Bu kitap, Şuurlu Tekâmülü izah eden kitaptır. Peygamberler vasıta edilerek ayrı ayrı kavimlere onların ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde bilgi verilen devirler, Adem’le başlamış, Muhammed’le kapanmıştır. Adem ilk, Muhammed de son peygamberdir.
Ayrı ayrı peygamberler tarafından zaman zaman indirilen bilgiler zamanın şartlarına ve toplumların ihtiyaçlarına göre tanzim edilmiş bilgilerdir. Hepsinin menşe’i ve gayesi aynıdır. Başka başka görülmelerinin sebebi ise, her devrin ihtiyaçlarının ve realitelerinin başka başka oluşudur. Çünkü bilgiler daima devrin realitesi göz önünde bulundurularak verilir, fakat mevcut realitenin daha üstündeki bir realiteye hitab eder. Bunun böyle oluşunun gayesi, toplumu üstün realiteye çekip yükseltmektir. Bu sebeple, verilen bilgiyi tanıtmakla vazifeli olanlar, birçok zorluklarla karşılaşırlar. Bu zorluklar, aslında onlara pek büyük manevî kazançlar temin eden zorluklardır.
Hakikatte “dinler” değil, “din” vardır. Adem’den Muhammed’e kadar bütün peygamberler, ayrı ayrı dinlere değil; tekâmül gayesi ile indirilen, önceden yadırganan, sonradan benimsenen bilgilerle, hakikatte aynı gayeye hizmet ettikleri halde; görünüşte birbirlerinden farklı oluşları, ayrı ayrı dinlere mensup olanlar arasında zaman zaman öldüresiye mücadeleler çıkmasına sebep olmuştur. İnsanlar inandıklarını, inandıkları şekilde savunmuşlar ve bu şekilde, din yolu ile verilen bilgileri daha iyi benimseyebilme imkânlarına sahip olmuşlardır.
Zaman zaman ve aynı gaye için indirilen, fakat insanlar tarafından başka başka olduğu zannedilen bütün bilgiler; insaniyetin tasavvur edemiyeceği bir mükemmeliyette indirilen bilgilerdir. Peygamberler devrinde indirilen bilgilerle şimdi vermekte olduğumuz bilgiler arasında ise çok büyük farklar vardır.
Eski devirde indirilen bilgiler, peygamberler vasıtası ile kavimlere bildirilir ve onlardan bu bilgilere itaat etmeleri istenirdi. Kısaca, o devrin bilgileri; Tanrının, yapılmasını mutlak surette emrettiği bilgilerdi.
O bilgileri öğrenip onlara itaat etmemek günah, günahın karşılığı ise ceza idi. Peygamberler devrinde yapılmaması gereken bir şeyin çok kereler neden yapılmaması gerektiği izah edilmez veya devrin realitesine göre anlaşılacak bir şekilde, daha çok mecazî yollardan faydalanılarak anlatılırdı.
Muhammed’den evvelki bazı peygamberler, tekâmülle alâkalı bilgileri tebliğ etmekle vazifelendirilmişlerdi, fakat bildirmekle vazifelendirildikleri bilgilerin nedenlerini o zamanki realite anlayacak seviyede değildi. Bu sebeple sırf kavimlerine itimat telkin edebilmeleri için peygamberlere bazı mucizeler göstertildi. İşte, peygamberlerin zaman zaman mucizeler göstermelerinin sebebi, nedenleri izah edilmeyen bilgilerin halk tarafından itimatla karşılanması içindi.
Muhammed vasıta edilerek indirilen Kur’ân’la; Şuurlu Tekâmül’e din yolu ile ilk adım atıldı. Kur’ân, peygamberler dinini, Şuurlu Tekâmül inancına bağlayan kitaptır. Kur’ân’la din devri kapanmış, inanç devri açılmıştır.
Dinler, beşeriyeti inanç devrine hazırlamıştır! Dinler insanların inancının bir kısmı olmaktan ileri gidememişler, sadece beşeriyeti inanç devrine hazırlamışlardır. Çünkü inanç, bir varlığın esası olan ruhunundur! Beşeriyetin din devrinden, Şuurlu İnanç devrine geçebilmesi için birçok tekâmül merhaleleri geçirmesi gerekiyordu.
Hangi dine mensup olursa olsun bir insanda daima din hudutlarını aşan bir inanç mevcuttur, ilk insanlarda bile bunu görmek mümkündü. Acaba neden hiçbir din insanların inancı haline gelememişti!?.. Gelemezdi!.. Çünkü:
Şuurlu inancın anlaşılabilmesi için; evvelâ insanların biraz olsun ruhu tanımaları gerekiyordu. Bu ise kolay kolay olabilecek bir iş değildi.
Şuurlu bir inancın teessüs edebilmesi için; ruhun tanınması da kâfi değildi. Onun teessüsü için, ruhu ve ruhun esas olduğunun bilinmesinden doğan mes’uliyetleri de tanımak gerekiyordu.
Şuurlu İnancın benimsenmesi için; beşeriyetin kendi kendilerine emanet edilerek yaşadıklarını bilmeleri ve hayatlarını, din devrinde mecazî misaller olarak verdiğimiz cehennemden veya toplum kanunlarından korkmadan düzene sokmak ihtiyacını hissetmesi gerekirdi. Bunun için de Şuurlu İnanca girmeden evvel insanların neden kendi kendilerine emanet edilerek yaşadıklarını açıklamak gerekiyordu. İşte biz, evvelâ bunun nedenini anlatıp, sonra da beşeriyete Şuurlu Tekâmül yolunu açıyoruz!
Görülüyor ki, peygamberler devrinde tebliğ edilenlere “körü körüne itaat” emredildiği halde, Şuurlu Tekâmül’de sadece yapacağı hareketlerin sonuçları, inkâr götürmeyen bir tarzda izah ediliyor ve beşeriyete din devrinin tamamen aksine, tam bir hürriyet veriliyor; fakat buna rağmen insanlar, bu hürriyetlerini, ellerinde olduğu halde fena ve fena olduğu için de tekâmüle aykırı yollarda kullanamıyacak hale getiriliyor.
Herhangi bir dini kabul ettim diyen veya o dine mensup olarak doğanların o dinden sayılmaları yerine Şuurlu İnanca geçmek, ancak realitesini Şuurlu İnanç seviyesine yükseltmekle mümkün oluyor. Şuurlu İnanç seviyesine yükseldiği halde Şuurlu İnancın icab ettirdiği yolda yürümeyenler ise, isterlerse görünüşte Şuurlu İnancı kabul etmiş görünsünler, yine de kayba uğruyorlar.
Görülüyor ki; Şuurlu İnançta “Ben Şuurlu İnancı kabul ettim” demekle o seviyeye yükselinemiyor veya Şuurlu İnanç seviyesine yükselindiği halde “Ben onu kabul etmiyorum” diyerek onun disiplininden kaçmak da, ilerde azaba gark olmaktan insanları kurtaramıyor. Dinlerin emirle ve cehennem korkusu ile yaptırmaya çalıştığını, Şuurlu İnanç en büyük serbestiyi vererek yapıyor.
Hakikatte Şuurlu İnanç seviyesine yükselen, dünyada yaşayan insanlar değil, bizzat dünya okuludur. Fakat dünya denilen tekâmül okulunu, Şuurlu İnanç seviyesindeki bir okul haline getiren ise; tekâmül ederek bugünkü idraka ulaşmış insanlıktır. Bütün bu izahattan anlaşılacağı gibi, Şuurlu İnanç Devri, ancak uzun bir din devrinden sonra yükseltebilecek olan bir realitedir.
Şuurlu İnancı kabul edenlerden en fazla mes’uliyetle yüklü bulunanlar, “inanç yolunda vazifeli olanlar”dır. Çünkü Şuurlu İnanç, bir varlığın sadece dünya hayatını ve o hayatı müteakip yaşayacağı ahiret hayatını değil, bütün hayatlarını ilgilendirir. Dinlerde, tekrar tekrar dünya ve benzeri yerlere inişlerden açıkça bahsedilmeyişinin sebebi de budur. Çünkü dinlerin hududu, dünya ve onu takip edecek ahiret hayatı ile hudutlanmış ve dinler hakkında verilen bilgiler de bu hudutlar gözönünde bulundurularak verilmiştir.
Herhangi bir dinin mensubu olan bir fert, o dinin yap ve yapma dediklerine kendini uydurmaya çalışır. Neticede bir mahkeme huzuruna çıkacağını bilir, fakat o mahkemenin kendi varlığında olduğundan ve asla ondan kaçmasının mümkün olmadığından haberi yoktur. O, huzuruna çıkacağı mahkemenin kendisini affedeceğini umar fakat bir ruhun geçmişte işlediği bir günahtan dolayı, kendi kendisine ne kadar zor affedebildiğini bilmez...
Dinine bağlı birisi işlediği günahlardan dolayı zebanilerin kendisini ateşe iteceğini bilir, belki de bir kolayını bulup bundan kurtulabileceğini umar. Halbuki ateşle mukayese edilmeyecek tarifi imkânsız manevî azaplar içersine, kendisini yine kendisinin iteceğini bilmez...
Şuurlu İnanç sahipleri ise bütün bunları bilen, bildikleri için de çok yüksek mes’uliyetler yüklenmiş olan, tekâmül etmiş varlıklardır. Onlar, Şuurlu İnanç yolunda liyakatleri ile yürüyebildikleri takdirde daima ve din devrini yaşayanlarla mukayese edilmiyecek bir sür’atle yükselir, yükseldikçe de değerlenirler.
Beşeriyete Şuurlu Din tohumlarını ilk serpen Sokrat’tır. O Şuurlu İnancın, Tek Allah prensibine dayanan dinlerin esaslarının iyice yayılma arifesinde gelen ve vazifesini tam anlamıyla ifa eden bir vazifelisidir. Ona; Şuurlu İnancın, teşevvüs devrindeki ilk vazifelisidir de denilebilir. Gerçi o, Şuurlu İnancın esaslarını ve nedenlerini izah etmemiş, fakat binlerce sene sonra ancak anlaşılabilecek bir yolun başlangıcını işaret etmiştir. Bu sebeple de ona peygamber denilmemiş ve Şuurlu İnancın ilk vazifelisi olma pâyesi verilmiştir.
Ondan sonra gelen peygamberler, bilhassa İsa ve Muhammed, sistemli olarak Şuurlu İnanca uzanan din yolunu çizmişler ve bu yol Kur’ân’la hitam bulmuştur. Kur’ân din ile inancın mezcolduğu kitaptır.
Ondan sonra dünyanın muhtelif yerlerinde metapsişik tecrübeler başlamış ve spiritizma yolu ile çeşitli bilgiler elde edilmeye başlanmıştır. Bu, ilerde vereceğimiz Şuurlu inanç hakkındaki bilgilerin yadırganmaması için olmuştur. Birçok vazifeli varlıklar, beşeriyeti, alabilecekleri oranda Şuurlu İnanca hazırlamışlardır.
Şuurlu İnanç hakkındaki en yüksek bilgiler Bedri Ruhselman’a bildirilmiştir. Fakat bu bilgilerin açıklanması ve tamamen Şuurlu İnanç halinde beşeriyet önünde açıklık kazanabilmesi için verilmekte olan bu bilgilere lüzum vardır. Bedri Ruhselman’ın vasıta edildiği kitap öyle bir kitaptır ki; ufacık bir söz onu Şuurlu Tekâmül kitabı halinde tezahür ettirir. İşte o kitaba ve verilmekte olan bu bilgilerin kitabına, şu vermekte olduğumuz bilgiler önsöz mahiyetindedir.
Aslında bu bildirilmekte olan bilgilerle Bedri Ruhselman’a bildirilenler arasında hiçbir fark yoktur ve aslında aynı olan iki şey, aynı gayeye, Şuurlu Tekâmül’e hizmet etmektedir.
&