak tekrar menşe’e yaklaşmak imkanlarına maliktirler. Bu, tekamüle sevk olunan değerlerin, tekamüle yardımcı değerler ile birlikte tekamüle sevk olunuşlarının izahıdır.
Mutlak Kanun üstü bir birleşme ile varlık haline gelen manevi zerrecik , varlık haline gelişinden itibaren Mutlak Kanunlar çerçevesine girmiş ve; tekamüldeki manevi değer +, tekamüle yardımca manevi robot değer ise – olarak ifade edilebilecek bir hal almışlardır.
İşte bu şekilde hem tekamüle sevk edilmiş değer , hem de tekamüle yardımcı robot manevi değerden meydana gelmiş en basit robot zerre , ve bunların kabalaşmasından da madde kainatının en basit unsuru olan ser zerresi hasıl olur.  
En basit robot zerredeki tekamül eden değerlerin (+) menşe tarafından, tekamüle yardımcı değerlerin ise robotların (-) değerleri tarafından çekilmeleri ser zerreciğinde madde kainatının ilk hareketini meydana getirir.
Burada tekamül edecek saf değerler ,tekamüle yardımcı saf değerler ile  bir arada  tekamüle sevk edilmişlerdir sözündeki “ bir arada” veya “karışık” tabirleri tamamen mecazidir. Fakat bunları birbirlerine karışık tesirler halinde düşünebilirsiniz.
Bütün bu izahlar, bir şeyin , çeşitli şekillerde doğru veya doğruya yakın izah edilebileceğini anlatmak içindir. Hiçbir şeyin en üstünü olmayacağı gibi en üstün izah ve ispat da yoktur.Buna kısaca ;ispatın olmadığının izahı da denilebilir. Bir şeyi hakikate en yakın şekilde izah ise , dünya imkanları ile kat’i ve değişmez bir isbatın mevcut olmadığını bilmekle başlar.
 
İspat Tanrıya mahsustur !.
 
                                              
 
807.
                                               İSPAT
Yukarıdaki ,izaha “oluş”un alınmasına sebep ileride yapacağımız oluş izahı içindir.İçinde sizi teşevvüşte bırakan noktalar vardır.Fakat anlatılmak istenen ise mutlak izahın olmayışıdır.
 
 
Şu halde ispat sözü hakikatte insanlar için en imkansız olan bir şeydir.Çünkü ispat bir şeyin kat’iliğini ortaya koymak için kullanılır. Bu ise tekamül sistemine uygun bir varlıkta olmayacak şeydir. İspat taassuptan doğmuştur ve sadece taassubun mevcut olduğunu isbata yarar.
Şu halde bir şeye mutlak surette ispat edilmiş , değişmez gözü ile bakmak yanlıştır. Dünya kainatında bir hakikat ancak dünya kainatının bahşettiği imkanlar dahilinde anlaşılıp izah edilebilir.İspat da bu sebeple “ dünya imkanları” ile hudutludur.Dünya imkanları ise daha üstün imkanların tesirleri altındadırlar ve daima değişebilirler.
İspat , az veya çok, belirli bir zaman için kat’i tesir  gösterebilir. Dünya durdukça duracağı sanılan ispatlanmış şeylerden ancak Mutlak Nizam esaslarına uygun olanlar uygun oldukları sürece durabilirler. Fakat onlara dahi “ispat edilmiştir , kat’idir” demek doğru olmaz. Çünkü insanlar dünya durdukça duracak olan şeyleri önceden bilemezler.Bunu ancak biz biliriz. Gerekenlerin de pek mühim olmayanlarını çeşitli vasıtalarla bildirtir  , en mühimlerini ise aradaki vasıtamızdan başka hiçbir vasıta kullanmadan doğrudan doruya bildiririz.
Biliniz ki Mutlak Sistem üstü bilgileri bizden başka kimse veremez ! Verilenler ise ancak bizim verilmesini istediklerimizdir...
 
                                               808.
                                   İNSANLARIN SÜBJEKTİF(İÇ) ALEMLERİ
 
İnsanları bir sübjektif hayatları bir de dünyaya yansıttıkları veya yansıtabildikleri hayatları vardır.Sübjektif hayatla yansıttıkları hayatlar arasında ise irtibatlar vardır.
 
                                               809.
                                         YOKLUK
Düşünülebilen yoklukar , varlıklardır.
 
                                               810.
                        VARLIK, MUTLAKLIK , YOKLUK , TANRI..
 
Tanrıya varlık demek de doğru değildir.Çünkü O kendi varlığının dahi var olabilmesi için  evvelden mevcut olması gerekendir.
Varlıkların ve varlıkları varettiği (izahı imkansız) yokluğun sahibi olan Allah , tefekkürle dahi erişilmesine imkan olmayan çok yüksek gayelerle var etme işine devam etti. Bunun sonucu olarak da  O’nun arzusundan , tekamül ederek değerlenip yükselecek varlıklarla ,  tekamül ettirici çok yüksek yardımcı varlıklar var oldular.İlk var olan bu iki varlık arasında  büyük farklar vardır.
Tekamüle sevk olunan varlıkların değerlenerek yükselebilmeleri ve robotlar tarafından ifa edilen en yüksek vazifeleri dahi liyakatleri oranında yerine getirebilmeleri  , tekamüldeki gayedir. Fakat O’nun gayesi böyle söylemekle asla tahdit edilemez.Herşeyi sonsuzluklarla dahi izah edilemiyecek olanın gayesini idrake , sözle , izahla , tefekkürle asla erişilemez.O tekamüle sevk ettiği varlıklarını, değerlenme imkanlarına malik değersizlikler halinde  , kendi öz varlığını da var ettiği , maliki ve hakimi bulunduğu , izah edilmesine imkan olmayan”yokluk”tan var etti.
Hiç şüphesiz ki O, kendi varlığını da var ettiği maliki ve hakimi olduğu yokluğu da  var edendir.O , yokluğun bir kısmının , liyakatleri ile şuurlanıp tekamül ederek kendi erişilmez değeri istikametinde değerlenerek yükselmesini isteyendir.İstedi.. ve oldular !...
 
 
Yokluktan tekamüle sevk olunan yokluk halindeki varlıklar sadece değerlenerek tekamül edebilme imkanlarına malik “değersizlikler” halinde doğdular. Tanrı ise onları, kendi varlığını da var ettiği yokluktan var eden ve onlara evvela şuurlanma , sonra da şuur ve liyakatle yükselme , hatta yaratabilme imkanlarını verendir.Fakat onlar bu imkanlarla dahi asla Tanrının değerinin zerresine ulaşamazlar.
Tekamüldeki varlıklar Tanrının büyüklüğü karşısında değersizliklerini idrak edebildikleri oranda değerlenebilirler , aczlerini hissedebildikleri oranda da imkanlarını genişletebilirler.
Tanrının tekamüldeki varlıklarının sistemli olarak tekamül etmelerini  arzu etmesi sonucu  , tekamül yardımcıları denen”melekler” hasıl olmuştur.İşte bu melekler oluş’tan , çok yüksek , ne anlatılması ne de anlaşılması mümkün olmayan değerlere maliktirler. Onlara Tanrının bir kısım arzularının tezahürleri de denebilir. Bu sebele de onlar Tanrının arzularını  gerçekleştirebilmek için bütün imkanlara maliktirler.Şuurları ise Tanrının izahı imkansız , şuur bile denilmemesi gereken şuuruna bağlıdır. Fakat bağlı olmalarına rağmen tam bir robot halinde tezahür etmezler. Serbestçe düşünebilir ve hareket edebilirler.Buna rağmen bütün düşünce ve hareketleri tanrının isteklerine uygundur. Bu sebeple hata yapmazlar.
Onlar için günah ve hata yapabilmek hiçbir zaman mümkün olmayan şeylerdir. Tanrıya şuur şuaları denilebilecek şualarla bağlı  bulunmaları böyle şeyler yapmalarına manidir.Tanrının şuurunun meleklerdeki tezahürüne “ vazife şuuru “ denilebilir.Şuurlu İnanç yolunda olanların kendilerine örnek olacak  , onun istikametinde tekamül ederek yükselecekleri şuur da budur.
Meleklerin lüzumlu olan bütün imkanlara oluş’tan malik bulunduklarını söylemiştik.Onlar kendi liyakatleri ile tekamül etmezler , fakat icap ederse tekamül eder gözükebilirler , hatta robotlu maddi varlıklar haline gelebilirler.Bir süre için takamül yerlerine inerek tıpkı tekamül etmekte olan varlıklar gibi yaşayabilirler. Hatta kendi arzularyla tahdit edilmiş imkanlarına dayanarak bu süre zarfında kendilerini tekamül eden varlıklar zannedebilirler. Birçok yerlerde aynı veya değişik zamanlarda tezahür edebilirler.Onların kainatlar halinde tezahür edebilmeleri dahi mümkündür. Fakat bütün bu hallerde sırf Tanrının emirlerine uygun olarak vazife ifa etmek maksadı ile gelirler.Onların halk etmek de dahil başaramıyacakları hiçbir vazife yoktur.
“Robotlar” dahi denmemesi gereken bu yüksek vazifelilerin ifa ettikleri çeşitli vazifeler göz önüne alınırsa , ayrı ayrı vazifeler halinde düşünülebilecekleri gibi  , bütün bunlar tek bir vazife haline getirilerek de düşünülebilir.O zaman da şimdiye kadar vazifeliler diye anlattıklarımıza vazifeli denilebilir.
İşte beşeriyet “Tek Allah” esasına dayalı dinlerle , bu tek vazifeliyi idrak seviyesine yükselmiş , bu vazifelinin üzerindeki ( neden izah olunamıyacağının bile idrak edilebilmesi mümkün olmayan) Allahın mevcudiyetini hissedebilmesi için gereken tekamül merhalelerini aşmış , en sonunda vermeye başladığımız Şuurlu İnanç bilgilerini alabilecek idrak değerine ulaşmıştır.
İşte Tanrının şuuruna bağlı bu , halk edebilme imkanlarını haiz , varlıklar halinde de tezahür edebilen varlık ; Tanrının arzusuna tıpatıp uygun bir Mutlak Varlığı halk etmiştir ve  yine Tanrının emirlerine uygun olarak onu , bu yoldan halk edilenler için “Mutlak” etmiştir.
O  Mutlaktır ; fakat , Mutlak üstü varlıklar mutlaklıkla  tahdit olunamazlar.Tasavvur edilmesine imkan olmayan yokluk karşısında Mutlak acz içerisindedir. O yokluğun sahibi ise mutlaklığın çok yükseklerindedir.Bir yokluğa “Mutlak Yokluk” demek, onu varlık haline getirir. Tanrının herşeyi var ettiği yokluk ise , varlık haline gelmesine imkan olmayan fakat Tanrının iradesi ile varlıklar doğuran yokluktur.Mutlak denen şeyler de o yokluktan doğmuştur. O doğan ise “Mutlak”tır.Çünkü onun esaslarına uygun olarak yaşayıp tekamül edenler , onun kendileri için mutlaklık hassasını haiz sınırlarını aşamazlar.
O Mutlak varlıktır; çünkü , Mutlakın üzerindeki değerlere varlık demek doğru olmaz. Onlar, Mutlak Varlık esaslarına uygun olarak yaşayanların  , varlık olarak düşünebilecekleri herşeyden çok daha üstün kıymetlerdir. O  Mutlaktır ; çünkü insanlar tefekkürle dahi onun üzerindeki değerlere ulaşamazlar. Bunun için de mutlak üstü değerler bile insanlara mutlak değerler halinde gözükür.
Bu sebeple , vermekte olduğumuz mutlak üstü bilgileri , hakikatte Mutlak Varlığın size sunduğu imkanlarla liyakatiniz oranında değerlendirebilmekte , hatta mutlak üstü olduğuna inandığınızı sandığınız Allah’ı bile ancak Mutlak varlık halinde hissedebilmektesiniz.
                                   811.
                                   ZORLUKLAR
 
Zorlukları , hakikatte birer yardım olduklarını unutmadan aşınız.
 
                                   812.
                                   MADDE
 
            Maddenin oluşunu izah ederken ,” Madde manevi robot değerlerin kabalaşmasından hasıl olmuştur..” denilmiştir. Buna aynı zamanda “ robot değerler , meşe’den uzaklıkları oranında kabadırlar” denilebilir.
 
                                   813.
                                   TOPLUMUN RUHSAL DURUMU VE PLAN
 
Uygulanması düşünülen bir plan yapılmadan önce  , o planda yer alanların ruhsal durumlarının tetkikini gerektirir.Bir planı tatbik edebilmek , ancak o planı tatbik edebilecek elemanların mevcut olması ile mümkündür. Bu sebeple tatbik edilmesi düşünülerek yapılan planlarda , daima , o planı tatbik edecek toplaum , toplumun realitesi  ve ruh gücü araştırılmalı ve plan hazırlanırken de bu noktalar göz önünde bulundurulmalı.
 
                                   814.
                                   TANRININ VARLIĞI
Her şeyden, hatta düşünülüp tasavvur edilmesine  bile imkan olmayan yokluktan da evvel var olan Allahtır. Fakat bu varoluş evvel veya sonra denilerek , zaman mefhumu ile izah olunamaz.
Varlığını , ( yokluk hassasına halel getirmeden tam bir yokluk ettiği) yokluktan “Her şeye kadir şuur” olarak var ettiği , şuur dahi denilmemesi gereken “o değere” zerre de denilemez. Yine o zerrenin kudreti sonsuzluklarla da ifade edilemez. Fakat ona , Tanrının “yokluktan var etme” arzusundan doğdu denilebilir.
O’dur evvela var olmayı arzu edip var olan! O’dur , varlığından evvel arzu edebilen ! O’dur  var ettiklerini sistemlerine halk ettirerek tekamüle sevk eden! O’dur var ettiklerine bu işleri gördüren!.
                       
                                   815.
                                   KARDEŞ-DOST
Sizin sadece bu dünyada yaşayanlara değil , öbür tekamül yerlerinde bulunanlara da , ahirete göçmüş olanlara da  dost gözüyle , kardeş gözüyle bakmanız gerekir. Unutmayınız ki size çok uzaklarda gelen  , hakikatte sizin çok yakınınız olabilir.
 
 
                                   816.
                        TEKAMÜL MÜCADELELERİ
 
Dinin felsefeden , felsefenin ilimden ayrı olduğu görüşü tekamül için lüzumluydu. Şayet bunlar başlangıçtan beri bir arada düşünülseydi , o zaman  lüzumlu olan fikir münakaşaları , tekamül mücadeleleri olmaz  , bunun sonucunda da benimsetici metod tatbik edilemezdi.
Hakikatte din , felsefe ve ilim birbirlerine ruh ve bedenden çok kaynaşmış şeylerdir. İşta tekamül mücadelesinde de bu halden istifade edilmiş ve birbirlerinden ayrılmasına imkan olmayan şeyler ayrı düşünülerek daha doğrusu düşünülmeye çalışılarak takamül mücadelelerine lüzumlu olan zemin hazırlanmıştır.
Şimdi akla bir sual gelebilir. ; Şuurlu İnanç yolunun açılması ile insanlar acaba nasıl tekamül edecekler.? Evet , Şuurlu İnanç ile bir çok mücadeleler kökünden önlenecektir , fakat aynı zamanda da yepyeni tekamül alanları belirecektir..
 
                                   817.
                                   ŞUURLU İMAN
           
            Şuurlu İnanç demek imanın şuurlanması demektir ki ona ilerde Şuurlu İman denilecektir. Ve beşeriyete , bu bilgilerle , zaten özüne sahip olduğu imanın nasıl şuurlandığı gösterilecektir.
 
                                               818.
DÜNYANIN SONU
 
            Dünyanın ne zaman sonu  geleceğini verdiğimiz bilgilere dayanarak  siz de tahmin edebilirsiniz. Dünya bir tekamül okuludur. Faydalı olduğu sürece var olacaktır. Dünyada tekamül eden varlıkların en üstünü olan insanlar ise dünyada kaldıkları müddetçe madde ile denenmekte ve tekamül ederek ona hakimolmaktadır.Şayet  insanlar maddeye tamamiyle hakim olabilirlerse o zaman , dünya bir tekamül okulu olmak hassasını kaybeder ve sonuçta da yok olur.
            Dünyanın var olabilmesi için dünya medeniyeti ve bu medeniyetin içinde doğan  ve  onu günden güne geliştiren insanlar bir ölçüdür.Her nesil bir sonraki nesile daima biraz daha tekamül etmiş bir zemin bırakır.Yeni gelenler de onu biraz daha tekamül ettirirler. Tekamülde ölçü ise maddeye hakimiyettir.
            Bu böylece sürüp giderken bir zaman gelir ki insanlar esir zerresini tetkike ve onun içerisindeki manevi ve robot değerleri ayırmaya çalışırlar. Bu hal iyiye kullanılırsa dünyanın yepyeni tekamül devrelerinde  okulluk yapabilecek halde kalmasına i fena kullanılırsa da onun mahvolmasına yol açar.Sözün kısası ; dünyanın mahvı , zamanla ona hakim olacak insanların elindedir. Aynı sebeplerle her an milyonlarca tekamül yeri mahvolmakta ve yerlerine yenileri meydana gelmektedir.
            Bir tekamül yerinin mahvolması için o tekamül yerinde tekamül etmekte olan  en ileri varlıkların  artık o yerden faydalanamıyacak yüksekliğe erişmeleri gerekir.
 
                                                           819.
                                               YUVARLANIŞ
Bir vazifeli için kayıp ancak yolumuzdan uzaklaşmak temayülü göstermesi  ile başlar. Biz ise onu evvela korur ve deneriz , yine yoluna dönmesini bekleriz. Dönmeyince de alçaklıklara yuvarlanmasına engel olmayız. Çünkü o, zamanla geçtiği yollardan tekrar geçmek , evvela alçalıp sonra yükselmek ihtiyacında olandır. Ona en uygun yardım ise , ulaşmış olduğu yere tekrar yükselebilmesi için değersizlikler içine yuvarlanmasıdır. Bu yuvarlanış dünya anlayışına göre çok acı ve fenadır.
 
                                                           820.
                                                           İYİ
 
            Hakikatte iyi olmayan bir insan , vatana , millete  iyilik edemez, ancak iyilik eder gözükebilir. Böyle oluşu da onun egoistçe hislerini tatmin içindir.
 
                                                           821.
                                               HZ. MUHAMMED
 
            Muhammed din devrinin son peygamberi, aynı zamanda da Şuurlu İnancı ilk açıklayan vazifelidir.
                                  
                                                           822.
                                               ŞUURLU İNANÇ BİLGİLERİ
 
            Şuurlu inanç demek , kısaca dinin bilim haline gelmesi demektir. Bu sebeple de önceden  “Muhammed’ten sonraki peygamber bilimdir” demiştik. Fakat bu hal ne bilimin gelişip felsefeyi , ve dini yok etmesi , ne de dinin ve felsefenin ortadan kalkması manasına alınmamalıdır.
            Dinden ortaya çıkan felsefe gelişerek bilimin doğuşunu , ilerleyen bilimse , Şuurlu İnancı açıklayan bilgilerin verilebileceği zemini hazırlamıştır. Şu halde ilk bakışta zannedildiği gibi bu , bilimin genişleyerek dini istila etmesi değil , insaniyetin dini bilimsel izahlarla anlayabilecek seviyeye  erişmesi demektir. Çünkü bilim mevcut haliyle dini izah edebilecek durumda değildir.Şuurlu İnanç bilgileri  , din yoluyla verilen bilgilere dayalıdır. Bu bilgiler ise bilimi çekip din seviyesine yükseltecek bilgilerdir.
            Bu nokta çok mühimdir. Biz bu bilgileri vermeseydik ; ne Şuurlu İnanç ne de yarının üstün bilimi olamazdı.Bu sebeple bilgilerimiz evvelce dinin gelişmesi için ne kadar lüzumlu idiyse bugün ve yarın da bilimin ilerlemesi için o kadar elzemdir.
 
                                               823.
                                   ŞUURLU İMAN NEDİR
 
Şuurlu İman’ın ne olduğunu anlayabilmek için evvela iman nedir onu öğrenmek gerekir. İman , kısaca ; tekamüldeki bir varlığın , daha üstün bir kudretin varlığını idrak ederek buna ruhu ile inanacak mertebeye yükselmesi demektir. İman sadece tekamül ile idrak edilebilen bir değer değil , ruhun  öz varlığında mevcut olan bir değerdir. Fakat onun mevcudiyetini hissedebilmek ancak tekamülle mümkündür.
İman ruha ebediyen bağlı kalacak olan değerdir. Böyle olunca da ileri bir tekamül seviyesinde iman ile per birbirlerinden ayrılırlar. Çünkü ruh ile per ancak robotlu tekamül devresinde ve Mutlak Kanun icaplarına uygun olarak tekamül ettiği müddetçe bağlı kalır. Bu sebeple de per’e  , ruha Mutlak kanun esaslarına uygun olarak bağlanan değer de denilebilir. Şu halde bir ruhun mutlak kanun esaslarına bağlı  olarak tekamül ettiği müdetçe per’e bağlı kalması , per’i Mutlak Kanun icaplarına dahil eder. İman ise ruha bağlı ve ondan ayrılmaz bir değerdir ve çok geniş kapsamlıdır. Bu sebeple de ona “ ruhun şuuru” veya “ ruhun bilgisi” de denilebilir.
Naslı ki ruhlar yaşadıklarını  idrak ettikleri an ruh  haline dönüşüyorlarsa , yine o ruhlar , Tanrı tarafından kendilerine var edilişlerinde lütfedilen imanlarını da şuurlandırmaya başladıkları anda Şuurlu iman yoluna ayak basarlar. Bir ruhun yaşadığını idrar ederek şuurlanması kadar mühim olan  bir diğer tekamül merhalesi de  Şuurlu İman merhalesidir. Çünkü Şuurlu İman demek , Tanrının oluş’tan ruhlara verdiği bir değeri (ki bu imandır) tekamül ederek şuurlandırması  ve imanı şuurla tanıması , onu (otomatik olarak değil ) kendi öz değeri olarak kullanmasıdır.
Bir ruhun yaşadığının hissederek ruh haline gelmesi otomatik olarak tezahür eden bir hadisedir. Keza onun yaradılışında mevcut olan “iman” denilen değerden dini inancın doğması da robot yardımlarla olan bir şeydir. Şuurlu İnanca ise sadece robot yardımlarla ulaşılamaz. Çünkü imanın şuurlanması , ruhun kendi kendisini şuurlandırması demektir ki buna ; ruhun , Tanrının var ettiği “ varlığını” kendi liyakati ile şuurlandırarak kendisi için var etmesi de denilebilir. Fakat bu iki var edişi bir tutmamak hatta birbirine yaklaştırmamak gerekir .
İşte beşeriyet onbinlerce sene dini yollardan sırf inancını  , daha doğrusu öz varlığını değerlendirmek için tekamül etmiştir. Ruhların doğuştan malik bulundukları imanı  , sahip bulunduğu halde değeri bilinmeyen kıymetli bir mücevhere benzetebiliriz.Bu mücevherin ona sahip olan tarafından değerlendirilebilmesi için evvela kıymetinin bilinmesi gerekir. İşte Şuurlu İman bilgileri ile biz  , imanı değerlendirme imkanlarını veriyoruz.
 
                                               824.
                                               KUR’AN
Ku’an din devri esaslarına göre Şuurlu İnancı izah eden kitaptır.
 
                                               825.
                                               İMAN
 
İman insanlardaki inanma kudretidir.Bu kudret ilk insanda da mevcuttu, yeni doğmuş bir çocuktada mevcuttur(1)(1: ” her çocuk müslüman doğar”- Hz.Muhammed – hadisini de böyle anlamak gerek.). Bu kudret, insanların inandıkları bilgileri benimsiyerek ruhlarına maletmelerine yarayan kudrettir. Bir bilginin benimsenip hayata tatbik edilebilmesi için o bilgiye iman edilmiş olması  , imanla inanılmış olması gerekir.İnsanın iman ettiği bilgiler ise sadece dini yollardan edindiği  bilgiler değildir. Çünkü insan  din yolundan edinmek imkanını bulamadığı bazı bilgilere de imanla sarılabilir. Mesela bilime imanla sarılarak , bilimden başka bir yoldan  izah edilenlere inanmayanları bu söylediklerimize örnek olarak gösterebiliriz.
İlk insanda dahi mevcut olan inanma gücüne , yani imana, şuurlu bir iman denemiyeceği gibi , din devrindeki iman da şuurlu bir iman sayılmaz.İlk insanlar insan olarak var oluşlarından itibaren iman etme kudretine maliktiler  ve bu kudret onlara kendilerinden üstün bir varlığın mevcudiyetini hatırlattı. İlk insan iman edebilme gücü ile dünya hayatına gözlerini açtığı vakit otomatik olarak civarında iman edecek şeyler aramaya başladı ve buldu.
Bir insanın herhangi bir şeye iman edebilmesi için duyuları vasıtası ile edindiği bilgileri idrak ederek şuurlandırması gerekir. Bir şeye iman edilmesi için o şeyin önceden , idrak edilmiş olması lazımdır.Fakat insanlar inandıkları şeylerin hepsini başkalarının da inanabileceği şekilde savunamazlar. Bu sebeple de bir insanın iman ettiği şeye diğer bir insan iman etmeyebilir ve iman eden , etmeyeni ikna edecek imkanlara malik olmayabilir.
Bir insan ancak iman gücüne uygun olarak iman edebilir.Bu güç ise pek çeşitli tarzlarda tezahür eder. Bir kimse Tanrının birliğine iman etmişken , yanıbaşındaki , Tanrının mevcut olmadığına inanmış olabilir. Her ikisi de inandıkları şeyleri birbirlerine karşı kanıtlaryla savunabilecek durumda değildirler. Bir insanın iman edebilmesi için inandığı şeylerin mutlak surette ispat edilmiş  bilgiler olması gerekmez.İnsan iman gücü ile ispatı mümkün olmayan şeylere de iman edebilir.Bu da insanların sadece deneysel yollarla tesbit edilebilen şeylere değil , bunun dışındakilere de iman edebileceklerini gösterebilir.Nitekim insanlar din devri boyunca ispatı mümkün olmayan şeylere inanarak ve inandıklarını da savunarak  bugünkü seviyelerine ulaşabilmişlerdir. Din devri , baştanbaşa “ispatı mümkün olmayan şeyelere iman edilen devirdir” denilerek de tarif olunabilir.
İnsanlar şayet iman ettikleri şeyleri başkalarına ispat edebilselerdi , tekamül mücadeleleri dediğimiz mücadeleler olmayacak ve din devrinden beklenen faydalar da sağlanamayacaktı.İmanın şuurlanması demek sadece , insanın inandığı şeylere neden neden inandığını kendisine ispat edebildiği devir demek değildir. Bu devir , insanların iman ettikleri fikirlere neden inandıklarını bilimsel metodlarla başkalarına da ispat edebilecekleri devirdir.
Din devrindeki , tekamül mücadeleleri denilen iman didişmeleri Şuurlu İnançta yoktur.Buna karşılık insanlar sonsuzluklarla dahi tahdit edilemiyecek bir tekamül yolu ile karşı karşıyadırlar ve bu yolda ancak liyakatleri ile ilerleyebilmek imkanlarına maliktirler. Bu yolda ilerlemek için gösterecekleri gayret  ise onlara tekamül mücadelelerinin sağladığı imkanlardan çok daha fazlasını sağlar.
 
                                               826.
                                               ALLAH
           
Allah , yokluktan her şeyi var ederken , onun yokluk hassasına halel getirmeden var edebilendir. Varlıklar halinde düşünebileceğiniz her şeyin menşe’i bu yokluktur. Hiçbir zaman idrak edemiyeceğiniz Allah ise bu yokluğun çok üzerindedir.
Din devri boyunca adetle, isimle , sıfatla büyüklüğü biraz olsun belirtilmeye çalışılan Tanrının , zerre kabilinden de olsa , haşmetinin hissedilmesini mümkün kılan ; var ettiği Varlığıdır. Allahın var ettiği Varlığının sizlerce idrak edilebilen dünyadaki adı ise Mutlak Varlıktır.
Tanrının , tezahür etmek için var ettiği “Varlığı”na Mutlak Varlık denilir, Allah denilmez. Hatta O, Allah denilerek dahi(isimle) tahdit edilemez.
 
                                               827.
                                   TAHAYYÜL VE VARLIKLAR
 
Bundan önce verdiğimiz bir bilgide ; dünyanın ancak tekamüle hizmet edemiyecek vaziyete gelmesi ile yok olacağını anlatmıştık.Varlıklar genellikle iki türlü yok edilirler ki aslında bunlardan birine yok etme denilemez.Bu, herhengi bir tekamül yerinin Mutlak Tekamül kanunu esaslarına göre şekil değiştirmesidir. Yok olan yıldız sistemleri gibi.
Bir de tamamen yok olmak vardır ki onu şöyle izah edebiliriz.. Her şey Tanrının izahı imkansız Arzusu’nun tahayyül halinde tezahüründen hasıl olmuştur.Tekamüldeki varlıklar hariç her şeyin menşe’i Tanrının arzusu ve tahayyülünün eseridir denir. Gerçi tekamüldeki varlıklar da O’nun tahayyülü eseridir ve Tanrı isterse onları da yok edebilir. Fakat bu yok edişle robotların yok edilişleri arasında fark vardır.
Tanrı robotları ve robotlardan hasıl olan bütün tekamüle yardımcı varlıkları izahı imkansız tahayyülü ile hasıl etti. Robot olarak bütün mevcut olanlar  Tanrının tahayyülü sonucu hasıl olmuştur. Örnek olarak madde kainatını ele alalım. Madde kainatında her şey yan yana dizili basit maddelerden meydana gelmiştir.Tanrı, bu madde zerreciklerini tahayyül ettiği gibi nizam ve intizama sokandır , var edendir. O’nun tahayyül ettiği an, arzusunun gerçekleşme anıdır.Hatta yüksek idareciler de dahil her şey bu tahayyülün muhtelif tezahürlerinden ibarettir. Bizim, analiz metoduna göre anlattıklarımız ise sadece bu tahayyülün  safhalarının mecazi izahlarından ibarettir.
Tanrı her şeyi tahayyül ettiği anda var edebilendir. Ve her şey Tanrının tahayyül ettiği müddetçe var olur. O’nun yok etmek istediği bir şeyin yok olması için , bir an tahayyülden vazgeçmesi kafidir. İşte O’nun var olan bir şeyi bir an tahayyülden vazgeçmesi , o şeyin tam bir yokluk haline gelmesi demektir. Bu sebeple de dünyada olup biten her şeyi bir hayale benzetebilirsiniz. Fakat bu hayal , sizin anlayabileceğiniz bir hayal değildir.
İşte her şeyin yok olmasını sağlayan bu tahayyül  , aynı zamanda her şeyin var olmasını sağlayan tahayyüldür.Fakat bu tahayyülü anlamaya , izah etmeye imkan yoktur.
Tanrı yahayyül etmiştir , idareci varlıkları var etmiştir ; Tanrı tahayyül etmiştir , mutlak bir nizam kurmuştur; Tanrı tahayyül etmiştir , tekamüle sevk olunan varlıkları var etmiştir ; fakat onlara da tahayyül edebilme imkanlarını  vermiştir.Onlar liyakatleri ile tekamül edip , tanrının kendilerine bahşettiği tahayyül melekesini geliştirebilirler ve daha fazla tekamül ederler.
Tanrı onları da bir kül halinde her şeyle birlikte , tahayyül ettiğine uygun olarak var edendir. Fakat tahayyülü bile bir an üzerlerinden  eksilttiği anda bile onları yok etmek istemeyendir! Onlar Tanrının kendilerine bahşettiği  , tahayyül edebilme imkanlarından faydalandıkları oranda daha fazla tekamül edebilirler.
Bu tahayyül kudreti gelişe gelişe etrafında bir tesir sahası halini alır. Artık onlar da Tanrının zerre bile denilemiyecek küçüklükte bir modeli gibi , tesir sahalarında tesirler icra ederler. Fakat Tanrı , varlığı gibi , tahayyül edebilen varlıkları da yardımlarını üzerlerinden eksilttiği an yok edebilir.
Tekamüldeki varlıkların , Tanrının tahayyülü eksilttiği anda yok olmayışlarının sebebi ; yokluğun şuurlanışından vücut bulmuş olmaları ve tahayyül edebilmeleridir. Robotların üzerinden Tanrının tahayyülü eksildiği anda yok oluşlarının sebebi ise , onların cevherlerinin yokluk(yok) oluşu, sırf tahayyül mahsülü oluşları ve şuurlanarak tahayyül etmek imkanlarına malik bulunmayışlarıdır.
 
                                               828.
                        İLK VAR EDİLEN ÜÇ DEĞER ;
TEKAMÜLE SEVK EDİLENLER ; MELEKLER ; HİÇLİKLER
 
İzahı imkansız bir büyüklük olan Allah, her şeyi , madde ile bağlı bulunanların asla idrak edemiyecekleri bir tarzda , kısa olduğu söylenemeyecek fakat an bile denilemiyecek bir süre içerisinde var etti. O arzu ettiği her şeyi, arzu ettiği anda  , arzusuna uygun olarak , hiçbir zorlukla karşılaşmadan , kolaylıkla var edebilendir.
Tanrı evvela , izahı ve tasavvuru imkansız , varlık bile denilmemesi gereken Varlığı’nı, anlatılması ve anlaşılması imkansız olan yokluktan var etti. Hiç şüphesiz ki Tanrı, var ettiği yokluktan da , var ettiği varlığından da çok yüksekte bulunandır.Çünkü O’nun aslını varlık diyerek izaha imkan yoktur. Düşünülebilen ise ancak ,  O’nun yokluktan var ettiği Varlığı’dır.
Tanrı bir taraftan yokluktan var ettiği varlığıyla biraz olsun hissedilebilir bir hale gelirken , diğer taraftan da “ tekamüle sevk edeceği varlıklar”ı var etti. Tekamüle sevk edeceği varlıkları var ederken de onlara tekamülde faydalı olacak olan “tekamüle yardımcı varlıklar”ın var olmasını istedi.
Tanrı , öz varlığını var edendir.. Öz varlığını var ettiği yokluktan da tekamüle sevk olunan  değerlerin var olmasını arzu edendir.
Tanrının, yokluktan var ettiği Varlığı , büyüklüğü hissedilebilen Varlığı’dır. Bu Varlığın üzerinde ise hiç bir şekilde ulaşılamıyacak olan Tanrı vardır .Fakat insanlar Tanrının bu izahı imkansızlığını değil ,ancak , O’nun yokluktan var ettiği Varlığını sezebilmek imkanlarına maliktirler. İşte, Mutlaklık ile izah edilebilen  , Tanrının bu yokluktan var ettiği ; Varlığı’dır. Mutlak Varlığın üzerinde ise “ Tanrının varlığını Tanrıya bağlayan değerler “ mevcuttur ki , bunları size izaha imkan yoktur.
Mutlak varlık , Tanrının izahı imkansız arzusundan doğan ve tahayyül kabiliyetinden hasıl olan “yüksek idareci melekler”le  idare olunur. En üstün melekler ise, Bilgi melekleri’dir. Mutlak üstü olan bu melekleri , Tanrının arzu ederek yoktan var ettiği ve varlığına eklediği  varlıklar olarak dahi tarif edemeyiz. Onlar Tanrıya bağlıdırlar ve O’nun Mutlak Varlık denen varlığında asıl Tanrıyı temsil ederler. Fakat asıl Tanrıyı hiçbir melek layıkıyle temsil edemez!.
Bunları söylemekle , Mutlak Varlık olarak izah edilen Tanrının  Varlığı’nın esasını anlatmak istiyoruz. Mutlak Varlığı bir insana benzetirseniz ( Tanrıyı temsil eden) ,idareci varlıklar da insanın ruhu gibidir. Ruh ise , ruh ve bedenden ibaret olan insandan üstündür. Çünkü Ruh , madde ile irtibatı arttığı oranda değerini tezahür ettiremez. Maddeli bir ruh ise maddesiz bir ruh kadar robotlar üzerine tesirler icra edemez. Bütün bunlara rağmen de dünyada yaşayanlar için, maddeye bağlanmamış bir ruh düşünülemez , anlaşılamaz.
İşte bu sebeplerden , Mutlak varlıksız da , Mutlak varlığın ruhu gibi olan , varlık denilerek bile tahdit edilmemesi gereken idareci Melekler , Mutlak varlık tasavvur edilmeden düşünülemez. Çünkü insanlar varlık halinde düşünülebilen değerlerin üzerini asla düşünüp tasavvur edemezler.. Değer veya varlık denilemiyecek yükseklikler ise mevcuttur!.
Dikkat ediniz ; Tanrı, evvela tekamüle sevk edeceği varlıklarla birlikte, Mutlak Varlık olarak tezahür edecek Varlığı’nın ruhunu(1)(1:Yüksek idareci melekleri) var edendir.Böylelikle de izahı imkansız Varlığı’na , tekamüldeki varlıkları , tezahür eden Varlığı’nın ruhu kadar yakın edendir.
O,kendi öz varlığının ruhuna bahşettiği tahayyül kabiliyetini , siz insanlara da bahşederek , tekamüle sevk ettiği varlıkları Varlığı’na ; tezahür eden ve Mutlak Varlık denen Varlığı’nın ruhu kadar yakın edendir.
Mutlak Varlığın Ruhu olan Mutlak Varlık İdarecileri  ise, ruhun insandan değerli oluşu gibi , Mutlak Varlıktan değerlidir. Bu sebeplede insan düşünebildiği Allahtan(2) (2:Mutlak Varlıktan) Allaha daha yakın olandır.
Tanrı,  Mutlak Varlığın Ruhu olan İdareci Meleklerini  ve tekamüle sevk ettiği varlıkları, yokluk denilerek izahına imkan olmayan yokluktan var etti.İlk var olan bu iki varlıktan idareci melekler  , Tanrının kendilerine bahşettiği bir çok imkanlarla  yaratma faaliyetine başladılar ve Tanrının emriyle Mutlak Varlığı yarattılar.
Mutlak Varlığın Ruhu , Tanrı tarafından var edilmiştir .Bu ruh veya ruhlarsa,Tanrının emrine uygun olarak Mutlak Varlığı yaratmışlardır. Tekamüle sevk olunan varlıklar da ,Tanrı tarafından tıpkı en yüksek idareci varlıklar gibi izahı imkansız yokluktan var edilmişlerdir.Fakat onların var edilerek tekamüle sevk edildikleri an, İdareci Melekler tarafından Mutlak Tekamil Kanunu’na uygun olarak yaratılma anıdır.
Tanrı tarafından var edilen, sadece bu varlıklar , Tanrının tahayyül hassasına malik olan varlıklarıdır.Tahayyül hassası ile ise var edilmez yaratılır.Bu sebeple de en yüksek idareci melekler  , var etme değil , yaratma hassasına maliktirler. Tekamüle sevk olunan değerlerse , yaratabilecek bir mertebeye yükselebilme imkanlarını  (liyakatle kazanabilmeye) malik olarak , Tanrı tarafından var edilir edilmez ; İdareci melekler denilen Mutlak Varlığın ruhu tarafından tekamüle (değersiz fakat değer kazanarak yükselebilecek varlıklar halinde) sevk edilirler.
Tanrı Mutlak Varlığına yoktan değil fakat hiçten yaratma imkanını verendir.Yok bile denilmemesi gereken yokluktan var eden ise sadece kendisidir.
Tanrı yine yokluktan, Mutlak Varlığın her türlü robotları yaratabilmesi için “Hiçlikleri” var etti. “Hiçlikler”de “Mutlak Varlığın Ruhu”ve “Tekamüle Sevk Olunan Varlıklar” gibi tanrı tarafından var edilendir..
Böylece ,“ Tanrının ilk var ettiği üç”ü bütün açıklığı ile ilk defa açıklamış bulunuyoruz!.Bu hiçlikleri, Mutlak Varlığın Ruhu; Tanrıdan aldığı izahı imkansız tahayyül tesiri ile tanrının arzusuna göre şekillere soktu.Ve onlardan ,  tekamüle sevk olunan varlıklara tekamül zeminleri hazırladı.İşte bütün robotlar manevi bir robot değer  olan bu hiçliklerin kesifleşmesinden hasıl olmuştur.
Her şeyi, hatta Mutka Varlığın ruhunu bile yoktan var eden Tanrıya en yakın olan ; tekamüle “değersiz”olarak sevk olunan varlıklardır.Onlar tekamül ederek Mutlak Varlık sınırlarını aşabilirler  ve Mutlak varlığın ruhu olan İdareci Meleklerin değer ve imkanlarına malik olabilirler.Bu imkanlar ise sonsuzluklarla izah olunamıyacak imkanlardır.
Tekamüle sevk olunan her varlık  , tekamül ettikçe, diğer daha az tekamül etmiş varlıkları tesir alanı içine alır. Tekamüldeki her varlık , daha üstün bir varlığın tesir alanı içinde müstakil olarak fakat üstün varlığın tesirlerini duyarak tekamül eder.
 
                                               829.
                                   BİLGİLERİN METODU
 
Bu bilgilerde belirli bir zaman için teşevvüşe düşüren taraflar olabilir. Fakat zıt denilen bir şey olamaz.
 
                                               830.
                        TEKAMÜLE YARDIMCI MANEVİ ROBOT DEĞER
Tanrı ,  tekamüle sevk ettiği varlıkları ve melekleri yokluktan var ettikten sonra  , tekamüle yardımcı değerleri de yokluktan var etti.
Tekamüle yardımcı değerleri , melekler, Tanrının emirlerine uygun olarak değiştirirler, geliştirirler ; kısaca , onlardan varlıklar teşkil ederler ki  , bu hadise yaratma hadisesi halinde tezahür eder.İşte Tanrı, robotların esasını teşkil eden “tekamüle yardımcı manevi robot değerleri”de yokluktan var ederek , var olan her şeyin her zerresine kadar nüfuz etti. Çünkü Tanrının yokluktan var ettikleri Tanrıya en yakın olanlardır. En yakın olanların da en yakını tekamüle sevk ettiği varlıklarıdır.
 
                                               831.
                                   YOK’TAN VAR OLANLAR
 
Tanrının yokluktan var ettikleri Tanrıya manevi şualarla bağlıdırlar. Bu sebeple de değerini asla düşününemiyecekleri Allaha kendi öz varlıklarından daka yakındırlar.
 
                                               832.
                                   TEK İNANÇ 
Şuurlu bir imanın meydana gelebilmesi için , her şeyden evvel bilimsel sınırlamaların kaldırılması , bunun için de metapsişik yollardan yapılan araştırmaların sistemli bir vaziyete gelmesi icab eder. Metapsişik araştırmaların başlangıçta , mevcut bilimsel yollardan yapılması  , böylece elde edilen sonuçlarla da bilimin dayandığı sistemlerin geliştirilmesi gerekir.
Beşeriyet artık neye inandığını bilmek veya sadece bildiğine inanmak istemektedir. Bu da onun hakkıdır.Bugüne kadar indirilmiş “dinler”de ancak böylelikle “din” haline gelir ve insanlar kısım kısım şeylere değil , ortak olan bir şeye inanabilirler.
 
                                               833.
            BİLİMSEL METOTLARIN TEKAMÜL ESASLARINA GÖRE
DÜZENLENME GEREĞİ
 
 Metapsişik araştırmaların bir laboratuvar deneyi gibi ele alınarak tetkik edilmesi ile bilimsel metotlar daha gelişebilir ve beşeriyet ancak bu yoldan madde sınırlarını aşabilir. Buna ; deneysel imkanları madde sınırlarının dışına çıkarmak da denilebilir.
Mesela medyomlar vasıtası ile kurulan irtibatlar gibi manevi deneylerden de , aynen  maddi vasıtalarla elde edilen sonuçlara benzeyen sonuçlar sağlanabilir.Manevi vasıtalarla veya manevi varlıklar üzerinde yapılan gözlemleri deneyler haline getirmek mümkündür.
Bir medyomun bildirdikleri , başka herhengi bir yerdeki medyom veya medyomların bildirdikleri ile karşılaştırılarak bilgiler arasındaki ortak noktalar üzerinde tekrar medyomlarla çalışmalar yapılarak sonuçlar alınabilir.
Bu tarzda alınan sonuçlar , bilimsel metotlarla veya maddi araçlardan faydalanılarak elde edilenlerden daha değersiz olamazlar.Fakat en önce yapılması gereken şey  , bilimi, sınırlı dünya imkanlarından kurtarmak  , kurtulduğunu da bilimsel yollardan izah edebilmektir.Bunun için başlangıçta mevcut bilimsel yollardan faydalanarak başlamak gerekir.yani kısaca ; bilimsel metotlara dayalı olarak metapsişik araştırmalara başlamak icab etmektedir ki, halen bu yolda çalışmalar yapılmaktadır. Hatta bu yoldan birçok bilimsel sonuçlar elde edilmiştir ve iş , bu sonuçların bilim olarak kabul edilmesine kalmıştır.
Bu yol, bilimi taassup ve sınırlandırmalardan kurtaracak olan yoldur. Ancak, bunun kabulünden sonra ileri bir adım daha atılabilir. Bu yepyeni bilimin kurulacağı ortamı (dünyayı) daha iyi tanımak icab eder.Halen dünya, hakiki bilimin kurulması için yeterli derecede tanınmamaktadır. Dünya bilimi , elektrona , hatta esire kadar uzanmış durumdadır. Fakat , daha basitlere doğru nüfuz edebilmek lüzumu vardır. Bu da ancak metapsişik metotlarla elde edilebilecek bilgilerle olur.
Her şeyin tekamül ettiği bir sistemde bilim , ne sabit vasıtalara , ne de bu vasıtalarla elde edilen sonuçlar üzerine kurulan kanunlara dayandırılabilir. Vasıtalar(mesela mikroskop) tekamül ettikçe yepyeni gerçekler meydana çıkmakta , ve bu gerçekler  evvelce doğru zannedilenlerdeki hataların belirmesine sebep olmaktadır.
Şu halde bilimi , aksi ispat edilinceye kadar taassupla müdafaa edilen kanunlara dayamak doğru değildir.Modern bilim ancak ,”daima değişip tekamül etmekte olan esaslar” üzerine oturtulabilir.Şu halde evvela bilimin esaslarının dayanacağı metot ve yolların tekamül etmekte olduğunu kabul etmek  , bu sebeple de bilimin daima  tekamül eden esaslar üzerine oturması gerektiğini  , sabit kabul edilen kanunlara dayandırılmamasının lüzumunu açıklamak gerekir.
Bugünün bilimi  , din devri esaslarına uygun olan bir bilimdir.Din devrinde ise taassuptan faydalanıldığı malumunuzdur. Her devrin karekteri o devirdeki her şeye tesir eder.Bu sebeple, din devrinde mühim bir tekamül faktörü olan taassuptan bilimde de faydalanılmıştır.Çünkü Şuurlu İnanca lüzumlu olan zemini hazırlayabilmek için  , nasıl ki din devrinde hazırlanan zemine ihtiyaç varsa , hakiki bilime zemin hazırlamak için de din devri faktörlerine dayalı bir bilime ihtiyaç vardı.
Din devri biliminde taassuptan faydalanılmış , bilimsel esasların benimsenmesi temin edilmiş ,ve ancak bundan sonra  Şuurlu İman devrinin taassupsuz ve hudutsuz bilimine yükselinecek zemin hazırlanmıştır.
 
                                               834.
                                   ŞUURLU İMAN VE PER
 
Şuurlu İmanı izah edebilmek için her şeyden önce bir insanın kendi kendisine emanet edilmiş olduğununa inanması gerekir. Bu ise ancak ruhun per hassasını tanımakla mümkündür.
 
                                              
                                              835.
                                               KUR’AN
 
Şuurlu İman devrine Kur’an’la girilmiştir.Kur’an doğal hadiselere dayalı olan ve mucizelere yer vermeyen bir kitaptır. Kur’an , insaniyeti , kitapta okuduklarını olduğu gibi düşünmeden kabülden çok , düşünüp doğruluğuna kani olduktan sonra kabule alıştıran bir kitaptır.
Kur’an’daki bilgiler bir çok şeyi açıklar.İnsanlar bu bilgileri tetkik edebildikleri oranda Kur’ana dolayısıyle şuurlu bir imana yaklaşabilirler.
 
                                               836.
                        ŞUURLU İNANÇ ESASLARI
 
Şuurlu İmandan maksat sadece dini inanç değildir.Şuurlu İman , insanların bütün inançlarını bazı esaslara dayayarak şuurlandırmaları demektir. Bunun için de “bilerek inanmaları” gereken esaslar bilgilerimizde bildirilmişlerdir.
1. Tanrının değerine ulaşılamıyacağına;
2. İnsanların kendi kendilerine emanet edilmiş olduklarına ;
3. Hayatın dünyada başlamayıp , dünyada bitmediğine ;
4. İdareci varlıkların, meleklerin ulunduğuna
5. Hadiselerin bir plana göre cereyan ettiğine , bu sebeple de olması gerekenlerin mutlaka olacağına;
6. Ahiretin mevcudiyetine ve ahirette , dünya ve benzeri yerlerde yapılanların değerlendirildiğine;
7. Ahiret hayatının üstüntede hayat olduğuna;
8. Hiçbir şeyin tahdit edilemiyeceğine ; Tanrı hariç , her şeyin üzerinde daha üstününün bulunduğuna ,  ve bu sebeple bilim de dahil hiçbir şeye “bu kat’idir , bu en doğrudur” diye sarılınamıyacağına , mutlak gerçeğin ancak Tanrıya ait olduğuna ; inanmak!.
 
                                                           837.
                                               SORUMLULUK
Ahiret hayatı müddetince ,(tekamül yerlerindeki robotlu hayatlar da dahil)insanlar sorumluluğa hazırlanır ve alışırlar.Yüksek hayata geçmeden evvel  , ahiret hayatı müddetince bir çok imtahanların ve zorlukların yaşanmasının asıl mühim sebebi budur.Böylece ruhlar, asli hayatlarında alacakları vazifelere kendilerini hazırlarlar.
 
                                                           838.
                                               AN’ANELER VE TAASSUP
 
Taassuptan kaçmak demek , güzel ve tekamüle aykırı olmayan an’anelerden uzaklaşmak veya ahlak ve terbiye kanunlarını çiğnemek demek değildir.Bir şeye bağlanmanın taassup olup olmadığını ortaya koyacak bir ölçü mevcuttur ki buna “tekamül” denir.Tekamüle mani olmayan şeyler taassup değildir. İyi şeylere bağlı kalmak ise kat’iyen taassup addedilemez.
 
                                                           839.
                                   SORUMLULUK VE İDRAK
Bir kimsenin herhangi bir şeyden sorumlu olması için onu idrak etmiş olması gerekir.    
 
                                                           840.
                                                           KONİ
 
Bir kimsenin karakteri ve ahlakı hakkında bilgi edinebilmeniz için , o insanın hal ve tavırlarını veya icraatını bilmeniz yeterli değildir.Hal, tavır,  görünüm ve icraat sizleri yanıltabilir. Hal ve tavrı gayet kaba olan bir insan , tekamül etmiş bir ruhun sahibi olabilir. Size uzaktan sevimli görünmeyen kimseleri tanıdıktan sonra onlarda ruhi zenginlikler bulabilirsiniz. Kısaca , mevcut imkanlarınızla , bir insan hakkında hiç bir zaman doğruya yakın  bilgi edinemezsiniz.
Şimdi doğruya yakın bilgi edinmenin nasıl mümkün olacağından bahsetmeden önce  , doğruya yakınlık nedir ondan bahsedelim.
“İnsanlar için doğru ; mevcut imkanları ile hadiseleri tetkik ederek ulaşabilecekleri sonuçlardır.”
Zannedildiği gibi herhengi bir hadisenin veya cereyan etmekte olan bütün hadiselerin ayrı ayrı mutlak izahları yoktur.Çünkü bütün hadiseler zaten Mutlak’ta birleşirler. Dolaysıyle her hadisenin mutlak bir izahını aramak  , o hadisede Tanrıyı aramaktır.
Sonsuz yükseklikte bir koni düşünün. Bunun zirvesinde Tanrının Mutlak Arzu’sunun bulunduğunu , koninin de Mutlak Nizam(Plan) olduğunu kabul edin.Arzu ,  bu konide tabana doğru dalbudak salarak dağılmaktadır. Tıpkı ağaçların kökleri gibi genişlemektedir , fakat asla koninin hudutlarını aşmamaktadır.İşte hadiseler bu kök dallarına benzer.(ss:399 bkz şekil)
Şimdi siz dallardan örülü yollardan yukarı doğru yükseldiğinizi düşünün.Geride bıraktığınız yolların gerçi hepsinden geçmemişsinizdir. Fakat o yolların neden mevcut olduğunu düşünebilirsiniz.O yolları henüz aşmamış olanlar için mevcudiyetleri birer meçhul olduğu halde  , koninin zirvesine yaklaştıkça geride kalan yollar , çok daha iyi anlaşılır hale gelirler.Fakat siz hala sebeple sonuç arasında olduğunuz için  , sebebi tanıyamadığınızdan o yollardaki sırları çözemezsiniz.
Koninin zirvesine yakın bir yerdeki varlığın durumunu düşünelim.. Bu varlık hadiseleri zirveye yakınlığı oranında çok daha iyi idrak edebilir. Çünkü zirveye yakın yerlerde cereyan eden hadiseleri tetkik imkanına maliktir.Bu sebeple bulunduğu yerden aşşağıdaki hadiseleri daha iyi değerlendirebilir.
Fakat bu da subjektif bir değerlendirmedir.. Çünkü mutlak sebepten meydana gelen hadise onlar için meçhuldür( dikkat edilirse “hadiseler” denmedi! ). Aştıkları merhalelerde cereyan eden hadiseleri , ancak hissedebildikleri kadar, mutlak hadisenin mutlak sebebine göre değerlendirebilirler. Böyle olduğu için de bu değerlendirme subjektiftir.
Şimdi koninin en üst noktasına, zirvesine erişebilmiş bir varlığı düşünelim.Acaba bu varlık koninin içinde cereyan eden hadiseleri mutlak sebep ve gayeleri ile anlar ve izah edebilir mi?  İlk bakışta izah edebileceği düşünülebilir . fakat bilinmesi gereken bir nokta daha vardır o da , koninin tepesinde bir delik bulunduğudur.Bu delik Tanrının izahı imkansız arzusunun koniye sızdığı deliktir. Zirvedeki bir varlık bu arzunun mevcudiyetini kuvvetle duyabilir; konide cereyan eden hadiseleri de , sizin madde tesiri altında idrak edemiyeceğiniz bir kudrette doğruya yakın olarak idrak edebilir , değerlendirebilir. Fakat, konide  cereyan eden hadiselerin asıl sebep ve gayesi  koninin dışında olduğu için hakiki değere ulaşamaz.
Şimdi o varlığın  , Mutlak Nizama benzettiğimiz koninin üstündeki delikten daha yukarıya  , Tanrının aruzusuna doğru yükseldiğini düşünelim. Artık tabanından zirvesine kadar tekamül ederek  katettiği koni o varlık için mümkün olduğu kadar belirli hale gelmiştir.Artık o , o koninin var edilişindeki sebep ve gayeleri bilmektedir.Artık o, aştığı koni içerisinde Tanrının emrinde yüksek vazifeler görebilir.Fakat Tanrının arzusundan meydana gelmiş olan  ve her biri bir Mutlak Nizam halinde tezahür eden birçok koniler vardır. O, sadece başından sonuna kadar katettiği konide cereyan eden hadiseleri Arzu’nun yardımıyla değerlendirebilir.Fakat diğer konilerde cereyan eden hadiseleri pek bilemez.( ss400, bkz resim)
Böyle bir varlığın teker teker bütün konileri başından sonuna kadar katetmesine lüzum yoktur.O, Arzu’da ilerler. Çünkü o Arzu’nun herhangi bir yerinde , bu konilerin tepelerinden takılı bulundukları arzu lifleri birleşir. Bu birleşiş ağacın dalındaki kollar gibidir.Fakat bir nokta var ki, o nokta bütün konilerden yükselen bağların birleştikleri noktanın en üstüdür.İşte o nokta varlıkların varlık olarak tezahür etmeye başladıkları noktadır ki , o noktaya Mutlak varlık denilebilir.
Mutlak Varlık denilen o noktaya erişen bir varlık , Mutlak Nizamın hüküm sürdüğü sistemlerdeki sırlara sahip ve bütün sistemler üzerine tesirler icra edecek vaziyettedir. Fakat , daha “Arzu” üzerindedir .. Bu sebeple  , kendi varlığının var eden sırrı çözemez  ve kendine benzeyen varlıklar var edemez.
Aynı varlığın “Arzu” üzerinde daha yükseldiğini düşünelim.Artık , o arzu içerisinde , varlık bile denilmemesi gereken kudrettedir.Bütün konileri avcunun içi gibi bilir. Fakat tıpkı avcunun içinde nasıl bilmedikleri varsa , onlarda da bilmedikleri vardır.Fakat bu safhaya erişmiş bir varlık ,artık,Mutlak Nizama tabi olanların hiçbir zaman idrak edemiyecekleri bir “tesir”dir , bir “kudret”tir , bir “güzellik”tir.O bütün robot kavramların üzerinde , kayda ve şarta bağlı olmadan sayısız yerlerde yaşıyabilir , vazife görebilir.. Fakat ; tekamül sonsuzdur! Bunun için o daima arzu içinde yükselir, yükseldikçe de  Tanrı ile arasındaki sonsuz değer farkını daha iyi anlayıp idrak edebilir.
İç içe birçok konilerden meydana gelmiş bir sistem düşününüz. Bu konilerden herbirinde Mutlak Nizam hüküm sürmektedir.Her konide hüküm süren Mutlak Nizam ise birbirinin aynı değil fakat birbirlerini tamamlayan nizamlardır. Dolayısıyle her koni Mutlak Nizamın ancak kendisini ilgilendiren kısmıyla alakalıdır. Bütün konileri birbirine bağlayan bağlar ise , o konideki Mutlak Nizamı kurmuş olan “Arzu”dur.( Buna manen kabalaşmış arzu da denilebilir. Fakat bu , sadece durumu daha iyi izah edebilmek için kullanılan bir tabirdir).
Konileri birbirine bağlayan arzu lifleri daima küçük koniyi büyüğüne tabi kılacak şekilde bağlar. Bu sebeple her koninin tepesinden bir arzu lifi girer fakat içinde dallanır(ss 401,  bkz resim) Koniye giren her lif, o koniyi daha büyüğüne bağlamadan evvel bir kontrol noktasında birleşir. Bu sebeple her konide büyüklü küçüklü kontrol noktaları mevcuttur.
Mesela bir insanı ele alalım. Bu insan bir konidir ve aynı zamanda birçok koniler ihtiva eder. Bunlardan gelen arzu lifleri insanın ruhunda toplanır.
İnsan bedenine tatbik edilen Mutlak Nizamla ,  insanın ruhuna tatbik edilen Mutlak Nizam arasında farklar vardır. Ruh bedenini, arzuya bağlı olduğu kanaldan aldığı yardımlarla yarı otomatik olarak idare ederken  , bunun dışında da dah büyük koniye bağlı olan arzu ile irtibattadır. Bu sebeple her koninin kontrol nokotası, o koninin hudutları içerisinde değil , dışarısındadır. Böyle olduğu için de , “Ruh bedendedir fakat bedenin hiçbir yerinde değildir” denilmektedir.
Şimdi de tekamülde en geri bir varlığı düşünelim.Bu da bir koniye sahiptir.Fakat o koninin içerisinde tekamül etmekte olan başka bir varlık yoktur. Onun konisi sırf robotlardan (maddelerden) meydana gelimiş bir konidir.
Tekamüldeki varlık evvela bu robotların içerisinde robot yardımlarla tekamül etmiş , ve onları hakimiyeti altına ala ala koninin zirvesine yükselmiş , o koninin zirvesindeki Arzu bağı ile temasa geçerek  de içinde tekamül ettiği koniyi imkanlarınca emri altına almış  , daha büyük koninin varlığını hisseder duruma yükselmiştir.Kısaca, varlıklar arzu liflerine tırmana tırmana tekamül ederler.Üzerine yükseldikleri koniyi de imkanlarınca hakimiyetleri altına alırlar.
Bir varlık bir koninin hudutlarını aşınca , daha büyük bir koninin mevcudiyetini hisseder , daha yükselince de o hissedebildiği koninin de tabi olduğu konileri idrak edebilir.
Dünya da bir konidir.Bu koni de tıpkı insanlar gibi birçok koniler ihtiva eder. Dünyanın da , üzerine yükselmiş onu idare eden bir ruhu vardır kidaja büyük bir koninin ruhuna bağlıdır. Şu halde dünya da bir bedendir. Fakat Mutlak Nizam onda bambaşka tezahür eder. Gerçi dünya sizin bedeninizden pek farklı değildir. Onda da sinir sistemi , damarlar ve bu damarlarda akan sıvı ile sizinkinden daha başka türlü çarpan kalp mevcuttur.
Tekamül ederek yüksek bir seviyeye çıkmış olan bir varlık , imkanları oranında aşağı koniler üzerinde tesirler icra eder.Yüksek idareci varlıklar ise Arzu yollarında mevcut olan bütün varlıkların derinliklerine kadar nüfuz edebilmek imkanlarına maliktirler.Onlar tıpkı bir elektrik şebekesine aynı anda dağılan bir elektrik gibi bir anda muhtelif yerlerde tezahür edebilirler.Tekamüldeki varlıkların tabi oldukları esas bir ana tekamül sistemi vardır ki , bunu konilere benzeterek izah ettik.Bir de tekamül planları icabı teşkil ettikleri koniler vardır. Bunlar her zaman değişen konilerdir.Mesela ; aile , millet ve diğerleri, bu konilerden hasıl olur.
Tekamüldeki bir varlık öldükten sonra tekamülüne herhangi bir konide o koniye ait robotlarla başlar. Önce , planına göre robot yardımlarla bir vücuda sahip olur. Şayet bu bir insansa , o vücut birçok iç içe konilerden hasıl olan konidir.Ruh onları per ve diğer yardımlarla bir araya getirir. Bu şekilde hasıl olan şey , ruhun imkanları oranında üzerinde tesirler icra edeceği bir vücuttur.
Bir koni ve içerisinde bulunan koniler birbirleri ile ilgilidirler.İşte bu ilgiden, aile , millet ve diğer diğer koniler hasıl olur ki ; bu şekilde hasıl olan konileri diğerleri ile karıştırmamak doğrudur. Çünkü ilerde bahsedeceğimiz; mukadderat, talih , tesadüf, ve saire, bu( iki ayrı şekilde vasıflandırılabilen) koniler üzerinde tekamül planının icra ettiği tesirlerden doğar.
                                                           *
İnsanların karakterleri , veya kısaca her şeyleri planlarının icap ettirdiklerine uygundur ve insanlar ancak dünya realitelerine uygun  olarak hükümler verebilirler. Bir insanı değerlendirmek ise ancak onun toplum için yapmış olduğu çalışmaları değerlendirmekle mümkündür.Bu ise , o toplum tarafından “ iyi ve güzel”olarak kabul edilmiş şeylere olan sadakati ile ölçülebilir.Fakat bu, sadece normal hayatını yaşayanlar için böyledir.Vazifeliler ise bundan hariçtir.çünkğ onlar toplumu daha üstün realitelere çekecekleri için toplum realitesinin çerçevesini aşmak zorundadırlar.Bu ise, dünya ve benzeri tekamül yerlerinde başarılması en zor olan bir iştir. Ve bu sebepten onlar ancak yardımlarımızla vazifelerini ifa edebilirler.Bir insan dünyada her zaman ruhi değeri ile beliremez .Yükselmiş bir ruh bazı ihtiyaçlarını karşılamak için sefil bir hayat geçirebilir. Hatta pek müstesna hallerde , çok kötü dahi olabilir.. Bu nasıl oluyor şimdi onu izaha çalışalım.
Bir ruh dünyaya inerken plan icabı geri ruhlarla bağlanır. Mesela fena bir ana ve babadan doğar. Ser ve per vasıtasıyla o ruha sadece bir hayat boyu anne ve babanın karakteri  , ahlakı aşılanır. Beden de onlara benzeyebilir.Bu çocuk per vasıtası ile hakiki değeri ile tezahür edemez ve çok fena hareketlerde bulunabilir. Hatta cinayet dahi işleyebilir.
Hayatta işleyebileceği en büyük suçu işledikten sonra ekseriya per , baskısını hafifletir ve ruh işlediği suçun ağırlığını varlığında hissetmeye başlar. Bu , dünyada çekilebilecek azapların en müthişidir. Fakat “tertip” olduğu için ahirette hakikat aydınlanır ve ruh dünyada tertip eseri olarak işlediği cinayetin karşılığı olan cezayı çekmez. Bu misal de gösteriyor ki siz , insanları hakiki değerleri ile değerlendiremezsiniz.
Bir de, dünyada çok sık rastlanılabilecek bazı rahatsız edici tipler vardır. Bunlar saygısızlıkları , aç gözlülükleri  ve sair alışkanlıkları ile insanların huzurlarını kaçırırlar. Bunların içerisinde de tekamülde ileri olanlar mevcuttur.Fakat dikkatle tetkik ederseniz onları kolayca diğerlerinden ayırdedebilirsiniz. Çünkü bu gibiler ekseri dinlerine bağlıdırlar. Herkesin dikkat etmediği bazı ahlak kaidelerine otomatik olarak riayet ederler. Kısaca , olumlu tarafları da çoktur.
Bu gibi varlıklar tekamüllerinin yanında daha ziyade tekamüle yardım etmek için dünyaya inmişlerdir.Bu gibi insanlardan çoğu zaman çekinilir. Mesela , beddua etmesinden korkulur ki , doğrudur. Onların verdiği rahatsızlıklara tahammül edemeyen bazı( daha geri tekamüldeki) kimseler onları aşağılar ve kovarlar. Böyle yapmakla da bir tekamül ihtiyaçlarını karşılıyamamış  olurlar ve otomatik olarak da kovulanın bedduası yerine gelmiş olabilir.Hakikatte kovulan beddua olarak ( yine kovanın tekamülü gereği) ona bir acı , bir ızdırap dilemiştir.
Bu gibi sebeplerden ötürü insanlar diğer insanları pek kısıtlı imkanlarla değerlendirebilirler.Buna rağmen bir insanı dünya imkanları içerisinde de değerlendirmek mümkündür.Bunu sağlayacak bilginin ipuçlarını vermiş bulunuyoruz.
Bir insanın kendi değerini ölçebilmesi ise; kendi kendisini değerlendirebilmesi , mevcut imkanları ile , tekamül yolunun neresinde olduğunu bilmesi demektir. Bu ise şuurlu bir inancın yerleşmesi için lüzumludur. Bunun için burada , bir insanın değerlendirilebilmesi için hangi bilgilerden faydalanılabileceğinden bahsedeceğiz.
Subjektif ve objektif değerleri ile , imkanlar oranında , bir insanı tetkike çalışmak.. Bu işi yaparken , başlangıçta, o insanı hangi hususta tetkik ettiğinizi bilmeniz gerekir. Objektif olarak tetkik edemiyeceğiniz bir insanı başkasına tetkik ettirmek de bu konuda bir başka istifade metodudur. Bir insanı en basit şekilde , bir bütün (kül) olarak , tetkik etmek dahi dünyayı tetkik etmeye yakın zorlukta  bir iştir.
Şu halde önce hangi konuda tetkik edeceğimizi bilmemiz icab etmekte , sonra da subjektif ve objektif değerleri ile  tetkik gerekmektedir.Bu da basit bir iş değildir. Çünkü aslında dünyada objektif denilen değerler de subjektifdir. Şu halde bir insanı ; siz, bir yakınınız , onun bir yakını , her ikinizi de aynı derecede tanıyanlar  , sizi ve arnızdaki münasebeti bilmeyen onun tanıdıkları ve sair kimselerce tetkik edebilirsiniz. Bunların içerisinde subjektif değeri fazla olanları , subjektif bilgiler , objektif değeri fazla olanları da objektif bilgiler olarak tasnif edebilir , sentez yapabilirsiniz. Sonra bu sentezi , birbirine yakın bilgileri birleştirmek için analize tabi tutarsınız.
Çalışmanın bu kısmına kadar yapılan işler sonucunda  zaten bir fikir edinilmiş olması gerekir. Bir insanın dünya icraatı acaba onun ruh değerine uygun mu , değil mi? Bu da anlaşılabilir..
Mutlak Nizama göre, hiçbir ruh, sadece bir veya birkaç yönden tekamül ederek , diğer yönleri tamamen kaba ve tekamül etmemiş kalmaz.Mesela şefkatli olan bir ruh , eli açık ve yardımseverdir.Fakat bir insan bütün şefkatine rağmen hasisliği sebebi ile yardım edemiyorsa bu onun planı icabı vukua gelen bir haldir. Siz dünyada bir insanın şefkatli , iyi , değerli olması için tekamül ettiğini düşünebilirsiniz. Halbuki , bu hassalar ancak ileride kazanılabilecek olan daha yüksek hassalar için birer basamaktır.Dünyadakiler ne hakiki iyiliği ne de hakiki güzelliği tasavvur edebilirler.Biz dahi bunları madde tesirleri  altında olanlara izah edemeyiz. Bu bilgileri de sırf imanın şuurlanamasını temine yetecek kadar ve benimsetici metotlarla veriyoruz.
Kısacası, siz bir insanı gerçek anlamı ile değerlendiremezsiniz.Ancak verdiğimiz bu bilgiler yardımı ile yapacağınız bu değerlendirmeler eskisinden çok daha ilerde olacaktır.Bu ise dünyanın gireceği yeni tekamül devresi için lüzumludur. Ve ilerde bu metotlar , şahısların değerlendirilmesinde hukukun ana prensipleri olacak , bu prensiplere uygun olarak verilecek cezalar , ceza hüvviyetinde olsalar bile ceza olarak değil , bir ihtiyacı karşılamak için verilecektir.
                                  
                                               841.
                                               PER
Per ruha bağlı bir değerdir ve bütün manevi değerler gibi madde ölçmeye yarayan ölçülerle değerlendirilemez.Per ruha bağlı bir değerdir fakat o ”ruhun aldığı bütün yardımlardır” denilerek tarif olunamaz. Per kısaca şöyle tarif olunabilir.
            Per , ruhların vasıtalı yani robotlu tekamülleri müddetince ruh ve ruh ile ilgili her şey arasında bir süzgeç rolü oynar.Dünyada nasıl beş duyuya ihtiyaç varsa , ruhun bildi edinebilmesi için de pere ihtiyaç vardır.Mesela duyular vasıtası ile alınan izlenimler per süzgecinden geçmeden ruha ulaşamaz. Nefes almak için burun , ağız ve ciğerlere , görmek için gözlere ihtiyaç varsa ; tam bir manevi değer olan fakat henüz daha robotlar arasında tekamüle eden ruhun  bilgi edinebilmesi  içinde pere ihtiyaç vardır.
Çünkü ruhlar madde ve diğer robotlarla  bağlı halde iken şayet o robotlar üzerinde tam bir hakimiyet kuramamışlarsa  ,  bu taktirde robotlardan bilgi edinebilmeleri ancak perin otomatik yardımları ile mümkün olur. Bir ruh ancak robotlara hakim olduktan ve onları emirlerine aldıktan sonra robotlar üzerinde doğrudan doğruya tesir icra edebilir. Aksi halde icra etmekte olduğu tesir perin takviye ettiği tesirdir.
            Per izah edilmeden evvel  , ruhtan ve ruhun aldığı manevi yardımlardan genel olarak bahsedilmişti. Ruh iki türlü yardım alır ve aslında bu yardımları ayrı ayrı değil , birbirlerini tamamlayan yardımlar halinde düşünmek gerekir.
Ruhun aldığı bu yardımlardan birine sabit yardım, diğerine de değişen yardım diyebilirsiniz. Sabit yardım denilen per , değişen yardımların  geçerek ruha ulaştıkları kapı olarak da tarif edilebilir.Bir ruh, henüz daha robotlu devrede ise bu kapıya ihtiyaç vardır, çünkü ;
I.                          Ruhun bir tekamül planı vardır. Hariçten yapılan bu yardımların bu plana uygun olarak ayarlanmasını ruh per değeri vasıtası ile yapar.
II.                       Per ruhun tekamül planından uzaklaşmasına mani olur.
III.                     Tekamül ile ilgili hadiseleri kaydeder ve icabında ruha yaşatır.
 
Per öyle bir manevi değerdir ki  “ robot şuur” halinde tezahür eder.Fakat bu robot şuur ruhun subjektif arzularına uymayan ve tıpkı Mutlak Nizam icaplarına uygun olarak kurulmuş robot makina gibi çalışır. Özü, Tanrının yoktan var ettiği manevi değerlerdir ve en saf halde olduğundan , ruhlar bile ahiret hayatlarını yaşarlarken onu öz varlıklarından atırt edemezler.
Per’i insan yapısı makinalar gibi düşünürseniz hata edersiniz.Bir an için  , aşağı - yukarı ruh gibi  tezahür eden fakat tekamül etmeyen bir varlık , bir değer düşünmeye çalışınız.Sonra bu değeri ruh ile birleştiriniz., ruh ile perin çok sıkı bağlarla birbirlerine bağlı olduğunu  , hatta ruhu perden bir kafes içindeki elmaya benzeterek düşünebilirsiniz.Elmaya gelecek her tesir bu kafesten geçer.Elmanın kafes içinde bulunmasının sebebi ise , onun, dışardan uzanan bir el tarafından alınıp yanlış yollarda kullanılmamasıdır.Kısaca per, ruha dıştan gelen tesir ve yardımları ve ruhun icraatını kontrol eder.
Şimdi çok mühim bir noktaya geldik.Acaba ruhun per kontrolü dışında kendi kendine  , serbest yaşadığı bir öz hayatı var mıdır? Buna , “ acaba ruhun per kontrolü içinde yaşadığı bir iç hayatı var mıdır “ da denilebilir.Evet vardır; fakat ruh o kadar perin baskısı altındadır ki  , öz hayatını per müdahalesinden kurtararak öz değeri ile yaşayamaz. Veya , yaşadıklarından hangisinin öz değerinin ürünü  olduğunu bilemez. Bildiği anda ; idrak edilen ne ise , o alanda per müdahalesi kalkar.Bu aynı zamanda ; ruhun o alanda perin müdahalesine ihtiyacı kalmaması demektir.  
Per’in öz hayatına hangi hususlarda müdahale ettiğini idrake başlaması demek , o ruhun zincirleme olarak perin birçok müdahalesinden kurtulması demektir.Görülüyor ki per çok taraflı çalışan bir robottur.
Acaba ruhun tekamülü; perden hiç bahsedilmeden , veya per tarafından yapılan yardımlardan genel olarak ruhun aldığı yardımlardır denilerek izah olunamaz mı?...
Olunur.. Nitekim biz peri bildirmeden evvel , önce ruhtan sonra ruhun aldığı yardımlardan ve tekamülden bahsedildi.Biz ruhun analizine girmeden evvel uzun zaman perispriden bahsettirdik.
Perispriden bahsetmeden ruhtan bahsedilemezdi.Perispriyi izah ederken kısaca onu ruh ile beden arasındaki bir bağ olarak izah ettik.Fakat ona ne madde dedik ne de madde olmadığını söyledik.Böylelikle ruh ile beden arasında bir bağın mevcudiyetinden bahsettik.Söylenenlerin hepsi doğru fakat eksik bilgilerdi.
Bu bilgiler üzerindeki araştırmalar insanlara evvela perispri adıyla seri tanıttı. Fakat perispri tam  manasıyla ser olarak da tanınmadı aynı zamanda onda bazı manevi değerlerin de mevcut olduğu hissedildi. Fakat bütün bu araştırmalar pek az kimsenin meşgul olduğu araştırmalardı. Özetle biz perispriden bahsederken ilerde yapılacak esas perispri izahına zemin hazırladık.
Acaba bu izah neden seneler önce yapılmadı da şimdi yapılıyor? Bunun asıl sebebi; perin izahı ile Şuurlu İmanın izahına başlanması gereği idi. Şuurlu İmanı izah için ise bir zeminin  hazırlanması icab ediyordu. Böylece bir takım benimsetici yollardan verilen bilgilerle perispriden kapalı olarak bahsedildi.
Per ise ruhun tekamülü için zaruri bir değerdir ve ilerde daha değişik izah edilecektir.
Per izah edilirken ona “robot”diyoruz , “manevi değer” diyoruz ;ve bütün bu izah tarzları onu , size madde ölçüleri  ile ölçülemeyen manevi robot bir cihaz olarak düşündürüyor.. Eski devirlerde, daha makina ve robotların mevcut olmadığı , robot kavramının dahi bulunmadığı zamanlarda bu bilgileri verseydik ve per’den “ per, bir robot manevi değerdir” deseydik ne anlardınız?.. Hiçbir şey !..Keza robotların yeni yeni ortaya çıktığı zamanlarda da pek bir anlam ifade etmeyebilirdi. Şu anda, yine de , onu zamanınızda bilinen , tanınan robotlardan çok üstün bir robot olarak düşünmek gerekir.
Şayet biz peri bin sene sonra izah etseydik o zaman peri bambaşka düşünebilecektiniz. Fakat Şuurlu İmanınn izahı için bin sene daha beklemeye lüzum yoktur , çünkü, per’i, bin sene sonra da , on bin sene sonra da izah etsek yine hakiki değeri ile anlaşılamıyacaktır. Bunun yanısıra ise Şuurlu İmanın izah zamanı gelmiştir.
Kısaca per, liyakatiniz oranında değerlendirebileceğiniz bir değerdir.Peri sadece siz değil  , ahiretteki ruhlar da  kolay kolay ruhlarından ayrı olarak mütalaa edemezler. Bunu biraz da vicdanı ruhtan ayrı mütalaa edemeyişinize benzetiniz.. Sizin bildiğiniz vicdan azabı veya herhangi bir acı , ağrı , üzüntü; hakikatte , manevi alemde çekilen azap, üzüntü ve diğer şeylerle pek az benzerliktedirler ve biz size onları dünyada kaldığınız müddetçe asla izah edemeyiz.
Mesela biz tebliğlerde sadece “ bildiğiniz renklerden başka renkler de vardır” diyoruz  fakat madde ile bağlı olanlara o renkleri gösteremiyoruz.Halbuki maddeden başka robotlu olan kainatlardan çoğunda sizin tanıdığınız renkleri tasavvur dahi edemezler.İşte bu sebeple biz per’i dünyadan başka bir tekamül yerine izah ederken size anlattığımız gibi anlatamıyoruz. Onlar da bir per düşünüyorlar , fakat onların düşündüğü per, ne ahiretteki ne de dünyadaki varlıkların tahayyül ettikleri perdir.
Çünkü gaye , ne per’i, ne ruhu , ne onu ne bunu izahtır ; gaye tekamüldeki varlıklara tekamül edebilmeleri için gereken bilgiyi vermektir. Bu bilgi ise onların tekamül ihtiyaçlarını en güzel karşılayacak şekilde düzenlenir ve için de bulundukları şartlar da  dikkate alınarak en doğru şekilde verilir.Bilgilerimiz, o bilgileri alan varlıkların alabilecekleri en doğru bilgilerdir.
Mesela şimdi sen (1)(1: bu bilgileri alan vazifeliden bahsedilmekte) , dünyada dünya şartlarına göre bu bilgiyi alırken , başka tekamül yerlerinde de oranın şartlarına göre aynı bilgiyi almaktasın. Fakat şu anda o başka tekamül yerlerinde almakta olduğun bilgileri içinde bulunduğun bu şartlar içerisinde imkanı yok anlayamazsın.O bilgileri anlayabilmen , bulunduğun tekemül yerinden ve oranın tahditlerinden uzaklaşman ve manevi hayatını yaşaman demektir.Buna veren ile alanın bir oluşu da diyebilirsin.
Nasıl oluyor da ben aynı bilgiyi başka bir tekamül yerinde de alıyorum sualinin cevabına gelince; ruh  beden ile sınırlandırılmamıştır.. Bu iş nasıl oluyor? İşte şimdi yine per’e geliyoruz.Seni dünya hayatına adapte ettiren(2) ( 2:adapte ettirmek: intibak ettirmek , uyum sağlatmak) per değeri yine sana dünya hayatından başka hayatlarını da unutturmaktadır.Yani bir ruhu herhangi bir tekamül yerine adapte ettiren değer per’dir.
Per bir ruhu çeşitli tekamül yerlerine adapte ettirebilir. Görüyorsunuz ki iş, anlatılanlarla da kalmıyor , anlatılacaklarla da .. Siz şimdi dünyada tekamül eden bir ruhun aynı zamanda başka tekamül yerlerinde de olabileceğini , fakat o yerlerin ( bu anda ve bu idrak içinde) asla farkında olamıyacağını, fakat buna rağmen işi basite indirgeyebilmek için bir ruhun dünyada bir bedeni olduğu şekilde düşünün.. yine de ruha , yukardaki sebepten dolayı “bir” denilemez fakat bedene “ bir” denilebilir.
Şunu da belirtelim ki , çoğunlukla , ruhlar sadece bir tek tekamül  yeri ile ilgilidir.Tekamül yerlerindeki bütün ruhların ise ahiretle alakaları vardır.Dünyadaki ölüm hadisesi ise ahiretteki varlığın şuurlanmasıdır ki bunu uykudan uyanmaya benzetebiliriz. Mesela sen(3)( 3:bu bilgilerin vazifelisine) şu anda dünyadasın ama arada vazifeli olarak bulunuyorsun. Ölünce derhal dünyadaki hali objektif olarak görmeye başlayacaksın. Senin dünyada ölmen demek , diğer tekamül yerlerinde de ölmen demek değildir.Fakat herhangi bir yerdeki robotla irtibatın kesilir kesilmez , oranın tesirlerinden kurtulman demektir.Bunu şöyle bir misalle açıklayalım :
Kendi sesin ile değişik kayıtlar yapılmış on adet bant, on ayrı yerde çalsa ..bunların hepsi senin sesindir . fakat sen ancak bütün hepsinin dinlenebileceği bir yerde bulunursan bu on ayrı bantı dinleyip kontrol edebilirsin. Her bant ise senin sesin olmasına rağmen gerçek sen olmaktan çok uzaktır.
Bant bir robottur ; manevi değerler ise muhtelif yerlerde vazife icabı lüzumlu olan şekle bürünür ve vazifesini ifa ederler ki, burada cüzün değeri , küllün değeridir.Fakat tahdit edilmiş halidir ve kül’den çok değersiz tezahür eder. Ancak bu sözden senin yüksek mekanizmanın varlığı olduğun anlamı çıkarılmasın.Tekamül eden bir varlıksın ve Şuurlu İman vazifesini ifaya hak kazanmışsın.
 
                                               842.
                                   PER’İN GÖREVLERİ
             Tekamül yerine inecek bütün varlıklar ister tekamül gayesi ile ister vazife
         için o yere inecek olsun  , böyle bir değere ihtiyaçları vardır.
 
Tekamül eden varlıklar per’den ahirette ayrılamazlar.Vazife  için inenler şayet ahiret safhasını aşmış varlıklarsa , onlara robotlu ortamlarda eşlik eden per’e benzeyen değerden ahirette ayrılırlar.Zaten ahiret böyle varlıklar için bir yol üstü istasyonudur.
Her şeyi ancak madde dünyasındaki nizama uygun olarak düşünebilirsiniz.Mesela ölüm hadisesi denince, aklınıza bedenle ruh irtibatının kesilmesi ve ruhun ahirete geçişi gelir.Akla gelen yanlış değildir fakat siz , ruhun ahirete geçişi denince herhangi bir maddi varlığın bir yerden bir yere geçişini düşünüyorsunuz.Halbüki ölüm hadisesi hiç de öyle maddi düşüncelere uygun gelecek şekilde cereyan etmez.Mesela dünyada hayata gözlerini kapayan bir insan , başka bir tekamül yerinde hatta yine dünyada yepyeni bir hayata gözlerini açabilir!..
Şimdi bu söylenenin nasıl olabileceğini de aynı tesirler altında kalarak hayretle düşünüyorsunuz , bir insanın hayata gözlerini kapadığı aynı anda nasıl olup da başka bir yerde tekrar hayata başlayabileceğini merak ediyorsunuz. Bu şöyle olur...; Bir insanın ani olarak öldüğünü düşünün. Ölüm anı , onun madde tesirlerinden kurtulduğu andır.Artık onun ölümden sonraki hayatı , zaman ve diğer kavramlarla izah olunamaz . Şu halde bu varlığın ahiret hayatının eş değeri olan bir durum dünyada mevcut değildir.
Şimdi bu insanın dünyaya tekrar inişini düşünelim . Bir varlığın , tekamül yerinin esas ana robotu ile bağlanma anı , o varlığın tekamül yerine bağlanma anıdır.Söylediklerimizi tekrar gözden geçirelim. İnsan öldü ve madde tesirlerinden kurtuldu. Uzun veya kısa bir ahiret hayatı yaşadı.. Bu hayatı ölçecek  , ne kadar olduğunu söyleyecek bir ölçü elinizde mevcut değil. Şu halde bu hayat sizin için ölçülemez. Ve aynı ruh , ser ile irtibata geçerek tekrar dünya hayatına başlıyor. Kısaca;iki dünya hayatının arasında sizin değerlendirmek imkanlarına malik bulunmadığınız bir ahiret hayatı mevcut. Buna ne kısa , ne uzun , ne de yok diyebilirsiniz. İnsanlar ahiret hayatı şöyle dursun , uykuda geçen zamanlarını bile madde ölçüleri ile değerlendiremezler.
Şu halde bir insan dünyadan ayrıldıktan sonra kendini bambaşka esaslara dayanan bir alemde bulur ve dünyaya tekrar dönüşünde dünya şartlarına yeniden adapte olmak durumu ortaya çıkar. Her ne kadar , önceden dünya hayatı yaşamış olsa da , ahiret hayatı onun üzerinde bir önceki dünya hayatını hatırlatmaıyacak tesirler icra etmiştir.
Görülüyor ki ,varlıklar yaşadıkları yere adapte olunca  , başka yerleri ve oralardaki hayatı düşünemez hale gelmektedirler.
Şayet per olmasaydı tekamüldeki varlıklar daima eski hayatlarını hatırlayabilecekler ve      gittikleri tekamül yerinden faydalanamıyacaklardı.
 
                                               *
 Per’in akrabalıkların ve hısımlıkların kurulmasında çok büyük rolü vardır.
 
 
Dünya hayatında aile çok mühim rol oynar.Artı ve eksinin hüküm sürdüğü tekamül yerlerinde vaziyet böyledir. Bu sebeple  bir ruh tekamül planı ile dünyaya inerken , onu ileride içinde doğacağı aileye per intibak ettirir.Ruh ,ilerde planına uygun olan insanla per vasıtası ile karşılaşır ve yine per vasıtası ile birbirleri ile evlenirler.
Tekamüldeki varlıklara yardımların iki türlü yapıldığından bahsetmiştik.Bu yardımlar dünya realitesine göre şöyle gruplandırılabilir.
a.       Ruhun aldığı sabit yardımlar
b.      Dış yardımlar.
 
Ruh sabit yardımları per’den alır. Dış yardımlar ise robotlu takamülleri devam ettiği sürece , per süzgecinden geçtikten sonra ruha gelir.Şu halde per , ruha yapılan bütün yardımlarda rol oynar.Onları ruhun tekamül planına uygun hale getirir , düzenler. Kısaca;
                        Ruhun tekamül planına uygun hadiseleri per düzenler.
 
En basit insanlar en bencil insanlardır. Örümcekte de ruh vardır fakat onun ruhu sırf bencilce haraketlere eğilim içindedir.Bu sebeple aciz hayvanları kolaylıkla öldürebilir.Çünkü onun ruhu tamamen per denilebilecek bir ruhtur ve ancak per aracılığıyla böyle egoistçe yaşayan bir devreyi geçirerek , tekamül planı icabı lüzumlu olan merhaleleri aşabilir.
Üç türlü yaşamak vardır
1.      Hiçbir şey bilmeden ,
2.      Perin hakimiyeti altında ;
Bu devreyide tekrar üçe ayırarak düşünebiliriz.
a.       Perin tam hakimiyeti altında
b.      Yarım hakimiyeti altında( perin varlığı idrak edilmeden)
c.       Şuurlu olarak per aracılığı ile yaşamak
3.  Yüksek per’siz hayat
 
 Dünyadaki insanlar din devri ile 2.maddenin b. Bölümünde izah edilen duruma kadar yükselebilmişlerdir.Şuurlu İman ise beşeriyeti 2. maddenin c. Bölümüne yükseltecektir.
Buraya kadar anlattıklarımızdan  robotlu tekamül devresindeki ruhların per değeri halinde tezahür ettiği ve kendi hayatlarında hiç bir rol oynamadıkları anlamı çıkarılabilir.Halbüki durum hiç de böyle değildir.Gerçi per bir süzgeçtir ve ruha gelen dış yardımlar bu süzgeçten geçerler. Bir insan nasıl ki madde aracılığı olmadan hiçbir şey yapamazsa , ruh da robotlu takamül devresi süresince per’siz bir şey yapamaz.Fakat bunlara rağmen ruhun serbest bir hayatı vardır.
Per bir ruhu esas planına uygun yola sevk eder ; fakat ruh , ancak planının sınırları içerisinde serbest hareket edebilme ,mkanlarına maliktir.
Mesela bir insan bir yere gidecektirfakat o yere iki yoldan faydalanarak ulaşılabilir. Bu iki yoldan birini seçmekte serbesttir. Çünkü planında gidilmesi gerekli olan yer mevcuttur ; o isterse çamurlu yoldan yürür , isterse düz ve temiz yoldan gider. Çamurlu yoldan giderse kirlenir , temiz yoldan giderse temiz kalır.
Bir plan hazırlanırken onda yukarıdaki örneğe benzer boşluklar bırakılır.Mesela bir adam zengin olacaktır. Plan icabı, zengin ve maddi refah içerisinde yaşaması icab etmektedir. O adamın karşısına zengin olabilmesi için birçok imkanlar çıkar. Bunlardan bir kısmı iyi, bir kısmı da dünya realitesine uymadığı için , fena imkanlardır.Çoğunlukla yapmaması gereken imkanlarla karşılaşır.Yaparsa zengin olur fakat günaha girer.Sabreder ve o fırsatlardan istifade etmezse az sonra karşısına çok iyi fırsatlar çıkar ve onlardan faydalanarak zengin olur.Bu şahsın planında zengin olacağı şartı vardır.Fakat hangi yoldan zengin olacağı açık bırakılmıştır. O , seçtiği yola göre değer kazanır veya kaybeder.Per bu durumda da rol oynar ve denenen şahsı icab ettiği şekilde ikaz, hatta tahrik edebilir.
Tekamül planı, bir insanı daima ihtiyacını karşılayacak yollara sevk eder.O  insan liyakatı oranında bundan faydalanabilir.
 
                                                           *
Per, vicdan değildir.Fakat vicdana bağlıdır.Madde tesiri altında bulunanlar ise ,
 asıl vicdanın ne olduğunu bilemezler.
 
Tekamüldeki ruhun lüzumlu olan değerleri kazanabilmesi için , per, onun vicdanına tesir eder.Bu tesiri dünyada vicdandan ayırt etmeye imkan yoktur. Ancak, bildireceğimiz bazı metodlardan faydalanılarak vicdanı ilgilendiren şeylerin  doğrudan doğruya vicdandan mı, yoksa per’den mi olduğunu anlayabilirsiniz. İlerde bu husus özellikle hukukçuları ve hakimleri çok ilgilendirecektir. Mesela insanları kırmak istemeyen bir şahıs düşünün .Bu  şahsın en çok çekindiği şey bir insanı sözle incitmek olsun Böyle bir kimse zaman zaman bazı tesirlere kapılarak etrafındakileri incitsin. Aslında bu insan yaptığı şeyi yapmayı hiç istememektedir.Şu halde yaptığı işin fena olduğuna inanmış bir insandır. Buna rağmen elinde olmayan bazı sebeplerden  bu işi yapmakta sonradan da vicdan azabı çekmektedir. Bu durumdaki bir şahsa o işi yaptıran per’dir. Per ise, bu işi o şahsın , o huyunu iyice  terk etmesini benimsemesi için yapar. Çünkü çekilen vicdan azaplarının , yapılmaması gereken şeylerin benimsenmesinde çok mühim rolü vardır. Böyle bir insana , şayet per, onu bunu incitmek imkanı hazırlamasa , o zat böyle bir şeyi yapmayacaktır. Fakat iyice de benimsemiyecektir.
            Bir insan , ruhuna mal ettiği değerlerin aksini , per zorlayışı olsa dahi yapamaz.İşte bu hal, o şahsın , per zorlmasına rağmen yapmadığı veya yapamadığı şeyi benimsemiş olduğunu gösterir. Mesela bir insan , bütün tahriklere ve elindeki imkanlara rağmen karşısındakini öldüremez, hatta onu öldürmemek için ölüme razı olur. Bu hal o şahsın , hiçbir kimseye öldürmeye hakkı olmadığını ve ruhunun buna müsade etmediğini iyice benimsemiş olduğunu gösterir. Böyle olduğu için de , per zorlasa dahi öldüremez.
            Robotlu ortamlarda ruhlar her hadiseyi per süzgecinden geçtikten sonra yaşarlar demiştik.Bu durum ,ruhun ( per değerinin müdahalesine rağmen) benimsediği değerleri hayatına tatbik etmesine mani değildir.Zaten per, benimsenmiş hususlardan çok , plan icabı benimsenmesi icab eden hususlar üzerinde durur.Plan hazırlanırken de benimsenmiş olan değerlerden faydalanılarak , benimsenmesi gereken değerler göz önüne alınır.
            Perin vicdana bağlı olması , ahirette, ruhun günah ve sevaplarını hatırlaması için lüzumludur. Zaten ruhlar beninsenmemiş hususlar için günaha girerler. Benimsenmesi gerekenleri benimsemekle de sevap işlerler.Evvelce benimsenmiş değerlerin ise günah ve sevapta doğrudan doğruya rolü yoktur. İnsan fena şeyleri , iradesini kullanarak yapmaktan kaçınırsa sevaba girer. Evvelce benimsemiş olduğu değerler onu dünyada sevap işlar gösterirse de hakikatte sevaba girmez. Çünkü o değerleri kazanırken , evvelce sevaba girmiştir.
 
Şu halde , bir insan benimsediği şeyleri tatbik etmekle sevaba girmez.Çünkü o bundan başkasını yapamıyacak durumdadır.Halbuki daha benimsemediği ve yapabileceği fena şeyleri iradesi ile önlerse o zaman sevaba girer ve değer kazanır.
 
Per’i bir tercumana , bir transformatöre benzetbilirsiniz ; Mesela o, her tekamül yerindeki şartlara uygun olan bir zaman kavramını ruhlara yaşatır.
 
                                              
 
                                                  843.
                                   ZAMAN TORBASI
 
Zamanı; tekamül icabı ruhun yaşaması gerekenlerle dolu bir torbaya benzetiniz.Bu torba öyle bir torba olsun ki bir hamur veya naylon parçası gibi ezilip bükülsün , yayılıp toparlansın; kısaca ,istenilen şekle girsin.Hadiselerin ise aynı kalmakla beraber torbanın alacağı şekle uygun olarak tezahür ettiğini düşünmeye çalışın.
Şimdi de naylon torbanın içerisinde tek bir hadisenin olduğunu düşünelim. Naylon torba maddedir , böyle olduğu içinde ona istenilen şekil verilebilir. Hadise ise menşe’i manevi fakat madde dünyasında tezahür edecek şeydir.Bu sebeple ona ancak madde dünyasında alması gereken şekil verilir ve bu şeklin verilmesinde de o hadiseyi ortama intibak ettiren naylon torba en büyük rolü oynar.
 Gaye, zaman kavramının değil, zaman kavramına benzetilen naylon torbanın içindekilerin yaşanmasıdır.Bu naylon torba, dünya döndükçe , sabit şeklini muhafaza etmez ve mesela daralır ; daralınca hadiseler birbirini daha sık takip ederler. Yayılır ; yayılınca da hadiseler birbirini daha seyrek takip ederler.Sıkışık bir torbada ki hadise birbirini birer gün ara ile takip ederse; daha yaygın bir torbada onar sene ara ile birbirlerini takip edebilirler.
Her insanın yaşaması gerekenbir hadiseler torbası vardır.Bu torbalar diğer torbalarla da temastadır.Hatta muhtelif torbalarda küçük farklarla aynı hadise mevcut olabilir. Hadiselerin menşe’inin manevi olduğunu söylemiştik.Bu sebeple böyle bir hal mümkümdür.Birbirini kısa aralıklarla takip edecek olan hadiseler ise ihmal veya liyakatsizlikler yüzünden gecikebilir. 4 yılda bitmesi gereken öğretimin 6 yıla uzaması gibi. Hadiselerin gecikmeleri yani torbada fazla yer tutmaları , diğer hadiselerin sıkışmalarına sebep olur.Mesela evde geç hazırlanan bir insanın yetişeceği yere koşuşmak mecburiyetinde kalması gibi düşünebilirsiniz.Torbadaki her hadise de aynı zamanda birer küçük hadise torbasıdır.
Ruhun , tekamülü icabı yaşaması gereken bir hayatı vardır. Ve bu hayatın içindeki hadiselere kişiyi iten , yolunu kaybetmemesini temin eden dümen per’dirç
 
 
 
VAZİFE ZAMAN TORBASI
 
Gerçekleştirilmesi gereken bir vazife düşünün . Bu vazife de bütün ayrıntıları ile birlikte bir zaman torbasının içindedir. Bu vazifenin sorumluluarı liyakat gösterirlerse o vazife normal seyrini takip eder.Şayet liyakat göstermezlerse , torbada yukarda izah etmiş olduğumuz sıkışıklıklar hasıl olur. Bu hal vazifeyi zorlaştırır ve o vazifeden sorumlu olanları çok zor durumlara sokar.
Vazife gruplar halindedir ve bu gruplar birçok torbalar ihtiva eden torbalar halinde , esas vazifenin zaman torbası içindedirler. Küçük zaman torbaları , esas torbaya tabi olduklarından serbestçe hareket edemezler ve zaman onlar için çok mühimdir. Her torba , vazifedeki rolü ile ilgili değerdeki bilgi ve yardımları alır.Asıl dış torba ise  ,bütün hadise torbalarını ihtiva eden torbadır.O torbanın sorumlusu için vazifede hiçbir tahdit yoktur.Teşebbüs(1)(1: girişim) vardır.Maddi tesirler altında yanlış teşebbüslere girişirse , o teşebbüsler önlenir.
En büyük torbanın sorumlusu , vazifenin en büyük mes’uliyetini taşıyan şahıstır. Onun en yakınları ise , en büyük mes’uliyeti paylaşanlardır.Büyük torbanın sorumlularının daima teşebbüste bulunmaları , hadise torbasında sıkışıklıklar husule gelmemesi ve vazifenin başarılması için zaruridir.Bir teşebbüsün zamanının gelip gelmediğinin mütalaası ise , torbanın yani bilgilerin sorumlusunun en yakınlarının vazifesidir.Ve onlar şuurlu hareketlerle tasavvur edilemiyecek değerler kazanabilirler. Bir an için en sorumluların hepsinin yanıldığını düşünelim! O zaman biz yardım ederiz.
Vazife nasıl olsa yürür! Gaye torbalarda sıkışıklıklar meydana gelmeden yürümesidir. Dünya , hatalar ile bin sene gecikebilir. Hata ve liyakatsizlikler ise , verilen bütün imkanlara rağmen vazifeyi bin sene geciktirenlerdedir.
 
                                               844.
                                   PERİN GÖREVLERİ
Bir vazifeli dünyadayken objektif olamaz fakat dünya hayatından ayrıldıktan sonra
dünyadaki vazifesine çok daha objektif bir tarzda devam edebilir.
 
Mesela dünyada plan icabı kendisine yakın olan ana, baba ,kardeş veya eşine diğer insanlardan çok daha düşkündür. Fakat ahiret üstü bir hayatı yaşarken dünyada bıraktıkları  , kendi maddi hayatı da dahil olmak üzere; onun imkan , görüş ve değeri karşısında karıncalar kadar ufalır. Bu ufalış, manevi bir ufalıştan çok , hadiseleri objektif olarak tetkik edebilmek için hadiselerden uzaklaşıştır.Artık böyle bir varlık için dünyada bıraktığı hayat ve o hayata karışanlarla karışmayanlar arasındaki fark ufaldıkça ufalır.
Dünya hayatını dünyada tetkik etmekle aynı hayatı ahiret veya ahiret üstü mertebelerden izlemek arasında farklar vardır. Dünyadaki bir ruh çoğunlukla dünyaya gelmeden önce dünya hayatını dünyadakinden çok daha iyi tetkik edebilir.Bir ruhun dünyaya geldikten sonra maddi tahditlerle çok daha dar imkanlar içerisinde kalışı adeta tekamülde geri bir halde gözükmesini sağlar. Bu hal, müsabakada daha iyi koşabilmek için antremanda ayak bileklerine ağırlıklar takan bir atletin haline benzetilebilir.
Dünyadaki insanlar hadiseleri , ahiretteki değerlerine yakın bir değerle tetkik
edebilmek hassasını tekamül ederek kazanırlar.
Bütün bu işlerin cereyan etmesinde ise per’in rolü vardır.
 
                                               *
                                   İnsanlar hayatta birçok şeyi uğursuz addederler.
 Uğursuz addedilen şeyler ise uğursuz olurlar.
 
 
                Mesela 13 sayısının uğursuzluğuna inanan bir insan ayın onüçüncü gününün uğursuzluk getireceğine inanmışsa , bu inancının hatırlam-nmasından hasıl olan şualar  ona gerçekten o günü uğursuz hale getirir.
Uğursuzluklardan korunmak ; ancak hiçbir şeyin uğursuz addedilmedikçe uğursuz olmayacağına inanmakla mümkündür. Bu ise kolay bir iş değildir. Tekamüllerinin büyük ve ilkel bir kısmını dünyada geçirmiş olanlar , eski inançlarının tesirlerinden tamamen kurtulamadıkları için birçıok şeyi uğursuz addedebilirler. Başka tekamül yerlerinde  yetişenler için ise bu hal geçerli değildir.Şu halde eski inanç ve dinlere ait batıl inançlardan kurtulamamış olanlar , ekseri tekamülünün büyük bir kısmını dünyada yapmış olanlardır.
                       
İnsanların batıl inançlardan kurtulabilmelerinde de per’in rolü büyüktür.
 Per’in olumlu ve olumsuz müdahaleleri bir insanı batıldan kurtarır.
 
                                                               *
            İçerisinde , bir ucu serbest bırakılınca derhal dümdüz olan ,  iki tarafı sabit , yay gibi gerilmiş çelik çubukların bulunduğu bir odayı düşününüz. Bu çubukların her birinde toplu maddi enerji mevcuttur(1)(1:potansiyel enerji). Depo edilmiiş halde bulunan bu maddi enerji , çubukların bir uçları serbest kalınca derhal çubuğun dümdüz olmasını sağlar. Serbest uç hareket halinde iken birisine çarparsa onu öldürebilir.
            Böyle bir oda maddi enerjinin depo edildiği bir odadır.Bir çubuğu yavaşça eğerek bir yay haline getirmek için kullanılan yumuşak ve zararsız enerji , çelik çubuğun bir ucunun kurtulması ile bambaşka tezahür eder. Maddi enerjiler ise zannedildiği gibi , madde ölçüleri ile tastamam değerlendirilemezler. Çünkü enerjide madde ölçülerine sığmayan manevi haller mevcuttur.
Böyle maddi enerji deposu haline getirilmiş bir odada ( tıpkı bir çelik oksijen tüpü içerisindeki oksijene benzeyen) enerji serbest hale geçemediği, enerjisini kullanamadığı için şualar yayımlar.Bu şualar insan üzerinde , bazı çok özel tedavi halleri dışında , çok olumsuz tesirler icra ederler.
            Dertlerle veya kinle yüklü bir insan da tıpkı yay haline getirilmiş çelik çubuklar gibidir.Dert, kin veya hırstan varlığını kurtaramadıkça , hem kendisini hem de civarını zehirleyen şualar yayımlar. Her insan, içinde bulunduğu hale ve ruh değerine uygun olarak olumlu veya olumsuz tesirler yayar.İşte bu şuaların veya tesirlerin tekamülde çok büyük rolleri vardır.
                                   Per değeri, civardaki bu şualardan (tesirlerden) faydalanarak ruhun
 ihtiyacı olan tesiri onun ihtiyacı olacak şekilde ona iletir.
 
 
                Hiçbir sebep yokken devamlı canı sıkılan bir insanın civarında , tanıdığı veya tanımadığı , sıkıntılarla yüklü bir insanın mevcut olması pek muhtemeldir.Civarında dedik çünkü bu tesirlerden madde değeri yüksek olanlar mesafenin azlığı oranında tesirli olurlar.
 
                                   İnsanların yayımladıkları bu tesirler Mutlak Nizam esaslarına uygun
 olarak boşlukta dolaşırlar.Per onlardan ruhun ihtiyacını karşılayacak şekilde faydalanır.
               
                                                               *            
 
                                               Tesir yayımlayan sadece insan veya maddeler değildir.Müzik ,
 hatta insanın uykuda gördüğü rüya , san’at eserleri , okunan bir kitap , seyredilen film detesirler yayımlar.
 
 
 
 
                Bir filmin yayımladığı tesir değişmez. Neyi ve ne şekilde yayımlayacaksa öyle yayımlar , fakat per bunu ruha yarıyacak şekle sokar. Bu sebeple bir film , bir roman , bir müzik ; her insanda birbirine benzemeyen tesirler icra ederler.Birbirlerine yakın seviyelerdeki ruhlar normal durumda , aynı film karşısında veya aynı kitabı okurlarken birbirlerine yakın tesirler alırlar.Fakat birbirine yakın iki ruh bambaşka tesirler altında iseler filmden veya kitaptan aldıkları izlenimler de değişik olur. Şu halde :
                       
Herhangi bir şeyden iki insanın tıpa tıp aynı şeyleri hissetmesi mümkün değildir.
 Buna da sebep per’in ruha müdahalesidir.
 
 
                                                               *
                        İnsanlar benimseyip kendilerine maletmek istedikleri şeyleri henüz
daha benimsemeden evvel , o şeyleri benimsemiş görünmek isterler.
 
                Mesela başkaları için iyi ve fedakar olmak olmak isteyen bir insanın henüz daha olmadan olmuş görünmek istemesi gibi.. Böyle bir insanın yapar gözükmekte olduğu fedakarlıklarda bir yapmacık vardır.Mesela evine gece kalmaya gelen bir insan pekala sedir üzerinde yatabilecekken , ona daha rahat diye kendi karyolasını verir. Bu hal , samimi olarak yapamadığı bir şeyi sırf onu yapar görünmek istemesinden hasıl olan bir haldir.Bu gibi insanlardan sırf öyle görünmek maksadı ile ; cimri olduğu halde cömert , kaba olduğu halde nazik , hain olduğu halde şefkatli görünmek isteyenleri sayabiliriz.İşte ;
                                  
Bir insana henüz daha malik olmadan , malik olması gereken
 hassaları hatırlatan ve bu hassaları ona cazip gösteren Per’dir.
 
               
                Bu hal zaman zaman şekil değiştirerek, lüzumlu olan hallere girerek insana o hassayı benimsetinceye kadar devam eder.
 
                                                                       *
 
                                   Per’in insan hayatında oynadığı en mühim rolleden biri de;
yaşanan robotlu ortamın şartlarına ve ruhun tekamül ihtiyaçlarına göre
 ruh ve beden uyumunu sağlamaktır.
           
            Çocuk doğar , beden çocuk halindeyken ruhu çocuk ruhu olarak ; beden gelişince de gelişmiş insan ruhu gözükmesinde , ruh ile beden arasında per’in meydana getirdiği dengenin rolü çok büyüktür.
Per’in bir insanı daha çok hangi taraflara çektiği gözlenebilir.Çekilen taraflar o ruhun tekamül planı ile ilgili taraflardır.Mesela bir insan çeşitli hastalıklara maruz kalabilir; vücudunda yaralar veya ameliyat gerektiren dertler hasıl olabilir. Sinir bozukluklarının pek çok çeşidi başgösterebilir. Bunların herbiri ise , mevcut tıbbi imkanlarla tetkik edildiğinde , başka başka sebeplerden meydana gelen hastalıklardır.
            Fakat iş o insanın tekamül planı yönünden tetkik edilirse , hastalıkların analizi yapılıp bir senteze gidilirse ; sonuçta hastanın hangi ruhi ihtiyacı için bu hastalıklarla karşılaştığı ortaya çıkartılabilir. Bu incelemeyi yapan belki de , bazı hallerde , şimdiye kadar yapılanın aksine olarak hastayı bir süre daha  çekmekte olduğu azapla başbaşa bırakarak tedavi eder.
            Bugüne kadar tıbbı tedavi olarak uyguladıkları, birçok zaman, o hastalığı iyi etmiş fakat bir süre sonra eski hastalığın yerini dolduran başka bir illet ortaya çıkmıştır. Çünkü hastalıklar o hastanın ruhi eksikliğinin tamamlanması içindir.
            Hastanın  hastalık süresindeki ruhi hali ise ruhi eksikliğin  , yani asıl derdin tespitinde mühim bir göstergedir. Hasta kederli midir , hırçın mıdır , yoksa teslimiyet içinde midir? Bunların tesbiti asıl eksikliğe götüren ip uçlarıdır. Çünkü asıl sebepler maddi değil, manevidirler. Böylece ;
                                  
Per , ruhun bedeni ile olan münasebetinde , tekamül planına uygun
 ayarlamalar yapar.
               
                                                           845.
                        HADİSELER, MANEVİ SEBEPLERİ VE ŞUURLULUK
 
            Biz insanlara hak ettiklerini verirken , başlarına gelecek hadiseye gösterilecek bir sebebi de beraber veririz. İnsanlar ise hadisenin başlarına neden geldiğini düşünmezler de sadece dış sebebinin üstünde durur kalırlar.
            İnsanlar başlarına gelen hadiseleri çoğunlukla  o hadiselerin hakiki sebeplerini bilmeden hatta hissetmeden yaşarlar.Bir varlık değeri oranında  , karşılaştığı hadisenin hakiki sebebine yaklaşabilir.
            Bu hadiseyi hakiki sebebine yaklaşarak yaşamak veya yaşanmış bir hadisenin neden yaşandığını idrak edebilmek, o ruhun olgunluğu ve değeri ile mütenasiptir. Geri ruhlar, başlarına gelen hadiseleri dış sebepleri ile izah ederler.En zavallı ruhlar, hadisenin meydana gelmesinde rol oynayan fiziksel veya kimyasal olayların sınırını aşamayan  , o hadisenin manevi sebebine yaklaşamayan ruhlardır.
            Tekamüllerini , tıpkı , mevcut ilim gibi  , dünya imkanları ile sınırlayanlar, er geç tekamül ederek bu sınırları geçecek , manevi değerlerle aralarında bulunan ve çoğunlukla taassupla korudukları duvarları aşarak yükselecek ve hadiselerdeki manevi sebep ve gayeleri araştırmak ihtiyacını duyacaklardır.
            İmanını şuurlandıracak olanların ; his , düşünce ve hayatlarının madde ile sınırlı olmadığını bilmeleri ve buna inanmaları gerekir. İnsanlar ancak dürüst , bilgili ve madde ötesine de değer veren kişiler oldukları taktirde tekamül edebilirler ve ilerleyebilirler. Dünyada kalabilmeleri için bu şarttır! Çünkü dünya , tekamül etmiş ve “bu değerdeki” insanlar için tekamül edilebilecek bir yer halini almıştır(1)(1:Bilgisayar çağına gelmiş bir dünyada dört işlemden habersiz bulunmak gibi, dünyanın gelmiş bulunduğu tekamül seviyesine ayak uyduramamanın da zorluk ve sorumlulukları vardır!..)
 
                                                           846.
                                   HADİSELER VE TETKİK USULLERİ
           
İnsanlar per vasıtası ile birbirleri ile otomatik olarak irtibata geçerler
Bu irtibat hiç şüphesiz ki tekamül planlarına uygun olarak ve onları tatbik için olur.
                 
                Ruhlar , per vasıtası ile planlarının icaplarına uygun ruhlarla tanışır irtibata  geçerler
 ve yine onlarla planlarına uygun hadiseleri yaşarlar.
 
İnsanlar , hadiseler ve plan arasında ; size ancak örnek ve benzetmelerle bilgi verebileceğimiz münasebetler vardır.Bu bahse girmeden önce hadiseler mi plana, plan mı hadiselere tabidir sualini aydınlatmaya çalışacağız.Burada plan dediğimizde anlaşılması gereken , ruhun tekamül planıdır.Hiç şüphesiz ki bu planın dışında cereyan eden hadiseler de planlı olarak cereyan etmektedir.
Hadiseler zincirleme birbirlerini takip ederler. Zincirleme birbirini takip eden hadiselerin , yine birbirlerini aynı şekilde takip eden planlarla ilgileri vardır.
 
 
 
 
Hadiseler tetkik edilirken  şu noktalar göz önünde bulundurulur:
1.                          Madde kainatında cereyan etmekte olan her hadisedemadde rol oynar ve bu hadiselerden en önemsizleri , en uzakta cereyan edenleri dahi birbirleri ile ilgilidir.Güney kutbunda buzlar arasında sıkışan bir avcı gemisi ile , bir karıncanın yiyecek arama faaliyeti arasında çok uzak da olsa bağlar mevcuttur.
2.                          Planlar da tıpkı hadiseler gibi birbirleri ile ilgilidirler. Bir salyaongozun hayatı ile bir bilim adamının karşılaştığı hadiseler arasında ortak ve birbirleri ile ilgili hususlar vardır.
3.                          Hadiseler hadiselere , ruhların planları da diğer ruhların planlarına incecik bağlarla bağlıdırlar.
 
Sonsuzluklarla ifade edilebilecek kadar çok hadiseler düşününüz. Ve har hadiseden sonsuz adetteki  hadiselere inceli kalınlı bağlar uzandığını tasavvur ediniz.İnce bağlarla bağlı olanlar uzak, kalın bağlarla bağlı olanlar ise birbirleriyle yakından ilgili hadiseler olsunlar. Birbirleri ile tıpatıp aynı yakınlık ve değerde iki hadise dahi mevcut olmadığından , hadiseler arasındaki bağlar çeşitli kalınlıklardadır.
            Bir de hadiselerden doğan hadiseler vardır. Bu hal çoğunlukla birbirleri ile çok uzaktan alakalı iki hadise arasındaki( yakın değerdeki) bağların, diğer hadiseler arasında uzanan ( bu değere yakın değerdeki) bağlarla kesişmesinden hasıl olur.
            Mesela herhangi bir yerde bir ikaz maksadı ile doğal bir afet cereyan etmiş olsun.Bu hadisenin bir yanardağın faaliyete geçişi olduğunu kabul edelim. Diğer taraftan da bir toplumda liyakatsizlikler sonucu iç harbin çıktığını düşünelim. Yine ; sebebi başka olmak üzere bir diğer yerde ikinci bir yanardağın faaliyete geçişi de aynı zamana denk gelsin.
İki yanardağ hadisesinin , birbirlerine benzeyişleri ile bağlarının kalınlığı da yakın olabilir. Ve mevcut bilim bugün bu tür birbirine benzer olayların bağlarıyla meşgul olmaktadır. Fakat ikaz ve liyakatsizlikler sonucu ortaya çıkan yanardağ faaliyeti ile iç harbin arasındaki alaka bağları ; bilimin meşgul olduğu aynı tür olaylar arasındaki bağlardan , daha çok birbirleriyle alakalı , daha yüksek değerdeki bağlardır.Bu hadiselerin tekamül ile ilgisi , bilimin konusuna girenlerden çok ama pek çok daha fazladır.İşte bilgilerimiz bilimi , tekamülle alakalı bu gibi hadiseleri de tetkik edecek duruma getirecektir.
Tekamülle ilgili sebeplerden dolayı , birbirlerine yakın hadiseler arasındaki bağların kesiştikleri noktalardan da başka hadiselerin bağları geçer. Böylece ,hadiselerden doğan hadiseler bir silsile halinde birbirlerini takip ederler. Sizin karşılaşabileceğiniz her hadise , hadiseden doğmuş ve hadiseler doğuran bir hadisedir. İleride hadiseleri grafikle tetkik ederek hadiseleri önceden bilmek imkanları hasıl olacaktır.
Tıpkı hava şartlarının önceden tahmin edilebileceği gibi , insaniyete de bilgilerimiz , hadiseleri onun kadar kuvvetle takip ve tesbit edebilmek imkanını verecektir. Hadiseleri tetkik , pek yakında en mühim bir bilim kolu haline gelecektir.
Hadiselerin tetkik imkanlarının kazanılması , per’in mevcudiyetinin ve büyük rolünün anlaşılmasında çok mühim rol oynayacaktır.Çünkü her hadisenin meydana gelişi , ruhun tekamül planına yakınlık oranını göstermektedir.Hadiselerin de birbirleri ile ilgili oluşu ; per’in ruhu hangi istikamette tekamül ettirmekle vazifeli olduğunu açıklayabilecektir.
Görülüyor ki  , plan mı hadiselerden , hadiseler mi tekamül planından hasıl olurlar sualini dünya şart ve imkanlarına göre ancak yukarıda basit olarak izah ettiğimiz şekilde izaha imkan vardır. Çünkü bu ; madde ölçülerine sığmayan manevi değeri yüksek bir cereyandır.
                                                                                      *  
 
            Dikkat edilirse bir insanın aynı gayeye uygun olarak çeşitli hadiselerle karşılaştığı görülür.İş hayatında , aile hayatında, sağlık yönünden daima aksiliklerle karşılaşan bir insanın bu birbirne benzemeyen hadiseleri , mevcut bilimsel imkanlarla tetkik edilemez.Fakat tekamül ile ilgili gaye göz önünde bulundurulursa  , bu hadiseler arasındaki bağlar ve bu bağların bağlı bulunduğu gelecekteki hadiseler aydınlanabilir.
            Şu halde birbirine benzeyen hadiselerin sentezini yaparak kanunlar elde eden mevcut bilim , sadece o hadiseleri dış yüzünden ve en önemsiz yönünden tetkik edebilmektedir. Halbuki çeşitli hadiselerden hasıl olan gayelerin sentezinden o hadiselerin ( önemli tarafı olan) tekamülle ilgili tarafları açıklanmış olur.
            Bu işi yapabilmek için sadece çeşitli hadiselerin aynı gaye etrafında toplandığını bilmek yeterli midir? Bazen ..Fakat birçok hallerde yeterli değildir. Bu hususta sağlam sonuçlar elde edebilmek için ;” analiz-sentez-analiz”metodundan  faydalınılır.Fakat bir hadisenin asıl tekamülle ilgili tarafını anlayabilmek için , o hadisenin ( olmasında ve ruha aktarılmasında rolü olan) per ile ilişkilerini tetkik etmek lazımdrı.Çünkü per bilindiği gibi , hadiseleri olduğu gibi değil fakat faydalı olacağı biçimde ruha yansıtır.
            Şu halde per ile cereyan etmekte olan hadiseler arasında tıpkı plan ve hadiseler arasında olduğu gibi bağlar mevcuttur.Planla hadiseler arasındaki bağlar üzerinde per bulunur.Dıştan ruha tesir edecek bir hadise per’e gelinceye kadar başka ; perden sonra yine başka şekilde tezahür eder. Per o hadiseyi ya kuvvetlendirerek ya zayıflatarak yahut da değiştirerek ruha yansıtır.
            Hadiselerin tetkikinde şu kısa izahat yol göstericidir.
  1. Basit Analiz:
Evvelce ruh izah olunurken ; kül olarak alınmamış , halleri ayrı ayrı tetkik edilmiş ve per değeri ile irtibatı anlatılmış , böylelikle de per değeri ruhtan ayrı müşahade edilmiştir.
  1. Sentez:
Analizle yeterli derecede ayrıntılarına inilen bilgilerin ayrı müşahade edilen bütün hassa ve değerleri ile birlikte kül halinde tetkik ve müşahade edilmesidir.
  1. Analiz ve Sentez :
Hadiselerin incelenmesinde çoğunlukla izlenen yol ; kül halindeki bir şeyi analiz metotlarından faydalanarak cüzlerine ayırmak , sonra tekrar toplayarak( sentez), olduğu gibi, analizle elde edilen sonuçlardan faydalanarak tetkik etmektir.
 
En çok bu usulün tatbik edilmesinin sebebi ise , en basit zannedilen şeylerin bile bileşikler halinde bulunmasıdır.Bu yüzden de dünyada mevcut istisnasız her şeyin analizi yapılabilir.
İlk insanlar hadiseleri önceleri basit analiz usulü ile çözmeye çalışmışlar , daha sonra da basit senteze giderek ; birbirinden ayrı ayrı olarak tetkik ve müşahade ettiklerini , değişik güçler halinde izahla , çok tanrılı dinleri yaşamışlardır.
            Bu hal Tek Allah esasına dayanan dinlere kadar böyle devam etmiş ve o devreye kadar elde edilen bilgilerin birleştirilmesi ( sentezi); realiteleri Tek Allah prensibine dayalı dinler seviyesine yükseltmiştir.Şuurlu inanç bilgilerine de , din realitesinden , İslamiyetin getirdiği bilgilerin analizi ile geçilmiştir.Bu sebeple, Şuurlu İman devri, din devrinden çok islamiyetin devamıdır.İslamiyetle son şeklini alan din devri bilgileri  , Şuurlu İman bilgilerine esas olmuş ve o bilgilerin tetkiki ile Şuurlu İmana geçilmiştir.
Bütün din devri bilgilerinin en tekamül etmiş hali Kur’an’da mevcuttur.Bu sebeple beşeriyet din devrinden İslamiyete , İslamiyetle en yüksek en yüksek halini alan  din devri bilgileriyle de Şuurlu İmana yükselmektedir.
            Şuurlu İman devri bilgileri verilirken ve tetkik edilerek değerlendirilirken  yapılan analiz ve sentezler , din devrinde yapılan analiz ve sentezlere benzemezler.Çünkü bunlar bilimsel metotlara dayalı olarak yapılan analiz ve sentezlerdir ki nasıl yapıldıkları daha ilerde bildirilecektir.         
                       
                                                                                *  
            Bilgiler yükseldikçe analiz imkanı artar , yani her analizi analizler takip eder. Bu sebeple; her analizi ,  analizi  yapılacak bir sentez olarak kabul etmek bilimin temel taşlarından biridir.Şimdi bir misal verelim ;
            Sentez bir bilgi:
“ Ruhlar dünyada yaşadıkları hadiseleri ahirette hatırlarlar “
Ve şimdi bu bilginin analizine geçelim;
            “ Ruhlar, dünyada yaşadıkları bazı hadiseleri ahirette kendilerine hatırlatacak hassalara maliktirler.”
Analizi bir basamak daha ilerletilerek ;
            “Ruhlara, dünyada yaşadıkları bazı hadiseleri ahirette hatırlatan, varlığına bağlı bulunan per değeridir.”
şeklinde analizin analizi yapılmış olur.Fakat ;
            “ Ruhlara , dünyada yaşadıkları bazı hadiseleri hatırlatan per değeri , ruhların ahiret hayatları boyunca bağlı olarak yaşadıkları manevi bir değerdir.”
 
Bilgisi yukardaki misallerin hepsinin bir analizidir ve analizde en ileriye gittiği için de en değerlisidir.Şimdi başa dönelim ve senteze misal olarak verdiğimiz bilgiyi ele alalım ;
            “Ruhlar dünyada yaşadıkları hadiseleri ahirette hatrılarlar.”
Bu , evvelce de söylediğimiz gibi sentez bir bilgidir.Fakat diğer başka bilgilerin analizinden elde edilmiştir.Mesela;
            “ İnsan ruh ve bedenden meydana gelmiştir.Ruhlar dünyada yaşadıkları bazı hadiseleri ahirette hatırlarlar.”
gibi. Şu halde her analiz bir sentez olabileceği gibi, her sentez kabul edilen bilgi de diğer bilgilerin analizi halindedir.
            Tetkik edilmemiş , analizi yapılmamış bir bilgiye veya hadiseye, sentez halinde demek doğru değildir.Ona kül halinde bilgi veya tetkik edilmemiş hadise anlamında ; “ kül halinde” demek gerekir.Çünkü bir şeye sentez halinde diyebilmek için önceden kısmen de olsa analizi yapılmış olması icap eder.
            Bilimsel bir misal verelim:
            “Dünyada mevcut bütün maddelerin esaslarını atomlar teşkil ederler.”
            Bu bir bilgidir ve bilgi olduğu için de analizle elde edilmiş sentez bir bilgi olabilir.Analize devam edelim;
            “Dünyada mevcut bütün maddelerin esaslarını daha basit maddi varlıklardan hasıl olan atomlar teşkil ederler.Her atomun bünyesi proton , elektron ve nötronlardan meydana gelmiştir.”
            Yukardaki ilk bilgiye sentez denilebilmesi için aşağıdaki analiz bilginin veya ona benzerinin bilinmesi şarttır.Aksi halde “Dünyada mevcut bütün maddelerin esaslarını atomlar teşkil ederler “ bilgisi kül halinde bir bilgidir.
            Tel Allah prensibine dayalı dinlerde , kül halindeki bilgi yavaş yavaş analiz yolundan faydalanılarak izah olundu.Din devri boyunca bu hal görünüş bakımından şu aşamaları geçirdi :
1.      Kül Bilgiler; en ilkel insanlar bütün hadiselerin sebeplerinin tek birşey olduğunu seziyorlardı.
2.      Analiz(Çok Tanrılı Dönem); hadiselerin ayrı ayrı değerlendirildiği dönemdir.
3.      Tek Allah prensibine dayalı dinler ; ve bu dinlerin en sonuncuları ile o zamanın imkanlarına göre , verilen analiz bilgilerin sentezi yapıldı ; ve “bütün mevcutlar” bir’de toplandı.Analizden faydalanılarak senteze yükselindi.Fakat bütün bunlar analiz ve sentezden faydalanıldığı bilinmeden yapıldı.
 
Şimdi de Şuurlu İnanç’ta analizi yapılmamış bir bilgiyi, bir hadiseyi ele alalım.Ve mesela bu hadise “ insanların dünyaya gelme hadisesi” olsun.
      Bu kül halinde(komple)bir hadisedir.Analizle incelenmemiş olduğu için ona sentez diyemeyiz.Bu hadiseye analiz uygulamak için ne yapılması gerektiğini inceleyelim :
      Önce analize başlangıç noktası tesbit edilmelidir.Fakat ele alınan konu öyle bir konudur ki , sınırları dünya imkanlarını aşar.Şu halde; bilinen bir noktadan işe başlamak gerekir.
      Bilinen nokta ise yeni doğmuş bir çocuk olsun ve yeni doğan çocuğu tetkik etmeye çalışalım. Fakat bir yere kadar gelinecek ve sonuçta öğrenilmek istenen anlaşılamıyacaktır.Halbuki , şayet bu problem çözülürse bundan birçok bakımlardan faydalar temin etmek mümkündür.
      Şu halde dünya imkanları ile ulaşılamıyacak yüksek bilgilere ihtiyaç vardır.Bu bilgiler de metapsişik metotlarla elde edilen bilgilerdir. Çünkü dünyada tetkik edilmesi istenen konu ne olursa olsun , beşeri imkanlarla onun menşe’ine ulaşılamıyacağının ; mümkün olduğu kadar doğru anlaşılması istenen her konuda dünya üstü menşe’li bilgilerin yardımına ihtiyaç olduğunun kabul edilmesi gerekir.
 
                                                     847.
                                                     PER
                  Per değerinin , dünya hayatı boyunca hak ve adalet hususunda çok büyük rolü vardır.
 
        Halen dünyanızdaki hak ve adalet dağıtımı için izlenen yollar hak ve adaletten çok haksızlık ve adaletsizliğe yol açmaktadırlar.Mesela aralarında anlaşmazlık olan iki şahıs başka başka avukatlarla haklarını korunma yollarına gitmektedirler.Avukatlar ise , haktan çok , savundukları şahsı müdafaa etmekte bu sebeple de hadiseler tahrif edilerek mahkemeye yansımaktadır.Bu hal adaleti kökünden sarsan bir haldir.
      Hakimin elinde yeterli bilginin bulunmayışı , kararların ise şahitlerin sözlerine dayanarak verilmesine sebep olmaktadır.Fakat Şuurlu İnançta , mahkemelerin izledikleri bu yolun tamamen değişmesi ile bu durum son bulacak , dünyada adaletin dağıtımı işi Şuurlu İman esaslarına uyacaktır.
                  Adaletin bu hakça dağıtımında ise en büyük rolu per değeri oynayacaktır(1) (1: 1962 yılında verilmiş bulunan bu bilginin teknolojik olarak uygulaması batı ülkelerinde 1965’lerde “yalan makinesi” denilen bir cihazın polis sorgulamalarında kullanımasıyla gerçekleştirilmiştir. Poligraf denilen bu çok hassas cihazın elektrotlarının bağlandığı kişide, yalan söylerken hasıl olan bünyesel dalgalanma tesbit edilebilmekte ve olayı aydınlatmaktadır.Yalan söyleyen kişideki bu dalgalanmayı ise vicdan ( veya henüz vicdan oluşmamış ise per değeri) meydana getirmektedir. İlerki yıllarda bu cihaz daha da geliştirilerek per değerinin bir hoparlörü olarak kullanılabilir.)
 
                                                     *
 
      Per, madde ölçülerine sığmayan, sığmadıkları için de lüzumlu oldukları halde
 izah olunamıyan “ bilgi”leri dünya şartlarına otomatik olarak uydurur.
 
      Mesela insanlar iman’ı, herhangi birşeye kuvvetle inanmak olarak tarif ederler.Biz ise tebliğlerle imanı daha geniş anlamda “ insanın inanma gücü” olarak tarif ettik.Eski tarifte iman ruhtan ayrı , fakat ruhun bağlanılabileceği bir şey olarak düşünülmüştür. Biz ise bu bilgilerimizde “iman insanın (veya ruhun) inanma gücüdür diyerek imanı ruha bağladık.
      Çünkü ruh idrak edebilen bir varlık olduğu için civarında varlığından başka var olduğunu tesbit edebileceği bir şey hissedemese dahi , imanla kendi var olduğuna inanabilir. Bu sebeple ruhu imandan ayrı düşünmek , ruhu imanla beraber düşündürmek için hazırlayıcı bir basamak bilgisidir.
      Hakikatte ise , imanı da ruh gibi maddi tesirlerden uzak olarak düşünmeye ve anlamaya çalışmak gerekir.Böyle olduğu için de maddi tesirler içindeki insana yapılan yukardaki iki tarifi birbirine karıştırarak düşünmek yerinde olur.Bu da ancak mekan duygusunun üzerine çıkılarak yapılabilecek bir iştir ki, dünyada yapılamaz.
      İşte bu bilgileri biz, herhengi bir realiteyi göz önünde bulundurarak verir veya verdiririz.Fakat per onu bağlı bulunduğu ruhun mevcut realitesine intibak ettirir.(1)(1:İntibak: Adapte)
 
                                       Ruhlara bağlı nasıl bir per mevcutsa , dünya ve benzeri tekamül
 yerlerine de öylece bağlı , per’e benzer değerler mevcuttur.
 Bu değerler, o tekamül yerlerine inen bilgileri , otomatik olarak tekamül yerlerinin şartlarına intibak ettirirler.
               
 
                Fakat biz , mühim vazifeler gören vazifelilere doğrudan doğruya bilgi verebiliriz.. Bizden o tekamül yerindeki perin aracılığı  olmadan bilgi alan vazifelinin ise tekamül maksadı ile orada bulunmaması şarttır , nizamdandır.
 
                                                                       *
            Bir hadiseyi ruhun ihtiyacına uygun hale perin getirdiğinden evvelce bahsetmiştik.Şu halde hadiselerin gerçek değerleri ile , per süzgecinden geçtikten sonraki değerleri arasında farklar vardır.Acaba per mevcut olmasaydıruh bir hadiseyi hakiki değeri ile idrak edebilecekmiydi?
            Bir an için dünyada tekamül etmekte olan bir ruhun per değerine bağlı olmadığını düşünün .Cereyan eden bir hadise ruha hakiki değeri ile ulaşmış olsun Bu halde ; şayet ruh o hadiseyi idrak edecek seviyede değilse , ondan faydalanamaz. Hatta idrak edemiyeceği kadar yüksek bir hadise ile karşılaşan ruh çoğunlukla o hadiseyi yanlış tefsir eder , bu yüzden ondan fayda yerine zarar görür.
            Şayet hadise çok yüksek ders veya bilgiler ihtiva eden bir hadiseyse, ruh o zaman çok yüksek bir elektrik cereyanına bağlanan bir motor gibi , bir ampul gibi yanar , kavrulur.. Şu halde ;
                                   Hadiselerden alınan izlenimleri ruhun değerine göre ayar etmek
 zaruri bir ihtiyaçtır.İşte bu vazifeyi de per yapar.
           
 
 
 
            Aynı durum hakkında daha önce verilmiş bilgilerde ;
            “ ruh cereyan eden hadiselerden , kendi değer ve liyakatine göre bilgiler alır.”
Şeklindeki bir izahta ise eksikler vardır.Bu ifadedeki eksik taraf ise ancak per izah edildikten sonra ortaya çıkar.
            Sonuç olarak , hadiselerin bir tek ruh için cereyan etmediğini söyleyebiliriz. Bir hadiseden birçok ruhlar ihtiyaçlarına göre faydalanırlar.Hadiseleri ruha ihtiyacını karşılayacak şekilde yansıtan ise per’dir.
 
                                                           848.
                                               HAYAT  PLAN  VE  PER
           
            İnsanlar önüne geçilmez hadiselere veya hastalıklara karşı tevekkül göstererek “Allahtan” diyebilirler de; normal( gibi gözüken) hadiselerin vukuunda sebepler, suçlular aralar.Halbuki bütün hadiseler tekamülle ilgilidir.
            Mesela bir şahıs düşünelim ve bu şahıs kendisine çok mühim maddi kazançlar temin edecek bir işi başarmak için işin gerektirdiği şekilde hareket etmektedir. Fakat yolda başına bir kaza gelir ve gideceği yere vaktinde varamaz. Sonuçta iş bozulur , iş bozulduğu için de birçok tenkitlere uğrar. “Hiç uçak dururken otobüle gidilir mi?” gibi sözler söylenir. Halbuki bütün bu sözler , hadise cereyan ettikten sonra söylenen değersiz sözlerdir.
            Halbuki tekamül ile ilgili olan hadise cereyan etmiştir.O şahıs teşebbüsünü yapmış fakat muvaffak olmaması icab ettiği için başarısızlığa uğramış, tenkit vesuçlamalara hedef olmuştur.Aynı iş için aynı gaye ile , aynı yere başka bir şahsın da gittiğini düşünün ve bu şahıs o işi başarması gereken kişidir.Birinci şahıstan çok daha geç hareket etmiş ve daha eski bir otobüsle yola çıkmıştır.Fakat gideceği yere varmış ve işi başarmıştır. Başardığı iş esnasındaki ihmalleri hiç göz önünde bulundurulmaz ve muvaffakiyetinden dolayı takdir edilir, övülür.
            Dikkat edilirse ;ortada yapılacak bir iş, bir hedef vardır. İki ayrı şahıs bu işe taliptirler. Birisi elinden geleni yaptığı halde karşılaştığı hadiseler sebebi ile işi başaramaz, tenkite hatta hakarete maruz kalır. Diğeri ise bütün liyakatsizliklerine rağmen işi başarır ve liyakatli gözükür.
            Bu gibi hadiselerde ruhların ihtiyaçlarına göre hadiselerin yönlendirilişi , kişilerin tenkit edilmesi, üzüntüsü veya sevinci, per tarafından ihtiyaca göre ayarlanmaktadır . Yani  hadiseleri  tekamül planına intibak ettiren per’dir.
            Ölüm de bir hadisedir.Herhangi bir ailenin bir ferdi ölünce o ailenin fertleri bu ölümden planlarına göre perin yardımı ile faydalanırlar.Bu ölüm vak’ası aile fertlerinin bazılarına maddi zarar , bir kısmına ise maddi menfaat getirir.Manevi üzüntü ise bir müddet tesirini icra eder.Cereyan eden hadise aynıdır.Fakat her ruh o hadiseden  planının icap ettirdiği şekilde faydalanır.
            Şimdi bir an için per’in mevcut olmadığını ve insanların da madde tesiri altında bulunmadıklarını düşünün .O zaman ölüm hadisesi , bugün dünyada yaşananın tam aksi olarak idrak edilebilen bir hadise olacaktı. Ve şayet ailenin sevilen bir ferdi ölmüşse onun asıl hayatına geri dönüşü bayram havası içinde karşılanacaktı. Hatta geri ruhlardan bazısı sırf sevdiklerini biran  evvel , asılhayatlarına kavuşrurmak için seve seve , sevgiyle , şefkatle hatta aşkla öldüreceklerdi.
            Fakat hadiselerin menşe’i , dünya şartlarının çok üzerindedir ve dünyaya gelmeden birçok büyük per’lerin süzgecinden geçerek ulaşır. Bu “büyük per” süzgeci için per tabirini şimdilik kullanıyoruz ve aslında per değildirler , per’den çok mühim hususlarda ayrılırlar.
            Her hadisenin menşe’i Tanrının Arzusu’dur. Bu Arzu basit (1)(1: Buradaki basit tabiri; herşeyin evveli olarak ve en safhal , menşe, ilk kaynak anlamındadır) , basit olduğu kadar da değerlidir.Hadiseler tekamül yerinin icaplarına uyacak şekle girerler. Menşe’den uzaklaştıkça bileşikler haline gelir, bileşikler oluşturdukça da manevi değerinden kaybeder. Ve birçok hadiseler halinde tezahür ederler.
            Her hadiseyi tekamül bölgesine adapte eden , o tekamül yerinin en yüksek ruhuna bağlı per’e benzeyen bir değerdir.
                                                           *
           
            Tekamül yerlerindeki her ruhun, genellikle varlığına bağlı robotlu bir ortamı vardır ki , insanda bu ortama beden denir. İnsanlar ise , bedenine dünya adı verilen bir varlığa , bir ruha bağlıdırlar.
            Dünya isimli bedene bağlı olan varlığa insan ve hayvanlardaki ruhlardan başka mesela ay ve aydaki varlıklar da bağlıdırlar. Dünya ve diğer tekamül yerleri halindeki bedenler , daha üstün bir varlığa mesela güneşhalindeki varlığa bağlıdırlar. Güneş ise bulunduğu galaksinin en büyük varlığına bağlıdır.
            Galaksiler de aynı tarzda  madde kainatında kademe kademe yükselen varlıklara bağlıdırlar ve ; madde kainatını tesiri ve idaresi altında bulunduran varlık ise , madde kainatının üzerindedir. Onun da tabi olduğu, tesir sahasında bulunduğu varlıklar vardır.
            Her varlık yükseldiği yerde , üzerinde tabi olduğu bir varlık bulunur. En yüksek varlığın üzerinde ise varlık bile denilmemesi gereken büyüklükler mevcuttur.Kısaca; varlığın üzerinde varlık , şuurun üzerinde şuur mevcuttur.
            Şimdi, güneşi , bir insana, ona tabi olan varlıkları da insan bedeninde tekamül etmekte olan varlıklara benzetelim. Bir insan nasıl ki bedenindeki varlıkları tam hakimiyeti altında bulunduramaz , hatta onların nerde olduklarını dahi bilemezse ; güneşin ruhu da ona tabi olan varlıkların hepsinden haberdar değildir.
            Güneş ile insan bedeni arasında benzerlikler olduğu kadar birçok da ayrılıklar bulunur.Fakat bu ayrılıklar en çok sizin madde tesirleri altında verdiğiniz hükümlerden doğan ayrılıklardır.Mesela , insanlar ruhu bedenin içinde zannederler. Halbuki o bütün bedeni tesiri altında bulundurur fakat onun üzerindedir. Buna rağmen onun yeri mekan kavramı ile izah edilemediğinden ona bedenin dışında da denemez. Bu sebeple önceden de ifade ettiğimiz gibi ruhun yerini en güzel belirten bilgi ; “ ruh bedende fakat bedenin hiçbir yerinde değildir” dir.
            Güneş de aynı beden gibi ruhun tesiri altında , bambaşka şartlar içerisinde yaşayan ve yaşanmasına vasıta olan bir varlıktır.
                                                          
                                                                       *
           
            Madde kainatı da dahil birçok kainatlarda + ve – esası hakimdir. Oralardaki varlıklar tezatlardan faydalanarak denenir, tekamül ederler.
            Madde kainatında en yüksek değerdeki + ve – ilişkisi, ruh ve madde arasındaki ilişkidir. Birbirini madde aleminde  en çok çeken , maneviyat aleminde ise en çok iten bu iki değerdir.Bunu daha geniş anlamda ifade etmek istersek; ruh ve madde ilişkisine , ruh ile robot ilişkisi denilebilir.
                        Ruhun robotlar ile birleşebilmesinde en mühim rolü per değeri oynar
 
                Mutlak Nizamın esaslarından birisi icabı ; “manevi değer ve varlıklar birbirleri ile ancak robot üstü manevi mekanlarda  (1) (1: manevi planlarda) ilişki kurarlar. Ser’e gelince , o sadece madde kainatını ilgilendiren en basit maddedir.Bu sebeple ruh madde kainatına nüfuz etmeden önce ( maddeleşmiş manev varlık olan) ser ile irtibat kuramaz.”
 
                        Ruh ise madde kainatına nüfuz ederken , uyku haline benzer bir hal içerisindedir.
 Bu sebeple , o , maddeye per’in otomatik yardımları ile bağlanır.
 
 
Bir ruh gerçi hariçten yardım alır. Fakat bunlar ancak per’in süzgecinden geçen ve  ruhun  tekamül planına uygun yardımlardır.Robot dış yardımlar herhangi bir ruh için ( çok özel haller dışında) yapılmaz.Onlar ruhların civarında doludurlar. Per onlardan faydalanabilecek olduklarını seçer ve ruha yansıtır.
Per’in yardımına ihtiyacı kalmayan ruhlar, bu yardımlarla liyakatleri oranında doğrudan doğruya temasa geçebilirler.Fakat per’in yardımından tamamen kurtulmuş ruhları dünyada bulmak mümkün değildir.Per’in yardımından kurtulduğu halde herhangi bir iş için dünyaya gelen ruhlara bile , per’e benzer bir değer refakat eder.
Kısaca ;dünyada yaşayabilmek için , ruhların dünyada bulunablmeleri için de öylece per’e ihtiyaçları vardır.
 
                                               849.
                                   HAYAL EDİLENLER           
           
İnsanlar yaşamak istedikleri veya yaşanmasını  muhtemel gördükleri
hadiseleri zihinlarinde tahayyül ederek yaşarlar.
 
 
                Mesela bir insan hakikatte olmasına imkan ve ihtimal olmayan hadiseleri zihninde yaşayabilir. Seksen yaşındaki bir kimse, yirmi yaşındaki birisi olduğunu ve ancak yirmi yaşındaki gencin yapabileceği şeyleri yaptığını düşünüp tahayyül edebilir. Keza , herhangi bir hadisenin tesiri altında kalanlar , o hadiseyi, tahayyül ederek değişik duygular içinde yaşarlar.
            İnsanlar zihinlerinde yaşattıkları hadiseleri en büyük sırlar olarak saklarlar. İnsanların harice sözle yansıtmadıkları fakat zihnen yaşadıkları hadiseler çok çeşitlidir ve bu yoldan yaşanan hadiselerin istisnasız hepsi tekamül ile ilgili hadiselerdir.
            Zaman zaman bu tahayyül o kadar kuvvetlenir ki , artık o insan kendi hayatını değil , yaşamak istediği hayatı yaşadığına inanır.İnandığı şeyi açıklamakta sakınca görmez ve toplumda bu gibilere deli denmektedir.
            Hiç şüphesiz ki bütün bu işler tekamül planına uygun olarak cereyan etmektedir ve herhangi bir ihtiyacı karşılamak maksadı ile per aracılığı ile olmaktadır.
            İnsanlar tahayyül ettikleri zaman yayımladıkları şuaların tesirleri oranında tahayyüllerindekinin tesirlerinde kalırlar. Mesela daima kendisinin erkek olduğunu tahayyül eden bir kadın düşünün. Bu kadın kendisini erkek olarak tahayyül ederken şualar yayımlar.Bu şualar bedene tesir eder ve beden bu tesirle erkekleşmeye başlar.
            Bir kadının kensisini erkek olarak tahayyül etmeye başlamadan evvelki hali ile başladıktan sonraki hali arasında çok fark vardır.Evvelce bir kadın olan bedeni erkekleşir.Kadınlık hatları yerlerini erkek bedenindeki hatlara terk ederler ;  cilt tüylenebilir, ses kalınlaşabilir. Bunun aksi de olabilir.Kendisini zaman zaman kadın olarak tahayyül eden erkekler zamanla kadınlaşırlar.
            Bütün anlatılan haller hakikatte tekamül planına uygun olarak ve per aracılığı ile cereyan eden hallerdir.
 
                                   Per bir insana tekamül planı ile ilgili hadiseleri dünya hayatı boyunca
 düşündürten, tahayyül ettiren , veya zihnen yaşatan değerdir.
 
 
                Mesela bir insanın tekamül planı icabı, iki cinsiyet arasında çekişmesi ve toplum realitesinin tasvip ettiği ( kendi bulunduğu) cinsiyette yaşayabilmesi için gayret sarfetmesi icap etmektedir. Şimdi, kendisini zaman zaman kadın olarak tahayyül eden , tahayyül ettiği zaman da yayımladığı şualarla kadınlaşan bir erkeği düşünün . Bu erkek kadınlığa karşı eğilimlere rağmen toplum içerisinde erkek olarak doğduğu ve erkek tanındığı için erkek görünmeye mecburdur.Daha doğrusu kendisini böyle göstermeye mecbur hissedecektir.
            İşte bir insan böyle zıt yönlere per vasıtası ile çekilerek tekamül ettirilir.
 
                                                                       850.
                                               TEKAMÜL PLANI VE YARDIMLAR
 
            Evvelce verilen bilgilerde ruhun tekamül planı hazırlanırken de birçok varlıkların kendilerine yardımlarda bulunduğundan bahsetmiştik.
 
                                   Bir ruhun tekamül planı hazırlanırken hariçten çeşitli yardımlar aldığı doğrudur.
Fakat ruh imkanları oranında kendi planına kendisi per değeri vasıtası ile tesir eder.
 
                Ruhlar değerlerine göre planlarının hazırlanması bakımından birçok sınıflara ayrılabilirler.Biz bu sınıfları basit birşekilde şöyle sıralayacağız :
  1. Planları otomatik olarak hazırlanan geri ruhlar
  2. Planları yarı otomatik ve per değeri vasıtası ile hazırlanan ruhlar
  3. Az otomatik yardımlar  ve daha çok per değeri vasıtası ile planları hazırlanan ruhlar.
  4. Per değeri vasıtası ile planları hazırlanan ruhlar.
  5. Per değeri  ve kendi öz değeri vasıtası ile planları hazırlanan ruhlar
  6. Kendi tekamül planlarını, per değerinin pek az müdahalesi ve daha çok  kendi öz değerleri ile hazırlayan ruhlar
  7. Planını öz ruhi değeri ile hazırlayan ruhlar..; ki bu gibi olanlar artık tekamül yerlerine gitmek ihtiyacında değildirler.
 
Yukarda “” otomatik yardımlar “ diye bahsedilenler ruhun hariçten otomatik olarak aldığı yardımlardır ki , buna per’den başka yardımlar da denilebilir.Varlık ruh haline gelmeden evvel tamamen hariçten aldığı otomatik yardımlarla tekamül eder. Varlık, ruh haline gelmeden , yani yaşadığını idrak etmeden evvel de varlığına bağlı bir robor değer vardır.Bu değere ilerde ruhun idrake başlaması ile per denmektedir.
Per ile ( varlık daha ruh haline gelmeden önceki varlığa bağlı bulunan) robot değerin  , varlık üzerindeki tesirleri çok farklıdırlar.Ruh haline gelmemiş olan bir varlığa bağlı bulunan manevi değer tam bir robot süzgeç halindedir. Hariçten gelen yardımları varlığın pek basit olan tekamül planına uydurur. Basit bir varlığın planı ise hemen hemen harici yardımlara göre ayarlanmıştır. Burada varlığa bağlı manevi değerin pek basit birkaç vazifesinden başka bir vazifesi yoktur.Mesela basit bir bitkinin yaşıyabilmesi için kökü vasıtası ile besin alması lazımdır. Bu ise Mutlak Nizama göre , varlığa bağlı manevi değerin müdahalesine lüzum kalmadan vukua gelir.
 
Varlık yaşadığını idrak ederek ruh haline gelince , varlığa bağlı olan manevi değer de per vasıflarında tezahür etmeye başlar ve önceden de izah ettiğimiz vazifelerini ifaya başlar. Perin ruh üzerindeki tesirleri , ruhun, perin kendisine sağladığı yardımlara ihtiyacı kalmayıncaya kadar sürer ve per’den faydalanarak tekamül eder. Ruhun per değerine ihtiyacı olmadan tekamülüne devam etmeye başlamasına ise yüksek tekamül devresi demiştik.
Dünya ve benzeri yerlerde tekamül etmekte olan ruhlara per değeri refakat eder. Bir ruhun per değerinin sağladığı faydaları kendi değeri haline getirmesi o ruhun artık robotlu tekamül yerlerinde tekamül etmesine lüzum kalmadığına delildir.
 
                                                           *
Bu bilgiler dünya ve benzeri robotlu tekamül yerlerinde tekamül etmekte olan varlıklara  tekamül yollarını aydınlatan bilgilerdir. Dünya ise bu bilgilerle en mühim tekamül safhası olan Şuurlu İman devresine girmektedir. Per ise Şuurlu İmanı izah için en lüzumlu bir dayanaktır. Per izah edilmeden veya lüzumu kadar açıklanmadan imanlar şuurlandırılamaz.
Önceden de söylediğimiz gibi per bu sebeple izah edilmemişti. Çünkü per’i izaha başlamak demek Şuurlu İman devresine girmek demektir.
                       
                                                           *
 
Dünya ve benzeri robotlu tekamül yerlerine inecek varlıkların planlarının hazırlanmasında perin rolü çok büyüktür. Planlar madde tesirlerinden uzak maneviyat alemlerinde hazırlanır. Bu sebeple dünyadaki bedenli bir ruha ahirette hazırlanan planı layıkıyle anlatmaya imkan yoktur. Biz size maneviyat alemlerindeki hadiseleri ancak çok koyu renkli bir gözlüğün camları arkasında seyrettirebiliriz. Bu sebeple siz söylenenleri hakiki değer, güzellik ve renkleri ile göremezsiniz., bu yüzden büyük denilenin büyüklüğünü , güzel denilenin güzelliğini , azap denilenin de ne ıstıraplı olduğunu layıkıyle anlıyamazsınız.
           
Dünyada madde robotu ile denenme safhasındaki varlıkların hayat planlarının hazırlanmasında , varlığın tekamül seviyesine göre perin az veya çok müdahaleleriyle
 o varlığa ihtiyacı olan en uygun plan hazırlanır.
 
                                                                           *
                                               BEDENLEME  VE  HAYAT PLANI
 
            Şimdi dünyaya inmek için bütün hazırlıklarını tamamlamış bir ruh düşününüz. Bu ruhun dünyaya inmesinde , dünyada bedenlenmesinde en mühim rolü per oynar.
            Dünyaya inen ruhlar ne baba bedenine ne de anne rahmine girerler demiştik. Dünyaya inen bir ruh şu sıraya göre bedenlenir :
1.      Planı hazırlanan ruh per aracılığı ile uyku haline benzer bir hale girer. Bu hale ruhun tekamül yerlerinden birinde dirilinceye kadar ahiretteki ölüm hali de diyebiliriz.
2.      Ruh uyku vaziyetine girmekle ahiret şuuru perdelenmeye başlar ve per, bağlı bulunduğu ruhu, ineceği tekamül yerinin esas robot değerine bağlar.Fakat per bu işi, ruhun hariçten aldığı yardımları ruhun planına intibak etirerek yapar.
3.      Ruh artık robota bağlanmıştır ve robotla bağlı olarak yaşayacağı muhittedir.Ruhun dünyaya inmekte olduğunu düşünürsek , dünyanın bulunduğu kainatın en basit ana robotu ser’dir.
4.      Ruh-per-ser’den  meydana gelmiş üçlüye perispri denilebilir. Buna perispri denilmesinin sebebi, eskiden alışılmış bu deyimden faydalanmak içindir.
5.      Perispri sadece dünya ve benzeri muhitlere inen varlıkların ser’le irtibata geçtikten sonra alacağı haldir. Başka robotlu muhitlere inen varlıklar da  o kainatların esas ana unsurları ile birleşirler fakat onlara perispri denemez. Çünkü diğer robotlu kainatların esas ana unsurları ser değildir.
6.      Ruh , per vasıtası ile ser’le irtibata geçerek dünyanın bulunduğu kainata nüfuz eder.
 
Tekamül etmek için dünyaya inen varlıklar nasıl mutlaka ser ile birleşmek mecburiyetinde iseler , dünyaya tekamülden başka bir maksatla inen varlıklar da yine ser ile birleşirler.Fakat onların ser ile birleşmeleri tekamül edecek olan varlıkların ser’le irtibata geçmelerine benzemez.Onlar, tekamül ederek, per’in kendilerine sağlıyacağı değerleri kazanmış varlıklardır. Bu sebeple hariçten aldıkları yardımları kendi değerleri ile değerlendirerek ser’le irtibata geçerler. Bu hali, bir uyku halinden sonra diğer tekamüldeki varlıklar gibi dünyada uyanmaları takip eder.
Onlar da tıpkı diğer insanlar gibi doğar, yaşar, yaşadıkları müddetçe de vazifelerini ifa eder ve dünyadan ayrılırlar.Bir vazifeli hangi değerde bir vazife ile vazifelendirilmiş olursa olsunvazifenin bitmesi vazifelinin dünyadan ayrılmasını icap ettirir.Dünyada tekamül eden varlıklar ise tekamülleri ile ilgili süre içerisinde dünyada kalırlar.
Bir de ruh olmayan fakat ruh gibi bedenlenerek dünyada vazife gören İsa misali vazifeliler vardır ki bu gibiler ruh olmadıkları halde Mutlak Nizam esaslarına uygun olarak ser ile belirli bir zaman için irtibata geçerler.Çünkü bir varlığın ne şekilde olursa olsun dünyada “ varlık” olarak tezahür edebilmesi için ser ile birleşmesi şarttır.
 
7.      Dünyada tekamül etmek veya vazife görmek üzere inen bir ruh , maddeli hayata , ser ile bağlandığı anda başlar ve bu hayata ser’den ayrılıncaya kadar devam eder.Ser ruha madde kainatını terk edinceye kadar eşlik eder.Ser’den kurtulan ruh , şayet geri veya orta değerde bir ruhsa , uykudan uyanır gibi dünya hayatından ayrılır ve dünya hayatında yaşadığı rüyaya benzeyen hadiseleri istese de tekrar yaşayamaz. Per’in ona dünya hayatında yaşadığı hadiseleri ahirette hatırlatışı  , o hadiseleri dünyada yaşamaya benzemez.Çünkü her şey ahirette çok daha kuvvetlidir.Bu sebeple de dünyada yaşanan bir hadisenin ahirette tekrarlanması , o hadiseyi aslından çok daha kuvvetle yaşanmasını temin eder.
 
Ruhlar , sadece ahiretten dünyaya değil, dünyadan da ahirete bir planla göçerler. Bu plan, dünyada yaşanan hadiselerin per tarafından değerlendirilmesinden hasıl olan bir plandır.
Bir tekamül planında ; esas olan ne hadisedir, ne sebeptir , ne de sonuçtur.Esas olan ; varlığın plandan ihtiyacını karşılamasıdır.Bir ruhun tekamül planının hazırlandığını düşünün.Evvela o ruhun ihtiyaçları belirlenir.Ruhlar tekamül ihtiyaçlarını kendilerine en iyi veya kötü gelen yollardan karşılamak imkanlarına maliktirler. Mesela bir ruhun kibrinin kırılması gerekiyordur..O ruh evvela bolluk içinde yaşatılır ve şayet o rahat hayat içerisinde gururdan kurtulur , mütevazi olma değerini kazanırsa  , o zaman zaruret ve yokluk içerisinde bir hayat yaşamak zorunda kalmaz.Fakat ekseriya, ruhlar gururlarını refah içerisinde yenemedikleri için fakir bir hayat yaşamak zorunda kalırlar.
 
Tekamül planlarında hedefler vardır.O hedeflere çok şeşitli hatta birbirlerine zıt yollardan yürünerek dahi erişilebilir. Tekamül planları , madde tesirleri altında bulunanların idrak edemiyecekleri bir mükemmeliyetle hazırlanan planlardır.
 
Şimdi size planın ne olduğunu ve nasıl hazırlandığını izah edeceğiz :
 
  1. Planın hazırlanması , zaman ve mekan kavramları tahdidi içinde anlatılabilmesi imkansız olan manevi bir hadisedir. Biz ise bu hadiseyi size ancak bu kavramların sınırları içerisinde anlatabiliriz.
  2. Bir ruhun esas tekamül planı onun var edildiği anda var eden tarafından hazırlanır. Bu hazırlanışın robot üzeri hayatlarda bile izah edilebilmesi imkansızdır.İzah etsek bile bu yükseklikteki manevi bir hadiseyi varlıklar anlayamazlar.O planın hazırlanışı her türlü izah imkanlarının üzerindeki bir hadisedir. Bu planda ruhların yaşayacakları en mühim ve değişmez tekamül hedefleri kat’i olarak fakat tekamül de göz önünde tutularak belirtilir, ruh için bundan sonra yapılan planlar hep bu ana noktalar göz önünde tutularak ve onların icap ettiği şartlara uygun olarak yapılır.
  3. Ruhları ilgilendiren bu esas plandan başka ruhun tekamülü ile ilgili birçok planlar vardır.Bunlara misal verirsek ;
    1. Ruhun ahiretten dünyaya gelirken hazırlanan planı,
    2. Ruhun dünyadaki çeşitli tekamül merhaleleri ile ilgili planlar,
    3. Ruhun dünyadan ahirete göçerken hazırlanan planı..,
*
            Görülüyor ki , bir ruh tekamülü icabı daima yeni yeni planlara ihtiyaç gösteren bir varlıktır.Bir plan yapılırken şu esaslar dikkate alınır.
1.      Her planda esas rolü ilk ana plan oynar.
2.      Her küçük plan bir üstün plandan ve onda beliren ihtiyaçlardan doğar.
 
Mesela , bir ruh dünyaya ahirette hazırlanmış bir planla gelir. Bu plana uygun olarak birçok tekamül merhaleleri belirtilmiştir.Ruh bu tekamül merhalelerine doğru hadiseler arasından geçerek erişmek yolunu tutar.Fakat bu planda ruhun liyakatine göre karşılaşacağı pek mühim olamayan hadiseler tam ve kat’i olarak belirtilmemiştir. Bunun böyle oluşunun sebebi ise ruhun sınırlı serbestisinden(1) (1: cüz’i iradesinden) faydalanarak tekamül edebilmesidir.
 
Mesela , ruhun ahirette hazırlanan planında bir kaza geçirmesi icap etmektedir. Ruh insan halinde dünyada yaşarken herhangi bir şekilde bir kaza geçirebileceğini hissedebilir ve kazaya karşı koymak için de tedbirler alabilir. Evden dışarı çıkmaz , kazanın nasıl meydana geleceğini biliyorsa( 2)(2: Mesela, böyle bir rüya görmüş ve kuvvetle bunu hissetmişse)  , mesela suda boğulacağını öğrenmişse ; deniz kenarında hatta büyük su birikintilerinin civarında dolaşmaz. Bu şekilde tedbir alır.
Şayet onun suda boğulması ahirette hazırlanan planın mühim ve mühim olduğu için de önlenmesi imkansız bir hadisesi ise , bütün tedbirler boşunadır.Vakti gelince bütün o almış olduğu tedbirlerin hepsini unuttuğu bir anda hararetle bir bardak su içer ve o su ile boğulabilir.
Fakat bu boğulma hadisesi ahirette hazırlanan planın esas ana noktalarından değil de , tedbir aldığı taktirde önlenebilecek bir ayrıntısı ise , ancak o zaman alınan bu tedbirlerle boğulması önlenebilir. Burada sırası gelmişken şunu da belirtelim ki , insanlar en çok “ tedbir ile önlenebilecek “ hadiseleri hissedebilir ve öğrenirler. Mutlaka yaşanacak olan hadiseler ise , pek müstesna haller hariç , ani olarak gelirler.
Her planın ihtiyaçtan hasıl olduğunu ifade etmiştik.. Bu ihtiyaç sizin tasavvur dahi edemiyeceğiniz kadar sık husule gelen bir ihtiyaçtır. Bir  insanın önünde tercih etmekte serbest olduğu bir çok yolların bulunması ve onun bu yollardan birini seçmesi , seçilen  yola  göre uzun veya kısa ömürlü bir takviye planının yapılmasını icap ettirir.İşte bazen hergün bazen de her an yapılan bu planlarla insan ancak ana tekamül planının çizdiği yolda kalabilir.
Şimdi de dünyaya tekamül dışı sebeplerle gelmiş bir ruhu düşünelim ve bu sebeple de onda per değerinin mevcut olmadığını farzedelim.Evet gerçi onda per değeri mevcut değildir , fakat o per değerinin imkanlarına sahip bir ruhtur. Bu sebeple o , dünya hayatı boyunca tıpkı per gibi hatta per denilebilecek bir yardımcı değeri , şuuru ile varlığına bağlıyabilir. Bu değer onda tıpkı tekamüldeki varlıklara bağlı bulunan per değerinin vazifesini görür.
Biliyorsunuz ki bir varlık per değerinden, ancak onun ruha bahşettiği yardımları değer halinde kazanınca kurtulabilir. Buna; “bir ruhun varlığına bağlı bulunan per değerini kendi öz varlığı haline getirmesi” de denilebilr.
 Şu halde per’den tekamül ederek kurtulan bir varlık per’in sağladığı yardımlardam mahrum kalmış olmaz. Bilakis o yardımları kendi sağlıyabileceği imkanlar haline getirmiş olabilir.
İşte bu hal eski ve yeni izahlarda insanları şüphe ve teşevvüşe düşüren bir noktadır ki , bugüne kadar açıklanmamıştır. Bu bilgilerden önce verilen bilgilerde ;
           
“Allah ruhlara bütün bilgileri öğretti”
 
denilmiştir. Ondan sonraki bilgilerde ise  , tekamülden bahsedilmiştir ve ;
 
 
“ Ruhlar tekamül ederek bilgi ve değerlerini arttırırlar.”
 
denilmiştir. Bir taraftan bütün bilgilere sahip olduğunun söylenmesi , diğer taraftan da ruhların tekamül ederek bilgilerini arttırdıklarının bildirilmesi , benimsetici metodun icab ettirdiği  birçok fikir ayrılıklarına zemin hazırlamıştır. Hakikat ise yukardaki izahat içersinde saklıdır.Kısaca ;
            “ Ruhlar , tekamül ederek per’in kendilerine sağladıkları yardımları kendileri başaracak hale gelirler .”
Fakat bu izah herşeyi aydınlatan izah değildir.Bu husustan ileride uzun uzun bahsedilecektir.
 
                                               852.
                                   BEDENLENME
Ruh , per vasıtası ile bedenle birleşerek dünyanın bulunduğu kainata nüfuz eder demiş ve sözlerimize , onların baba bedenine veya anne rahmine inmediklerini ilave etmiştik.
Burada bir an için , per hakkında vereceğimiz bilgiden önce ,evvelce anlattığımız    
 “ koni” bilgisine dönelim( bilgi no: 840). O bahiste anlatıldığı gibi, nasıl idare eden , idare edilenin üzerindeyse ; ruh da kısmen de olsa, idaresi altında bulunan bedenin üzerindedir. Kısaca ; o bedende fakat bedenin hiçbir yerinde değildir. Manevi bir değer olan ruh  ,                    “ manevi tesirler altında bulunan bir maddeler karışımı”ndan  başka bir şey olmayan bedenin herhangi bir yerinde aranamaz.
            Ruhun per vasıtasıyle , manen ser’e bağlanmış olarak , madde kainatına ve dünyanın icaplarına uymak üzere yavaş yavaş yol almakta olduğunu düşünelim. İlerde bedeni olacak maddelerle (per yardımı ile) ser vasıtasıyle temas kurduğunu  ve bu beden parçalarının içinde değil fakat otomatik olarak yayımladığı şualarla onları tesirleri altında bulundurduğunu düşünelim.
            Mutlak Nizam icaplarına göre ruhun bedeni olacak varlık , o ruhun anası ve babası olacak olanların bedenlerinde ayrı ayrı gelişmeye başlar. Neden bir yerde gelişmeyip de ayrı ayrı yerlerde geliştiğinin izahı ise ; dünyanın , artı ve eksi esasının ve ( bu iki kutup arasındaki) maddi ve manevi cazibelerin rol oynadığı bir tekamül yeri olmasıdır.
            Maddeyi madde haline şuaların getirmiş oldukları gibi , iki kutup arasındaki cazibeden doğan şualar da maddeye manevi değerler aşılarlar ve onu bir süre için canlı hale getirirler.
            Şimdi, baba bedeninde gelişen vücut parçasını ele alalım. Parça, baba bedeninin bir parçası halinde gelişir ve babadan ; doğacak olan çocuğa tekamül planı ile ilgili özellikler aktarılır.
            Anne bedeninde gelişen parça da aynı şekilde gelişir. Ana ve babada gelişen beden parçaları , birbirlerini, doğacak çocuğun tekamül planına göre tamamlayan parçalardır.
            İşte bu parçalar döllenme hadisesi ile ana rahminde , ana bedenine bağlı olarak , aynı zamanda da kısmen bağımsız bir halde gelişir.
            Bu hal insanlar için böyledir.Aama mesela balıklar için böyle görünmezise de esas aynıdır.Değişiklik sırf şekilden ibarettir.
            Yukarda kısaca anlattığımız  hadiseler cereyan ederken , per değeri çok mühim roller oynamaktadır.Dünyaya tekamül dışı sebeplerle gelmiş varlıklarda ise per’in rolünü , tıpkı per gibi tezahür eden, ruhun öz değeri oynar.
           
 
 
 
 
Bu hadisede per’in gördüğü vazifeleri kısaca şöyle özetleyebiliriz:
1.       Bedenin parçaları anne ve babada gelişirken , per, anadan ve babadan , ruhun tekamül planına uygun olan özellikleri aktarır. Buna;” per, ruhun yaşayacağı dünya hayatını plana adapte ettimeye başlar” da diyebiliriz.
2.       Çocuğun per’i ; ana ve babanın ruhları ile irtibata geçerek ; ana, baba , çocuk arasındaki bağlarıkuvvetlendirir.Baba ve annelik duyguları ile aile bağlarının esasını kurar.
 
Aile bağı demek ; en küçük,  küçüklüğü oranında da birbirlerine en kuvvetli bağlarla bağlı bulunan toplum bağları demektir.(1) ( 1: Bu bir kanundur. Elemanlar küçüldükçe bağlar kuvvetlenir. Molekül, atom ve atomun elemanlarını düşünelim; bu bağlar gittikçe kuvvetlenen karakterdedir.)
İşte böylelikle per, aile bağlarını kurarak ilk toplumun şekillenişindeki mühim rolü oynar.
            Şuurlu İnanç esaslarının benimsenmesinde , toplum hayatında per’in oynadığı rol çok mühimdir ki bundan ilerde bahsedeceğiz.
 
                                                                       *
 
            “ Döllenme ; manevi bir alakanın , maddi cazibe halindeki tezahürüdür ” demiştik. Döllenmeyi , iki ayrı yerde gelişen beden parçalarını bir birlerine bağlayıp kenetleyen kıvılcıma benzetebilirsiniz. Döllenme anı, bedenlerin manevi şualar yayımladıkları andır.
            Bu şuaların , ayrı ayrı yerlerde gelişmiş olan beden parçalarının birleşerek beden haline gelmesinde ve bu bedenin ilerde bağımsız canlı halinde yaşayabilmesinde çok mühim rolü vardır. Döllenme anında  yayımlanan şuaların, doğacak çocuğun tekamül planına uygun olarak şahsiyeti üzerinde de tesiri büyüktür.
            Kısaca ; döllenme , başka başka yerlerde gelişen parçalardaki elektronların, yayımlanan şualar vasıtası ile birbirlerine kenetlenmeleri ve bir vücut halinde tezahür etmelerini sağlar.
            Burada , ayrı cinsiyetteki insanlarda gelişen beden parçalarını bir birlerine bağlayacak olan şualardan meydana gelmiş bir cazibe mevcuttur. Bu şualardan hasıl olan cazibe beden parçalarını birbirine bağlar ve çocuğun ilerde bağımsız canlı olarak yaşayabilmesini mümkün kılar.
            Hiç şüphesiz ki ana ve babanın bedeninde gelişen parçalar da canlıdırlar. Fakat buradaki canlılık bağımsız bir canlılık değil , ana veya baba bedenine bağlı bir canlılıktır ki  ; bunu bir bedenin herhangi bir organındaki canlılığa benzetebilirsiniz.Daha önceki bilgilerde   “ bağlı canlılık” olarak bahsedilmişti.
            Çocuk döllenmeden sonra ancak yavaş yavaş bağımsız canlı olarak yaşayabilmek imkanlarını kazanmaya ve kendisini, per ve per aracılığı ile almakta olduğu, çoğu robot olan yardımlarla dünya hayatına hazırlamaya başlar.
            Çocuktaki ilk bağımsız canlılık belirtileri , otomatik hareketlerdir ki, doğumdan önce ana rahminde başlar. Bunlar , çocuğun dünya hayatına ilk intibak talimleridir.
                       
                                                                       853.
                                                                KIZIL  LALE
           
            Biz kötü ve ahlak düşkünü kimseleri bir toplumu iyi yola şuurla sevk etmeleri için vazifelendirmeyiz. Fesat dolu, madde hırsı ile kararmış ruhlara yüksek manevi vazifeler yüklemeyiz. Küçük hile ve hırslarla dolu ruhlar büyük vazifeler göremezler.
            Bu vazife ise öncekilere benzemez.O bir son, azapların başlangıcı olan bir son da olabilir! Göğün ateş rengine bürünmesine sebep olacaklara ; Allahın, başlarına belalar yağdırtarak da yardım edeceğini hatırlat. O ölüm kalım duvarları arasında gün gelince yine de Allahı anmayacaklar mı?. Bakalım onları Allahın katına dek yükselttikleri mahluk (1) (1: Mahluk: Allah tarafından halk edilmiş olan) kurtarabilecek mi!.
Görüp ibret almayanlara söyle , sizden evvel yaşayanlar da atomu , elektronu bulmuşlar , uzaya çıkmışlardı. Onlar da kendilerinden çok yakın olduklarımıza bizi unutturmak istemişlerdi.Biz de onları , şükredecekleri yerde şımaranların hakkı olan gazaba uğratmıştık.
Nice şımaranlar , medeniyetleri ile birlikte balıkların yaşadıkları yerlerin derinliklerine gömülmüşlerdir. Karaları deniz , denizleri de kara yapmak , milyarlarca insanın yaşadığı dünyayı tekrar Adem’e bırakmak bilseniz ne kadar da kolaydır.
Biz şimdiye kadar hiçbir kavmi ikaz etmeden mahvetmedik. En derin denizlerin dibindeki taşlar arasındaki insan iskeletlerinde , en yüksek dağ tepelerinde bulunan deniz hayvanı kalıntılarında hiç şüphesiz ki alınması gereken ibretler saklıdır.
Yoksa İsa gelmedi diye kızıl lalenin açacağı günü uzak mı zannediyorlar. İsa gitmedi ki gelsin ; gelmedi ki gitsin ! fakat onları  “ikaz edecek, korkutacak olan “ aralarında ! Sizi kızıl laleden ancak , doğrudan doğruya onu vasıta ettiğimiz bilgiler koruyabilir.( 1). ( 1: “ Gök yarılıp , gül rengi kızıllaştığı zaman Tanrının hangi nimetlerini yalanlayabileceksiniz “ Kur’an 55/37, 38)
 
                                                                 854.
                                             ŞUURLU İMAN VAZİFELİSİ
 
Şuurlu İman’da vazife alacaklar şu şekilde tarif edilebilir :
 
1. Allahın , izahı imkansız bir büyüklük olduğuna inanmış olması..
 
2. Madde tesirleri altında olmalarına rağmen hadiseler karşısında objektif olabilmesi, haklı olduğunu kabul ettiği gibi haksız olduğunu da kabul etmesi ; hatasını tamir için özür dileyecek olgunluğa yükselmiş olması..
 
 3. Bilhassa vazife hususunda manevi değerleri , maddi menfaatlerden daima üstün bulması ; henüz daha bunda başarılı olamıyorsa bir an evvel maddi hırslardan uzaklaşma yolunu tutması..
 
4. Per’in yapmakta olduğu vazifelerin şuurunda olarak ; perin ve ruhunun bildiği şeyleri  , dışa, başka şekillere sokarak yansıtmaması , inanmadığı şeyleri inanıyormuş , düşünmediği şeyleri ise düşünüyormuş gibi göstermemesi..
 
5.Toplum realitesine uyan bir ahlaka sahip olması..
 
6. Bozgunculuktan çok ,  yapıcılığa çalışması..
 
7. Nefis kontroluna alışmış olması..
 
8.İyi  ve kötü olarak tanıdıklarının iyilik ve kötülüklerinden pek fazla ihtiyaç olmadıkça  bahsetmemesi ve verdiği hükümlerde daima bir yanılma payı bırakması..
 
9.Bilgileri hayatına tatbik etmek için gayret sarfetmesi..
 
10. İyilik ve yardımsever olması, herhangi bir şahıs hakkında , sebep ne olursa olsun kötü düşüncelere kapılmamağa kendini alıştırması..
 
            Yukarıdaki birkaç maddede izah edilenler Şuurlu İnanç yolunda olanların malik olmaları zorunlu olan hususlardır.