Lisanssız Demo Sürümü
Lisanssız Demo Sürümü
Lisanssız Demo Sürümü
Lisanssız Demo Sürümü
Lisanssız Demo Sürümü
Lisanssız Demo Sürümü
Şuur İnanç I ; Bölüm 8 - www.şuurluinanç.com

 


 

  

 



 

 

 

  

                              
                                                                                                                                                     

         Aramanızı büyük harfle yapınız  

      

...Şuurlu İman devri , insanlığın idrak edebileceği en yüksek devir olacaktır...

Şuur İnanç I ; Bölüm 8
503.
TEKÂMÜL
Olduğu gibi kalacak hiçbir şey yoktur. Değişmede ise gaye; daha iyi, daha güzel, daha ileri olmaktır.
       504.
TATBİK
 
Savunulacak fikri alıp, onu faydalı gösterecek çareler aramaktansa; faydalı fikirleri tatbik ederek faydalanmak daha güzeldir.
        505.
RUH
 
Hiçbir şeyinin tahdit edilemiyeceği bir varlık için; “bir insanın bir ruhu vardır” denilerek, ruhu adetle tahdit etmek doğru değildir. Çünkü o manevî bir varlıktır. Manevî varlıklar ise adetle tahdit edilemezler. Adetle veya maddî mefhumlarla tahdit edilebilen varlıklar, sadece madde ve madde benzeri robot varlıklarla denenen tekâmül yerlerindedir.
Madde ve madde karakterindeki robotların bulunmadıkları yerlerde, madde izahına yarayan mefhumlar da yoktur. Bu sebeple ruhu maddeye bağlayan per bu bağı çözünce, ruh artık madde ölçülerinden çıkar, madde ölçülerinden dışarıdaki ruhu ise maddî imkânlarla değerlendirmeye veya izah etmeye imkân yoktur.
Bu söylenenlerin sonucu olarak; herhangi bir insanın ruhunu mutlaka o insanın madde hudut ve imkânları içersinde düşünmemek gerekir.
Beden, bir... iki... üç beden veya insan olarak sayılabilir. Fakat ruhu bu şekilde saymaya imkân yoktur. Öyle ruhlar vardır ki; bir veya bir kaç beden, yahut çeşitli robotlar üzerine tesirler icra ederler.
Öyle insanlar vardır ki, aynı ruhun hâkimiyeti altındadırlar. Bunlardan biri ölür, diğeri bundan habersizce (madde dünyasında kaldığı müddetçe) hayatına devam eder.
Öyle ruhlar vardır ki, tesir sahaları birkaç tekâmül yerine, birkaç dünyaya uzanır. Öyle ruhlar vardır ki, birçok ruhları tesir sahalarında bulundururlar. Tıpkı bir bedendeki canlıların o bedenin esas ruhuna tâbi olduğu gibi.
Özet olarak, beden tahdit edilir fakat ruh tahdit edilemez. Ruhlar tekâmül ettikçe tesir sahalarını genişletirler. Tanrı ise bütün ruhları tesiri altında bulunduran ve onlar üzerinde her türlü tesirlerini icra eden varlıktır.
 
506.
ÖLÜM
 
Bundan daha önceki bahislerde ölümden bahsederken; ahirete göçtükten sonra yavaş yavaş uyanmak gibi bir hale benzeterek izah etmiştik.
Ölen biri, tıpkı uykudan uyanan bir insan gibidir ve uyanınca nasıl uykudayken gördüğü bir rüyayı istese de yaşayamazsa; öylece, istese dahi artık madde ile irtibata geçemez ve uykusunda gördüğü rüyaya geri dönemez.
Dünya hayatı, ahirete geçen bir ruh için dönülemez, bilhassa geri ruhlar için çok defa ahiretteyken bile hatırlanamaz bir hayattır. Geri ruhlar ilk tekâmül devrelerinde otomatik olarak tekâmül ederler. Tekâmüldeki bu gibi varlıklara eski hayatlarını hatırlamaları pek lüzumlu değildir.
Kısaca, ahirete geçen bir ruhun artık ne bedeni ne de dünya ile bağı kalmıştır. Birçok ruhlar, tıpkı insanların rüyalarını hatırlamaları gibi dünya hayatlarını hatırlarlar. Bu hatırlayış ânında yayımladıkları manevî tesirler, çok defa dünyada hatırlanan kimseler tarafından hissedilir. Bu hissediş ekseri rüya veya hatırlama halinde olur.
Rüya halinde hattâ maddî şekliyle hatırlamalar, “o ruhun imkân hudutları” oranında madde üzerinde yaptığı tesirlerden ileri gelir.
 
507.
VAZİFE VE LİYAKAT
 
İnsanlar yapacakları vazifelere tıpkı bir makinanın fabrikada hazırlanması gibi hazırlanırlar ve o vazifeye elverişli değeri kazanmadan vazifeye başlayamazlar.
Bir insanın kendisine düşen vazifeyi yapabilmesi için lüzumlu olan vasıf ve değerleri kazanabilmesinde, her şeyden evvel liyakate ihtiyaç vardır. Liyakati oranında işini başarabilir.
 
508.
MUVAFFAKİYET
 
Her insan liyakati oranında muvaffak[1] olur. Bir insana taşıyabileceğinden fazla yük yüklenemez. Büyük muvaffakiyetlere ise ağır yüklere katlanılmasına rağmen, doğru olduğuna inanılan yolda sabır ve liyakatle ilerlemekle erişilir.
 
509.
AYDIN
 
Bir insan bilgisini, liyakat halinde tecelli ettirebildiği oranda aydın’dır.
 
510.
AYDINLANMA
 
Realitesini yükseltmek ihtiyacını hisseden ve bu yolda gayret sarfederek bilgi edinen insanlar, aydınlar veya aydınlanma yolunna olanlardır.
 
511.
GÜNLÜK HAYATTAKİ HÂDİSELER
 
Hâdiseler günlük hayatta çok mühim roller oynarlar. Bir hâdise ister sevinç verici, ister teessür getirici olsun, günlük hayatı ani olarak değiştirebilir. Sinir sistemi, hayat felsefesine tesir eder. Bir an evvel arzu edileni, nefret edilen hale getirir. Bunların hepsi tekâmül ile ilgili şeylerdir.
 
512.
ALLAH
 
Allah her şeyi kuşatır, her şeyde de mevcuttur.
 
513.
TEKÂMÜL YOLU-RUH VE BEDEN
 
Tanrı her şeyi kuşatır, her şeyde de mevcuttur. O’nun bulunmadığı yer, O’ndan olmayan varlık yoktur. O’nun mevcudiyeti, yakınlığı, uzaklığı, imkânları, maddî imkânlarla izah edilemez. O’nu kendisinden çok uzak hissedenlere dahi kendilerinden yakın olan O’dur.
Tanrının varlığı eserinde, eseri ise varlığındadır. O’nun eserini sevmek, ondaki sırları iyi niyetlerle çözmeye çalışmak Tanrıya yaklaşılan yegâne yoldur ki buna, “tekâmül yolu” diyoruz. O’nun yolunda, iyi olduğuna inandıklarını yaparak, fena olduğuna inandıklarından da kaçınarak veya kaçınmaya çalışarak yürüyenler yükselirler.
Tanrının varlığını ve O’nun var ettiklerini tasavvur etmeye imkân yoktur. Fakat sırf biraz olsun anlatabilmek için, bir insanı ve o insan bedeninde yaşayan varlıkları misal olarak ele alalım.
Bir beden tek bir varlık değildir. Tekâmüldeki sayısız varlıklardan meydana gelmiştir. Bunlar otomatik olarak tekâmül ederler. “Şuur safhası”na erişince de yeni bir varlık olarak tekâmül yerlerinden birinde var olurlar. Bu varlığın varlığında da tekâmül etmekte olan sayısız varlıklar vardır.
Bir insan ruhu, birçok varlıkları idaresi altında bulunduran, madde ölçülerinin dışına yükselebilmiş bir varlıktır. O, bedenini idare eder. O, bedendeki varlıkların idaresi ile vazifelidir ve o, varlıkları idare ederken gösterdiği liyakatle yükselir, tekâmül eder.
Ruh bedenin şuurlu sahibidir. Beden ise o ruha bağlı sayısız “tekâmüldeki varlıklar”dan müteşekkildir. Her beden; her zerresi tekâmül etmekte ve “şuur safhası”na doğru yükselmekte olan varlıklardan meydana gelmiştir.
Ruh, beden üzerindeki hâkimiyetini, o bedenden ayrılıncaya kadar devam ettirir. Bu ise, o bedenin esasını teşkil eden maddelere “per” vasıtası ile bağlanması sonucu olmuştur. Ruh bedenin her noktasından haberdardır. Bu bağlar ancak ölümle kopar. Ruh bedeni terk edince de bedendeki varlıklar tekâmüllerine herhangi bir robot vasıtası ile devam ederler.
Bu varlıklar hakikatte gözüken robotlar değillerdir. Fakat o robotların ayrılmaz cevherleridir[2]. Daha doğrusu öyle[3] gözükürler. “Tekâmüle yardımcı varlıklar” da tekâmül edebilirler, tekâmül edebilen varlıklar haline gelebilirler.
Ruh, beden ile münasebetlerini devam ettirdiği müddetçe hem bedeni, hem de tesir sahası içersinde hükmünü icra eder. Bu; ruhun tekâmül ederek kazanabildiği kudret ve liyakati oranınca güçlüdür.
Bedendeki varlıklar tekâmül ederek sürekli yeni yeni robotlarla otomatik olarak irtibata geçerek tekâmül ederler. Bu, o varlıkların şuurlanma safhasına kadar devam eder. Ruhluk mertebesi’ne “şuurlanarak” yükselen varlıklar, artık emri altında birçok tekâmüldeki varlıkları idare etmek hak ve liyakatini kazanmış varlıklardır.
Her ruh, emrindeki varlıkların tekâmülünden sorumlu olduğu gibi kendi tekâmülünden de sorumludur. Çünkü onun da üstünde onu idare eden daha liyakatli bir varlık mevcuttur.
 
514.
KÖR BAĞIRSAK
 
Kör bağırsak ve sair beden parçaları ilerde aynı beden için, daha ilerde de başka bedenler için yedek parça rolü oynayacaktır.
 
515.
TELKİN VE REALİTE
 
Bir insanın veya bir toplumun realitesi, sadece nasihatle, sözle veya ezberletip öğretmekle yükseltilemez. Realitelerin yükselebilmesi; ancak ve ancak yüksek realitenin “benimsenmesi” ile mümkün olur. Öğretme ve ezberletme, sadece realitenin benimsenmesinde yardımcı rol oynar.
Bunun için evvelâ yüksek realiteyi öğretmek, sonra da daima tekrarlayarak hatırlatmak, “telkin etmek” icab eder. Bu yol; realitenin benimsenmesine yardımcı olan en kestirme yoldur.
 
516.
MÜCADELE VE TEKÂMÜL
 
İnsanlar dünyada eksiklerini gidermeye, arzularını yerine getirmeye, karşılaştıkları fena hâdiseleri iyiye çevirmeye, hastalık ve dertlere deva bulmaya çalışarak tekâmül ederler ve dünyayı da tekâmül ettirirler.
 
517.
TEKÂMÜL VE YÜKSELİŞ
 
Her şeyiniz gibi mevcut inancınızı da tekâmül ettiriniz. Kıyafetinizde aradığınız inancınızı, bâtıl itikatlarınızı[4], her şeyinizi; yeni yükseldiğiniz realiteye intibak ettirmeye çalışınız.
Biliniz ki, her erişilen tekâmül merhalesinin üzerinde daha yüksek ve daha güzel tekâmül merhaleleri mevcuttur. Cennet yolu denilen yol ise aslında budur.
 
518.
YOL
 
Sizi yürüttüğümüz yol; taassup ve bağlardan arınılmış İslâmiyet’e yükselten yoldur.
 
519.
PUT
 
Beşeriyetin manevî değerleri kavrayabilmesi için putu tanıması ve ona tapması şarttı. İnsan Tanrıyı tanımaya, korktuğuna ve sevdiğine tapmakla başladı. İnsan putu, tekâmül yolunun başlangıcını çizen bir kalem olarak kullandı. Bu hal; o yolun kalemsiz çizileceğini anlayıncaya ve realitesini yeni inancına yükseltinceye kadar devam edecektir.
 
520.
VAZİFE
 
İnsanları daha üstün realitelere götüren, o realitelere erişebilenlerin yardımlarıdır. Bu sebeple daha üstün realiteye yükselenlere, o realiteye erişemiyenleri kendi realitelerine çekip yükseltmek vazifesi verilir.
 
521.
GÜNEŞ IŞINLARI
 
İnsaniyet tekâmül ettikçe güneş ışınlarından faydalanacak, onunla ısınacak, onunla gecelerini aydınlatacak, gıdasını teminde ondan daha fazla faydalanacak, kısaca onunla haşır neşir yaşayacaktır.
 
522.
MADDEYİ MANEVÎ VARLIKLARA BAĞLAMA
 
Maddeler şua halinde olmalarına rağmen, hareketleri halinde yine şua yayımlarlar. Bu sebeple kendisi şua halinde olan ser zerresi bizzat şua yayımlar. Ser zerreciğinin yayımladığı şua ise, madde kâinatının en basit ve o derecede de manevî değeri fazla olan şuasıdır. Bu şuaların, “tam manevî şua”ya yakın bir değer kazanma ânı, per ile birleşme ânıdır. Bu sebeple mecazî olarak; “Hayat; ser zerresinin yayımladığı, manevî değeri çok fazla olan ser şualarının ucuna bağlanmıştır” diyebiliriz.
İnsanlar, tekâmüldeki varlıkların bağlanarak yaşayacakları beden veya maddeyi, tekâmüldeki o varlığa (veya ruha) kendileri bağlayabilirler. Bu hal Mutlak Kanuna aykırı değil, bilâkis onun esaslarına uygundur. Buna; “tekâmüldeki varlıkların liyakatleri ile yükselerek manevî değerleri (ruhları) maddeye bağlamaları” denir.
İnsanların, manevî değerleri maddeye bağlamaları ile yepyeni bir devreye girilecektir. Bu devre; tekâmüldeki varlıkların liyakatleri ile maddeyi manevî varlıklara (ruhlara) bağlama devresidir ki, bu devre varlıkların bilgi ve şuurla “yaratma” devresi olacaktır.
Bir ruhu maddeye bağlamak yolu; atomdan elektrona; elektrondan, sere doğru yükselmek ve lüzumlu olan sırları çözmekle mümkün olacaktır. Bu arada elde edilecek bulgular bilhassa tedaviler üzerinde kesin tesirler icra edecektir.
 
523.
BEDENİ ŞUURLA TERKEDEBİLME
 
“Yaratma” nasıl mümkün olacaksa aksi, yani “idrakli ölüm” de birgün gelecek hakikat olacaktır. Bu da ancak insanın, bulunan metodlardan faydalanarak şuur ve liyakatle bedeni (yani maddeyi) manevî değerlerden (ruhlardan) ayırabilmesi ile mümkün olacaktır. Bu ise “şuurlu ölebilme” devrinin açılmasıdır ki, buna “ölümsüzlük devri” denilecektir.
Bir insanın ölmeden ve şuurla[5] bedenini ruhundan ayırabilmesi, dünyayı şuurla manevî âleme bağlayabilmesi demektir ki, bunda başarı sağlandığı takdirde robotlu tekâmül yerlerindekiler devamlı olarak manevî âlemle irtibatta olabilecekler ve halen korkulan, sevilmeyen ölüm hâdisesi ise tamamen basit bir hâdise olarak görülecektir.
Bu çok mühim bir tekâmül safhasıdır ve ancak bu safhadan sonra yepyeni ve çok yüksek bir “robotlu tekâmül safhası” başlayacaktır.
 
524.
TANRI YARDIMI
 
Tanrı, yerinde oturup kendi adını ananlardan ve sadece yardım dileyenlerden hoşlanmaz. Çünkü bunların çoğu; gücü, kuvveti, kafası yerinde olduğu halde köşe başlarında oturarak dilenen tembel, ahlâksız dilencilere benzerler.
Tanrı, kullarından, verdiği liyaketle yükselmelerini ister. O’nun yardımını, liyakatle yükselmeye çalışanlar daima yanlarında bulurlar. O’nun yardımı zaman zaman sıkıntı ve zorluk halinde de tezahür edebilir. Hakikatte bu zorluk ve sıkıntılar, o insanı daha üstün vazifeler görmeye ve değerler kazanmaya hazırlamak içindir. Tıpkı bir bıçağın bilenmesine benzer.
 
525.
HER ŞEYİ BİLEN
 
Tanrıdan başka hiçbir varlık her şeyi bilemez.
 
526.
TANRI
 
Tanrı adetle izah edilemez. Çünkü o her şeyin üzerinde ve hiçbir zaman lâyıkiyle izah edilemiyecek varlıktır. O’na “bir” demek, madde tesiri ve tahdidinde olanlar için zaruret[6] olabilir. O’na “birdir” diyenlerin bile O’nun, birin çok üzerinde ve izah edilmesine imkân olmayan değer olduğunu bilmeleri gerekir.
 
527.
 
Civcivlere saldırmak üzere olan kediye bir taş atarak ona mani olmak mümkündür. Halbuki ona yiyeceği birşey atarsanız, onu yer ve civcivlere saldırmaktan yine vazgeçer.
Aç; insan olsun hayvan olsun, karnını doyurmak çarelerini kendi imkânlarına göre arar. Açı doyurmak onu kovalamaktan faydalıdır. Çünkü, onu kovalarsan belki av kurtulmuş olur; fakat onu doyurursan, hem avı kurtarmış hem de bir açı doyurmuş olursun.
Bu bilgideki sır, topluma tatbik edilirse o toplum kurtulmuş olur.
 
528.
BİLGİ VE ANALİZ
 
Verilmekte olan bu bilgiler, henüz analiz safhasındadır. Bu ise, varlıklar dahil her şeyi “ayırarak” tetkik demektir. Bir de bu bilgilerin birleştirilme safhası gelecektir ki, bu ancak analiz safhasını realite haline getirenlerin anlayabilecekleri çok yüksek bir bilgi safhasıdır.
 
529.
BİLGİDE ANALİZ SAFHASI
 
Bilgide analiz safhası demek; en geniş anlamı ile, varlıkları mümkün olduğu kadar “ayırarak” teker teker tetkike çalışmak demektir.
 
530.
BİLGİDE SENTEZ SAFHASI
 
Bilgide sentez safhası demek; pozitif metodlarla elde edilen bilgileri birleştirerek varlıkları yakın, hattâ hepsini bir arada tetkik demektir. Bu; bilgilerin olduğu gibi varlıkların da kül halinde tetkiki demektir ki, bu birleştirilmede dünya imkân hudutları dışına uzanılabilir.
Madde tesiri altında tetkik edilen hâdiselerin “madde tesiri dışındaki değerleri”, o işi tetkik edenlerin liyakatleri oranında aydınlanır.
Bu yol, “en yüksek değerlere” şuurla yükselinen yolun başlangıcıdır.
 
531.
YÜKSEK REALİTELİ İDARECİLER
 
Bu bilgilerden elde edilecek en büyük fayda; günlük hayatta veya toplumu idare işlerinde alınacak kararlarda şuurlu olarak tekâmülü göz önünde bulundurmaktır.
İnsanlar ise tekâmüle faydalı şeyleri kendi realitelerine göre değerlendirebilirler. Bu sebeple toplumdaki yüksek realiteli fertlerin, idare mekanizmasını ellerinde bulundurmaları ve toplumların da yüksek realiteli fertlere idareyi emanet etmeleri gerekir.
 
532.
HER ŞEY TEKÂMÜL İÇİNDİR
 
Her bilgi, her şey, tekâmülü sağlamak içindir. Bilgilerden, olmakta olan hâdiselerden, her varlık liyakati oranında faydalanır.
 
533.
REALİTELERE HÜRMET
 
Bir insanın sizinkine uymayan dini inancına saygı göstemek, kendi inancınızı hor görmek değil, bilâkis onun değerini belirtmektir.
Her insan erişebildiğine inanır. Bu, Mutlak Kanun icaplarındandır. Bir insana daha üstün realitelerin inancını tanıttırmak ve onun daha üstün realitelere yükselmesine çalışmak, zor fakat tekâmüle en faydalı iştir.
Realiteleri yükseltmek için çalışanlara hitab ediyorum: “Biliniz ve unutmayınız ki, vazifenize başlangıç noktası; realitesini yükseltmek istediğiniz kişi veya toplumun realitesine hürmettir!”
 
534.
BİLİNENİN REALİTE HALİNE GELİŞİ
 
İnsanların bir şeyi bilmeleri veya o şeye inanmaları, o şeyi realitelerine dahil etmiş olmaları değildir. İnsanlar bir şeyi okur ve öğrenirler. Okuyup öğrendiği fikri beğenseler dahi onu uzun süre realiteleri haline getiremezler.
Bir fikrin, bir insanın realitesi olabilmesi için onun, o insanın varlığına burgulu bir vida gibi girmesi ve yerleşmesi icab eder. Bu ise ancak birçok zorluklar aşıldıktan sonra elde edilebilecek bir sonuçtur.
 
535.
ESKİYE BAĞLILIK VE TEKÂMÜL
 
An’anelere[7] ve eskiye bağlılık, tekâmüle mâni olmadığı müddetçe zararsızdır. Bunların arasında faydalı olanlar da mevcuttur.
 
536.
ZAMANIN İCABI ALINAN TEDBİRLER
 
Zamanın ihtiyaçlarından dolayı alınan bazı tedbirlerin, o ihtiyaç giderilir giderilmez kaldırılması gerekir.
Meselâ, İslâmiyetin ilk yayılış günlerinde o zamanın realite ve ihtiyaçlarından hâsıl olan bazı tedbirlerin ilerde kaldırılmaması, ilerici bir din olan İslâmiyeti gerici bir inanç halinde göstermeye başlamıştır. Gerçekte ise İslâmiyet tekâmülcüdür, ilericidir.
İhtiyaçtan doğan tedbirleri o ihtiyaç geçtikten sonra kaldırmamak demek, tıpkı harp bittikten, tehlike geçtikten sonra hava hücumlarına tedbir olarak konan karartmaya devam etmeye benzer.
Bunu, hasta iyileştikten sonra o hastalığa tedavi için verilen ilaçlara devama da benzetebiliriz ki, hastayı iyi eden ilaçlar, o sıhhate kavuştuktan yani ihtiyaç ortadan kalktıktan sonra ona zarar verebilir.
 
537.
YÜKSEK MENŞE’Lİ BİLGİLERİN FARKLI GÖRÜNÜŞLERİ
 
Beşeriyete zaman zaman mevcut realiteye uyacak ve mümkün olduğu kadar anlaşılıp faydalanılacak şekilde bilgiler verilir. Bu bilgilerin verilmesindeki gaye, ne zaman verilmiş olursa olsun, tekâmüle hizmettir.
Önceden verilen bir bilgi ile yüzlerce sene sonra verilen bilgiler arasında farklar ve bu farkları husule getiren faktörler mevcuttur. Bunların en mühimlerini şöylece sıralayabiliriz:
1. Toplumun mevcut realitesi
2. Lisanı
3. Zamanın tekâmül ihtiyaçları
4. Bilgilerin, zamanın realitesine en fazla tesir edecek şekilde verilmesi.. (Bu sebeple eski devirlerde bilgiler daima mucizelerle süslenmişti, buna da sebep o devirlerde mucizelere gösterilen saygı ve itimattı.)
Tâ ilk bilgilerden gününüze kadar verilen bilgiler, yukarıdaki esaslar göz önünde tutularak ve o devrin realite ve ihtiyaçlarını gidermek maksadı ile verilenler tasnif edilerek tetkik edilirse, ilk bakışta birbirlerinin zıddı gibi gözüken bilgiler hakikatte birbirlerini tasvip eden ve devamını sağlayan bilgiler olduğu ortaya çıkar.
Bilgilerin birbirlerinden farklı görünüşleri ise zararlı değil faydalıdır. Çünkü, bu sebeple onların üzerine daha fazla eğilinir ve sonuçta tekâmüldeki rolleri belirir.
Bilinmesi ve unutulmaması gereken esas nokta; yüksek menşe’li bütün bilgiler, tekâmülü sağlamak maksadı ile indirilir.
 
538.
BİLGİLERİN TATBİKİNDE UYGUN ZAMAN
 
Bilgilerin kişi ve toplumlara tatbik edilmesinde en başta, o toplumun başında bulunanlar sorumludur. Bilgiler zamansız verilirlerse zararlı ve tehlikeli olurlar.
Her bilgi, bir sonraki yüksek bilgiye erişilmek için kullanılması gereken basamaktır. Toplumun başında bulunanlar icraatlarında da bu kaideye riayet etmeleri ve zamansız icraattan, o icraat faydalı gözükse dahi vaz geçmeleri gerekir. Bilhassa durumu muhtelif sebeplerden son derece nazikleşmis olan toplumlarda bu nokta üzerinde daha fazla durulmalıdır. Çünkü zamansız ve tekâmüle engel olacak, bazı yorumlara sebep olacak icraatlar faydalı dahi olsalar tatbik edilince zararlı bir hal alırlar.
Her bilgi, her icraat ancak uygun zeminlerde[8] faydalı sonuçlar sağlar. Şayet zemin uygun değilse o icraat için evvelâ zemini hazırlamak, sonradan onu tatbik etmek gerekir.
 
539.
YENİ REALİTE KARŞISINDA FERT VE TOPLUM
 
Her fikir, yayılmasına uygun olan zeminde yayılır ve fayda sağlar. Zemin, yayılması istenen fikirlere uymuyorsa bu iş zor, çok kereler de imkânsız bir hal alır. Bu sebeple bir toplumun kolaylıkla benimseyebildiği bir fikri diğer bir toplumun red ettiği çok görülmüştür.
İleri toplumlar geri fikirleri red ederler. Geri toplumlar da ileri fikirleri anlayacak realiteye erişmediklerinden bu fikirleri kabul etmezler. Bu sebeple ileri fikirleri geri toplumlara benimsetebilmek işi, metodlu olarak dikkat, şefkat, feragat ve sabırla üzerine eğilinmesi gereken bir iştir.
Bunun için; yani sırf bilgileri bir topluma benimsetmek için de bilgi, liyakat ve metod ister. Çünkü, bilgilerle realitesi yükseltilmek istenilen toplumun da mevcut bir realitesi vardır. O toplumu bu realiteye bağlayan çok kıymetli bağlar olabilir. Şayet toplumun yeni yüksek realiteye yükselebilmesi için bu bağların kopması icab ediyorsa bunları bir anda koparmaya çalışmak iyi sonuç vermez.
Ani olarak bir karar veya bir kanunla koparılmış görünen bağlar sadece görünüşte kopmuş gibi gözüken bağlardır. O bağların kopması ve yerine daha ileri, daha güzel olanlarının getirilmesi için evvelâ o bağları hiç kimseyi incitmeden gevşetmeye çalışmak gerekir. Bu ise bilgi ve liyakat isteyen bir iştir.
 
540.
BÜYÜKLÜK
 
Mevcut maddî imkânları, bir insanı büyük gösterebilir fakat büyük yapmaz!.
 
541.
BİLGİ
 
Bilgiler, alınıp, okunup, “ah ne güzel..” veya “ne doğru söylemiş..” denilmesi için değil; hayata tatbik edilmesi için verilir.
 
542.
MÜKEMMEL
 
Tanrının değeri, “O kusursuzdur!.” veya “mükemmeldir..” denerek dahi izah olunamaz. O her türlü tarif ve izahların üzerinde olan ve daima böyle kalacak bulunan bir değerdir.
Tanrının var ettikleri arasında ise mükemmele en yakın olan; Mutlak Varlığı ve onun Mutlak Kanunudur. O[9] her şeyi kusursuz, eksiksiz ve tam vaktinde yapan, her türlü izahların üzerinde bir kudrettir. O, insan idrakine göre tam bir mükemmeliyettedir. Fakat Tanrı isterse onu daha mükemmel hale getirir, değiştirir.. Özet olarak hakîki mânada mükemmel yoktur. Çünkü Tanrı, mükemmel zannedilenden daima daha mükemmelini yapabilecek, izahı imkânsız kudrettir. O, her şeyi, yapıp beğendiği Mutlak Kanunu ile idare eder. Bu sebeple O’nun yapıp beğendiği Kanun’a insanlar “mükemmel” diyebilirler.
Yukarıda izah edilen noktalar gözönünde bulundurulmak şartı ile mükemmel olduğu kabul edilen Mutlak Kanun ve onun icraatından başka, Tanrının var ettikleri arasında hiçbir mükemmel yoktur. Hiçbir mükemmel olmadığı gibi mükemmele doğru ilerlemiyen veya daima daha iyi, daha güzel olmak gayesi ile değişmeyen veya değiştirilmiyen hiçbir varlık da mevcut değildir.
Çünkü her şey tekâmül eder ve ancak mükemmel olan bir şey tekâmül etmez. Kısacası:
 
“Mükemmel” olsaydı tekâmül olmazdı!
 
Bu sebeple; yapılan, beğenilen, güzel olduğu herkes tarafından kabul edilen fikir, düşünce, icraat hattâ çok yükseklerden indirilen tebliğlerde bile tam ve hakîki mânası ile mükemmeliyet aranamaz. Çünkü mükemmel zannedilenden daima, daha mükemmel zannedilecek olan mevcuttur.
 
İnsanlar, mükemmeli arayarak ve zaman zaman da bulduk zannederek tekâmül ederler. Bu hal böyle gelmiş ve böyle gidecektir.
 
543.
İLİM HUDUTLARI VE TEKÂMÜL
 
Tekâmül olduğu için ilmin başında ve sonunda daima meçhuller bulunacaktır. Tekâmül ebedî olduğu için de daima bu böyle kalacaktır.
İlmin başının ve sonunun meçhuller içersinde oluşu ve daima böyle olmak mecburiyetinde bulunuşu ilmin değerine halel getirmez[10]! İlim daima var olacak ve var olması ile de tekâmül sağlayacak, bir tekâmül faktörü olarak kalacaktır.
 
1. halel getirmek: Bozmak, özelliğini değiştirmek.
 
İlmin başının ve sonunun meçhuller içersinde olması bir hakikattir. Fakat bunun böyle olduğunu ileri sürerek ilimi küçümsemek; bir hata, ve aynı zamanda bilmeyerek Tanrının “Tekâmül Kanunu”nu inkâr demektir.
 
544.
BİLİNENLER VE MEÇHULLER
 
Hiçbir şeyde mükemmeliyet olmaması sebebi ile; tamamen bilindiği zannedilen hakikatler içinde de henüz daha anlaşılmamış meçhuller mevcuttur.
Bu sebeple, her bilindiği veya çözüldüğü zannedilen meselenin derinliklerine doğru inilirse orada meçhullerle karşılaşılır. Bu meçhulleri çözmeye uğraşmak ise tekâmüle hizmettir.
 
545.
TEKÂMÜLDE İNSAN
 
İnsan hem fert olarak tekâmül eder, hem de içinde bulunduğu toplumun tekâmülünde rol oynar. Bir de kendi bedeninden bir dünya gibi istifade eden varlıkların tekâmülünde, aldığı fakat bilemediği robot yardımlarla etkili olur.
 
546.
TEKÂMÜLDE BEDEN
 
Her beden bir tekâmül vasıtasıdır. Tekâmül etmekte ve ettirmekte olan varlıklardan meydana gelmiştir.
 
547.
TEKÂMÜLDE DÜNYA
 
Dünya bir tekâmül vasıtasıdır. Tekâmül eden ve ettirmekte olan varlıklardan meydana gelmiştir.
 
548.
TEKÂMÜLDE KÂİNAT
 
Kâinat bir tekâmül vasıtasıdır. Tekâmül eden ve ettirmekte olan varlıklardan meydana gelmiştir.
 
549.
TEKÂMÜLDE KÂİNATLAR
 
Kâinatlar, bir tekâmül vasıtasıdır. Tekâmül eden ve ettirmekte olan varlıklardan meydana gelmişlerdir.
 
550.
MANEVÎ VARLIKLAR
 
Manevî varlıklar, tekâmül eden ve ettiren varlıklardır.
 
551.
TANRI
 
Tanrıyı izaha, istisnasız hiçbir varlık muktedir değildir. O’nu tam olarak anlayabilmek, Tanrılık mertebesidir ki, asla o mertebeye erişilemez. Varlıklar O’nu ancak değerlenerek daha fazla idrak edebilmek imkânlarına maliktirler.
 
552.
TANRI
 
O’na tekâmülle yaklaşılabilir, fakat asla ulaşılamaz.
 
553.
MÜKEMMEL
 
Tekâmüldeki varlıklar hiçbir zaman mükemmeliyete erişemezler. Fakat ekseri varlıklar, erişebildikleri en yüksek tekâmül yerini mükemmel zannederler. Bu sebeple insanlar için daima mükemmel zannedilen fikirler, düşünceler mevcuttur. Bunlara, yerlerini daha mükemmellerine terk edinceye kadar mükemmel nazarı ile bakılır.
Bu mükemmel zannedilen fikirlerin zirvesinde ise “o insanın Tanrısı” mevcuttur.
 
554.
ÜSTÜN BİLGİ-ÜSTÜN REALİTE
 
Bir insan erişemediği değerdeki bilgileri anlayamaz. Bu sebeple de değerleri değersizlikler zanneder.
Bir insanın üstün realitelere erişebilmesi ve üstün bilgileri realitesine ekleyebilmesi, yükselebilmesi için Mutlak Kanunun Tekâmül Plânı tatbik edilir. Bu plânda, bir bilgiden çok üstün olan bir diğer bilgiye yükselebilmek için aradaki bilgi merhalelerinden “idrakle” geçip yükselmek icab eder. Bu ise, kolay bir iş değildir.
Dünya şartlarına uygun olarak tekâmül edenler, bir realiteden çok üstün diğer bir realiteye sıçrayamazlar. Ancak liyakatleri ile aradaki merhaleleri daha çabuk aşabilirler.
 
555.
DÜNYA BİRLİĞİ
 
Üstün dünya realitesine göre “birlik”; tek taraflı ve kâğıt kalemle teorik olarak halledileceği zannedilen bir politika problemi değildir.
Hakikî birlik mefhumunun maddî, manevî ve ilmî yönleri mevcuttur. Bu yönlerin mezcedilmesi ve bulunan sonucun ise birliğe mensup fertler tarafından benimsenmesi gerekir.
 
556.
“TEKÂMÜLE YARDIMCI” DEĞERLER VE
TEKÂMÜLÜN GAYESİ
 
Bundan evvelki bilgilerde takip ettiğimiz analiz yoluna uygun olarak, hâdise ve varlıkları birbirlerinden ayırarak tetkik ettik.
Bu arada da “tekâmüle sevk olunan varlıklar” ile “tekâmüle yardımcı robot değerler”i kesin olarak ayırdık. Halbuki her tekâmüle sevk edilen varlığın tekâmülü üzerinde rol oynayacak bir tekâmüle yardımcı robot değer, ve her tekâmüle yardımcı robot değer veya varlıkta da tekâmül edip değişen bir tekâmül edici taraf mevcuttur.
Biz ruhlara “tekâmüle sevk edilen varlıklar” dedik. Çünkü, ruhlarda tekâmül eden taraf ağır basmaktadır. Dünya maddelerine ise tekâmüle yardımcı robot varlıklar denilmesinin sebebi; tekâmül ettirici tarafının daha ağır basmasından ileri gelmektedir.
Bir varlık, tekâmüle yardımcı varlık halinden tekâmül ederek (değerini arttırarak) tekâmül eden varlık haline geçer. Tekâmül eden varlıklar ise çok öncelerden tekâmül ettirici rol oynaya oynaya tekâmül edici varlıklar haline geçmişlerdir.
Tekâmüle yardımcı varlıklar aynı zamanda tekâmül edici hassaya da sahiptirler. Bunlardan bazıları cansız oldukları halde canlılık belirtileri gösterirler. İşte bu safha tekâmüle yardımcı varlıklardan tekâmül edici varlıklar haline geçmeye namzet olanlarda görülen bir haldir.
Bir de tekâmüle yardımcı değerler vardır. Bunlar daima değer halindedirler. Ara sıra varlık halinde tezahür edişlerinin sebebi vazife icabıdır. Bu hale robot varlıkların mevcudiyetlerinden faydalanarak geçerler.
Bu “sırf değer halindeki” varlıklar, “Mutlak Kanun’un icapları” halinde tezahür ederler. Ve her tekâmül ortamının tekâmüle yardımcı robot varlıkları üzerinde tesirler icra ederek vazifelerini ifa ederler. “Tekâmüle yardımcı robot değerler” tekâmül yerlerindeki tekâmül etmekte olan varlıklara da doğrudan doğruya tesir ederek icab eden vazifeyi ifa ederler.
Şu halde; herhangi bir tekâmül yerindeki varlıklar, tekâmül edici ve ettirici vasıfları haizdirler. Bunlardan “tekâmülde” denilenleri ileri, tekâmül ettirici robot varlıklar halinde tezahür edenleri de geri varlıklardır. Bir de “saf tekâmüle yardımcı robot değerler” vardır ki bunlar “sırf değer” halindedirler ve Mutlak Kanun esaslarını tatbike memurdurlar. Hattâ bunlar robot varlıkları kullanarak; tekâmül etmekte olan varlıklar halinde tezahür edebilirler[11]. Bunun yanında; tekâmüldeki bir varlık da herhangi bir vazife icabı, “robot değerler” vasıtası ile tekâmüle hizmet edebilir.
Tekâmüldeki varlıklar üzerindeki “robot değerler”in tesirleri, o varlıklar tarafından, tekâmül ettikçe liyakatleri ile kazanılır. Başka bir deyişle; tekâmüldeki varlıklar liyakatleri ile, “robot değerler”in kendilerine bahşettiği değerleri kazanabilirler. Bunun sonucu olarak da tekâmülde her değerlenişte daha fazla istiklâllerine kavuşurlar.
Bu değerleniş ise sonsuz istikamette ilerler ve neticede, tekâmüldeki varlıklar, robot değerler vasıtası ile şuursuzca ifa edilen Mutlak Kanun esaslarını şuurlu olarak ifaya hak kazanmış mertebeye yükselirler. BU; MUTLAK NİZAMIN ŞUURLANMASI VE TEKAMÜLÜN GAYESİDİR.
Tekâmüldeki varlıklara, Mutlak Varlığın ifa etmekte olduğu vazifelerin verilmesi bir mükâfat halinde tezahür eder. Varlıkların değerlendikçe daha fazla hak ve imkânlara sahip olmalarının sebebi budur.
 
557.
BİLGİNİN DÜŞÜNÜLMESİ
 
Bilgiler okununca hemen anlaşılmazlar. Bu hal, onların üzerinde düşünülüp benimsenmesi içindir.
 
558.
DEĞERLER, VARLIKLAR
 
Madde, manevî robot değerlerin kabalaşmasından hâsıl olmuştur. Manevî robot değerlerle, tekâmüle sevk edilen manevî değerler arasında fark vardır.
Manevî robot değerlerden, tekâmüle sevk olunan manevî değer haline geçilmez. Sadece, tekâmüle sevk olunan varlıklar; tekâmül merhaleleri icabı robot varlıklar halinde tezahür edebilirler[12]. Meselâ herhangi bir madde, şayet tekâmüldeki bir varlığın tekâmülünde direkt rol oynuyorsa (beden gibi, madde ona manevî bağlarla bağlanmışsa) o madde, tekâmül eden bir varlık halinde tezahür eder.
 
559.
TEKÂMÜLE SEVK EDİLEN, TEKÂMÜLE YARDIMCI
 
Tekâmüle sevk olunan varlıkları dünya imkânları ile görmeye ve onların mevcudiyetlerinden haberdar olmaya imkân yoktur. Onlar ancak robot varlıklar vasıtası ile belirebilirler.
Dünyanın bulunduğu kâinatın en basit unsuru ser’dir. Ser, tekâmüle yardımcı robot değerlerin ihtiyacı karşılamak için kabalaşmasından hâsıl olmuştur. Serin bir tarafı kaba maddeler, diğer tarafı ise tekâmüle yardımcı robot varlık ve değerlerdir.
Bunlar gerek tekâmül yerlerinde gerekse spatyomda birbirlerine mezcedilmiş halde bulunurlar.
Tekâmüle sevk edilen değerler Tanrıya aittir. Robot değerler ise Tanrının Mutlak Varlığına var ettirdiği, tahayyül mahsulüdür.
 
560.
İZAH EDİLEMİYEN DEĞER, ŞEKİLLENEBİLEN DEĞER
 
Tekâmüle sevk olunan değerler, varlıklar, şekilsizdir. Onları madde dünyasında, madde aracılığı olmadan izaha imkân yoktur. Tekâmüle yardımcı değerler de şekilsizdir, fakat bunlar gerek robot manevî şuaların tesiri, gerekse tekâmüldeki varlıkların yayımladıkları tesirlerle kabalaşıp şekillenebilirler ve sistemler halinde tezahür ederler.
 
561.
TEKÂMÜLE YARDIMCI DEĞERLER
 
Tekâmüle yardımcı değerleri, Tanrının arzusu ve kanunu halinde tezahür eden Mutlak Varlık var etmiştir. Bunu daha basit ve anlaşılır bir tarzda şöyle izah edebiliriz:
Tanrı, tekâmüle sevk olunan değerleri, “değersiz” olarak var ederken, bu değerlerin tekâmül edebilmeleri, değerlenebilmeleri için Mutlak Kanun esaslarına göre “tekâmüle yardımcı değerler”i var etmiştir. Tekâmüle yardımcı değerler, 1) Manevî robot tesirlerle ve 2) Tekâmüldeki varlıkların tesirleri ile, kesifleşebilir veya incelebilirler. Bu kesifleşme veya incelme hâdisesi tekâmül ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde tezahür eder.
Ser, Mutlak Kanun esaslarına göre kabalaşmış ve (en ince) madde haline gelmiş, “tekâmüle yardımcı manevî robot varlıktır ki; manevî robot değerlerin kesifleşmesinden hâsıl olmuştur.
 
562.
MUTLAK VARLIK
 
Mutlak Varlık, kısaca; Tanrının “arzusu”dur. Kanunla tahdit ve tesbit edilmiştir. Onu Tanrıdan ayrı mütaala etmek “analiz” metoduna uygundur. Çünkü Tanrı hiçbir kanunla tahdit edilemiyecek varlıktır.
 
563.
MUTLAK VARLIK
 
Tanrıyı izaha hiçbir kudret kadir değildir. Fakat “Mutlak Varlığın Kanununa göre olanları” anlamaya çalışarak tekâmül edilir. Bu sebeple Mutlak Varlığa; “Tanrının tekâmül etmekte olan varlıklara çözmeleri için sunduğu meselelerdir” denilebilir.
 
564.
ROBOT DEĞER VE VARLIKLAR
 
Robot değer ve varlıklarla, tekâmüle sevk olan değer ve varlıklar arasındaki en mühim farklardan biri; tekâmüldeki varlıkların daima değerlenmelerine karşılık, robot değer ve varlıkların, tekâmül eden varlıkların ihtiyaçlarını karşılayacak şekle girebilmeleri; değer’den varlık, varlık’tan (kaba robot veya) madde haline geçebilmeleridir. Kısaca; incelip kabalaşabilmeleridir. Bu hal, onları kâh değerli, kâh değersiz gösterir. Halbuki onlar, değişmeyen sabit bir “robot değer”e maliktirler.
“İlk oluş” anlatılırken; “ser, robot değerlerin kabalaşmasından hâsıl olmuştur” demiş ve bu hâdiseyi mecazî bir fırlatış misali ile izah ederek sizi düşünceye sevk etmiştik. Hattâ inceden kabaya bir geçiş göstermekle bu hâdiseyi tekâmüle aykırı gibi göstermiştik. Halbuki “robot değer ve varlıklar” incelse de, kabalaşsa da değer kaybetmez. Madde izahına yarayan hiçbir mefhumla ifade edilemiyecek olan “tekâmüldeki değerler” ise daima tekâmül ederler. Fakat bazı hallerde onlar için de duraklama (hattâ bu duraklayışın gerileme halinde tezahürü) mümkündür.
Tekâmüldeki değerlerin çok kereler, “birçok değerler ihtiva eden varlıklar” halinde tezahür edişinde robot değer ve varlıkların rolleri büyüktür. Robotları değerlendiren ve değerli gösteren, o anda ifa etmekte oldukları vazifelerdir.
 
565.
“SUAL” CEVAP
 
Madde dünyasında bazı hâdiseleri “cevapsız kalan suallerle” izah mecburiyeti vardır. Bu sebeple, bir sualin cevabı, cevap verilemiyecek bir sual olabilir.
 
566.
FİKİR AYRILIKLARI VE MÜNAKAŞALARIN FAYDASI
 
Daha önceden de bildirdiğimize göre, her fikir, realiteler yükselince yeni realiteye uygun bir hale gelerek; tekâmül eder. Fikirler realiteleri, realiteler de fikirleri tekâmül ettirirler. Bu sebeple toplumlarda realiteleri yükseltebilecek zeminler hazırlanır.
Bir toplum bazen, daha üstün bir fikre ulaşmak gayesi ile (fakat bu gayeyi bilmeden) zuhur eden sebeplerden dolayı ikiye, üçe ayrılır. Ve her gurup kendi realitesini savunur. Bu hal, tekâmül ederek bugünkü seviyesine ulaşmış ve “demokrasi” halinde tezahür etmiştir.
 
567.
İNSAN VE GAYESİ
 
Her insanın kendi realitesine göre bir gayesi vardır. Ona erişmek, onu gerçekleştirmek, ona malik olmak için yaşar. Gayeler de zamanla, tıpkı realiteler gibi değişirler ve her zaman değilse bile ekseri, realitelerle beraber yükselirler.
Gayesiz yaşamak ümitsiz yaşamaktır!. Bazı insanların gayeleri daima değişir fakat bu daima değişen gayeler tetkik edilirse, onun karakterine uygun bir noktada toplanır. Meselâ bir insan bir zamanlar sadece ticarete para yatırır. Sonraları bu fikir değişir, emlâke para yatırmaya başlar. Burada ilk bakışta bu insanın gayesinde bir değişiklik görülse bile, hakikatte onun gayesi daima maddeyi göz önünde bulundurarak seçimler yapmak ve daha fazla maddeye sahip olmaktır.
Dünyada buna benzer gayeler çoktur. Az olan; gayesi “maddeden çok ruhî kazanç elde etmek” olanlar ve maddeyi, bu kazancı temin için vasıta olarak kullananlardır!.. Fakat bir insanın, gayesini, yukarıda izah ettiğimiz seviyeye eriştirebilmesi için birçok tekâmül merhalelerini aşmış olması gerekir. Bir insanın maddeden çok, manevî değerlere rağbet göstermesi; çok ama çok uzun tekâmül merhalelerini aşmış olmasıyla mümkündür.
Yalnız; bir insan ne kadar tekâmül etmiş olursa olsun dünyada yaşadığı müddetçe maddeyi reddedemez, ondan uzaklaşamaz. Onun yapabileceği şey, madde ile olan münasebetlerini şuurlandırmak ve mümkün olduğu kadar, maddenin bir tekâmül vasıtası olduğunu unutmamaktır.
Bu gibi insanların madde ile olan münasebetleri anlam kazanır. Maddî icraatları, manevî değerler taşıyan icraatlar haline gelir. Böyle olduğu için de, sırf “benim olsun” diye madde peşinde koşanlardan daha çok maddeden faydalanırlar. Bu fayda, sadece kendisine değil, civarına ve hattâ, dünyaya daha sonra gelecek olanlara tekâmül zemini hazırlayıcılığa kadar uzanır. Sonucunda da (realitesinin hudutları içersinde) tekâmül etmiş ve tekâmül edenlere de faydalı olmuş olur.
İşte bu şekilde şuurla hareket edenlerin miktarı oranında muhit tekâmül eder. Medeniyet ilerler. Dünya sakinlerinden beklenen ise yukarıda kısa olarak izah edilen şuurlu yoldur. Bu yolda olanların zaman zaman karşılaştıkları zorluklar ise onları daha fazla ilerletir, eksiklerini giderir. Çünkü bazı manevî lûtuf ve yardımlar, zorluk hattâ ceza şeklinde tezahür ederler.
Şayet insanlar geçmişte ceza addettikleri zorlukları ilerde düşünüp üzerinde durabilselerdi; bunların ne kadar değerli yardımlar olduklarını anlayabilirlerdi.
 
568.
GELECEKTEKİ HÂDİSELERİN METAPSİŞİK İZAHI
 
Metapsişik tetkik ve araştırmalar yapan cemiyetler, kendileri için, aydınlanmasını zaruri buldukları mevzular hakkında bilgi celseleri yapabilecekleri gibi, daha çok aktüel hâdiselerdeki meçhulleri aydınlatmak için çalışacaklardır.
Çünkü pek yakında birbirini takip edecek olan hâdiseler vardır. Bu hâdiseler toplumlar üzerinde ve dünya sathında büyük roller oynayacak hâdiselerdir. Bu hâdiselerin iki türlü izahı olacaktır. Birincisi, dünyada bugüne kadar takip edilen beşerî yol ki, buna insanlar “akıl ve mantık yolu” demektedirler. İkincisi ise “ruh yolu”dur.
“Ruh yolu” tabiri alışılmamış bir tabirdir. Ruh yolu demek; “hâdiseleri metapsişik usul ve metodlarla, manevî değer ve varlıklardan faydalanarak izah yolu” demektir. Bu, aynı zamanda metapsişik çalışmaların gayesini tarife yarayan bir izahtır. Ruh yolu ile elde edilen bilgiler, insanların bilinen yollardan elde ettikleri bilgi ve neticelerden daima üstündür. Buna da sebep; bilindiği gibi, ruh yolu ile elde edilen bilgilerde (manevî değerlerin yüksekliği oranında) madde tesirlerinin azalmasıdır. Beşerî bilgilerde ise maddenin rolü daima ruh yolu ile elde edilen bilgilerden çok, hem de pek çok fazladır. Bu hal, beşerî bilgileri, hâdiselerin arkasında gizli olan hakikatlerden uzaklaştırır.
 
569.
MUTLAK NİZAMA UYGUN TOPLUM NİZAMI
 
Mutlak Varlığın nizam ve intizamına tekâmüldeki varlıklar asla erişemezler. Onda her şey o kadar muntazam, o kadar hatasızdır ki; tekâmüldeki varlıklar bu mükemmeliyeti asla gösteremezler. Fakat bu mükemmel sistemden ibretler almak ve alınan ders ve ibretleri hayata, topluma tatbik ederek, toplumu daha nizamlı ve intizamlı hale sokmak mümkündür.
İnsanlar, Mutlak Varlığın, Mutlak Nizamındaki[13] mükemmeliyetten ibret alarak toplumu düzeltir ve onu mükemmel hale getirmek için çalışırsa, bu şuurlu bir tekâmüldür. Dünyanın muhtelif yerlerindeki toplumlardan herhangi biri, şuurlu veya şuursuz, Mutlak Kanunun Nizamına uyan bir sistemi topluma tatbik ederse; o toplum, diğer toplumlardan daha ileri bir hayat seviyesine ulaşır.
Dünya üzerinde ileri seviyelere ulaşabilmiş milletleri yükselten, onların, Mutlak Kanunun Nizamına benzemek maksadıyla olmasa da, o nizama benzeyen bir nizamı toplumlarına liyakatle yerleştirebilmiş olmalarıdır.
Bu gibi milletler diğerlerinden farklı ve yüksek bir manzara arz eder. Şu zamana kadar Mutlak Varlık Nizamı’na benzeyen nizamı toplumlarına sokabilmiş milletler, bu işi otomatik olarak yapmış, Mutlak Nizamın mükemmelliyetinden ilham alarak yapmamışlardır. Bu hal ilerde şuurlanacaktır. Böylelikle de toplumların tekâmülleri şuurlanacaktır.
 
570.
İYİLİK, SEVGİ, DOĞRULUK
 
Benliğini cehennem ateşi ile sarılmış hissetmeden fenalıklardan çekin.
Cennete gitmek gayesi gütmeden iyi olmaya çalış.
Karşılık beklemeden sev.
Korkmadan, isteyerek, doğru yolda yürümek için iradeni kullan.
İyilik ederken de cenneti düşünme. Korkulduğu için yapılmayan fenalıklar, menfaat umduklarından iyi yolda yürüyenler; bu işleri hiçbir karşılık beklemeden yaptıkları zaman elde edecekleri kazancı bulamazlar.
 
571.
HÂDİSELER DEĞERLENDİRENİN DEĞERİNDEDİR
 
Her hâdise, o hâdiseyi değerlendiren kadar değerlidir[14]. O hâdiseyi tanımayanlar ise onu yok bilirler.
Sabahın erken saatlerinde öten bülbüller, insanı manevî değerlere yaklaştırır. Aynı sesleri duyan kedilerin ise sadece iştahla ağızları sulanır.
Hakikatlerle dolu bir cümle, olgun varlıkları tefekküre basitleri ise uykuya daldırır.
 
572.
BOZULMUŞ “TOPLUM DÜZENİ”
 
Toplumdaki düzen bozulmuşsa, bu onları mahva götürecek bir işaret değildir. Namussuzlukların artması, doğrunun hasretinin çekilmesine; fenaların çoğalması, iyilerin artmasına sebep olur. İyiye, güzele, doğruya olan hasret bir toplumu sarsmaya başladı mı artık o toplum kendisini, hasretini çektiği şeylere kavuşturacak, aynı zamanda da realitesini yükseltecek kudreti kazanıyor demektir.
En korkak, en uyuşuk, en aciz insanlar bile haksızlıklar karşısında ancak bir zamana kadar susabilirler. İyiye ise bekleyerek kavuşulmaz. Ona yürümek, ona lâyık olmak için çalışmak, liyakat göstermek, hattâ iyiye ulaşmak için ölümü göze almak gerekir.
Ölüm, fenaya ulaşmak yolunda canını kaybedenler için acıdır. İyiye ulaşmak yolunda ölüme gidenler, hedeflerine dünyada ulaşamamış olsalar dahi ahirette kavuşacakları değer çok büyüktür. Bu gibiler dünyada ulaşamadıkları hedeflerine ileride ulaşırlar. Her iyi hedefe ulaşanlar ise değere ulaşırlar. Çünkü onlar iyilik yolunda hayatlarını veren, inandıkları yolda yürümek cesaretini gösterenlerdir.
Bir toplum, ne kadar bozuk gözükürse gözüksün, zannedildiği kadar bozuk değildir. Fenalık edenler bile, kendilerine fenalık etmek isteyenlerin hareketlerini hoş karşılamazlar. Çünkü onlar egoistçe batırdıkları çuvaldızlara karşılık olarak iğne acısına bile tahammül etmek istemezler. Bir katil, başka bir katilin suçunu hoş görmez. Bir hırsız ise kendi mallarının çalınması veya elinden alınmasını istemez.
En fena insanların bile varlığında onu iyiye yöneltmeye çalışan bir kıvılcım vardır. Bu kıvılcım bir gün iyilik ateşi halini alabilir. Tâ ki o toplumdaki fertler yaptıkları fenalıklara karşı kendilerini haklı gösterecek bir teselliyi vicdanlarında bulamasınlar.. Bunu da, o toplumun düzeni sağlar.
 
573.
BİLGİ, TECRÜBE VE HÂDİSELER
 
İnsanlardan başka değer ve varlıklar da daima bilgi ve tecrübelerini arttırmak için hâdiselerle karşılaşırlar. Bu hâdiseler onlara çok kereler tekâmülleri için lüzumlu olan değer ve tecrübeyi otomatik olarak kazandırır. Kediler bu sebeple kavga eder, muhabbet kuşları bu yüzden sevişirler.
 
574.
SEVGİ
 
Sevgi bir zaaf değil bir değerdir. Fakat bunun ne kendisine ne de başkasına zararı olmaması gerekir. Muzır[15] sevgi ise zaafın ta kendisidir.
 
575.
HAYIFLANANLAR
 
Aşağı değerdeki ruhlar alamadıkları, malik olamadıkları maddeler; yüksek değerdeki ruhlar ise hediye edemedikleri, veremedikleri değerler, tattıramadıkları, tanıtamadıkları güzellikler, saadetler için hayıflanırlar.
 
576.
DEĞERLERİN TAKDİRİ
 
Bir varlık değerleri takdir edebildiği oranda değerlidir. Tanıdığı istisnasız her şeyde, hattâ tanıyıp, bilip düşünmedikleri varlıklarda “değer” bulup sezebilenler, yükselme yolunda olan varlıklardır. Hiçbir hâdise, hiçbir şey yoktur ki değersiz olsun. Fakat bunların hepsini siz bilemez ve onlardaki değerleri sezemezsiniz. Çünkü var olan her şeyi onların değerleri ile birlikte tanımaya Tanrıdan başkası kadir değildir.
 
577.
YÜKSEK MANEVÎ TEKÂMÜL
 
Zaman, mekân gibi mefhumlar dünya hayatındadır. Bizim tekâmülü izahımız da, dünyadaki zaman mefhumundan faydalanarak yapılan bir izahtır. Fakat tekâmülün, ancak dünyada geçen kısmı zaman mefhumu ile izah olunabilir.
Maddesiz tekâmül’ün maddeli ve diğer robotlu tekâmül okullarında izahları, ancak; o yerlerdeki robotların izahına yarayan mefhumlarla, mecazî olarak yapılabilir. Hakikatte ise yüksek tekâmül, zamana benzeyen fakat “zaman olmayan” bir manevî mefhumla (ancak robotsuz manevî hayatını yaşayan ruhlar tarafından ve o ruhların kendi değerlerine göre) anlaşılır, izah olunur.
Maddesiz tekâmül, madde ile bağlı olanların anlayamıyacağı, hattâ tasavvur edemiyeceği yüksek bir tekâmüldür.
 
578.
TANRI VE MUTLAK VARLIK
 
Tanrının “Mutlak Varlık” olmadığını söylemiş ve bunun neden böyle olduğunu lüzumu kadar anlatmıştık. Şimdi yine bu bahse döneceğiz ve icab edenleri söyleyeceğiz.
Tanrı, Mutlak Varlık değildir. Çünkü bir manevî değer veya varlığın “Mutlak” olabilmesi için bile onun öyle olmasını istemiş plân daha üstün bir değer veya varlığın mevcut olması lâzımdır. Mutlak Varlık, “mutlak değer” halinde tezahür eder. Mutlak Varlığın mutlak değer olarak tezahür etmesi, izahı imkânsız bir “şuurun” ve “liyakatin” mahsulüdür. Çünkü insanlar Mutlak Varlığın icraatında, izahı imkânsız bir şuur, bir disiplin ve bir liyakat sezerler. En basit bir insanın bile bunları sezmemesine imkân yoktur.
İşte bu en yüksek vasıfları ile tesahür eden Mutlak Varlığın bu şekilde tezahür etmesini ve var olmasını istemiş ve var etmiş olan; izahı imkânsız Tanrıdır. Tanrı; Mutlak Varlığın “mutlak” olmasını mutlak olarak tezahür etmesini isteyen, hiçbir şekilde değerlendirilemiyecek ve izah edilemiyecek olandır. O, tekâmüldeki hiçbir varlığın düşünemiyeceği, değerlendiremiyeceği, bilinen Mutlak Varlığın icraatına benzeyen daha birçok değerleri var edebilir. Çünkü O, “Mutlak”ın da üzerindedir. Mutlak Varlık, icraatlarında Kanunu’na tâbidir. Tanrı ise hiçbir şeye tâbi değildir.
O; Mutlakları var edebilen, yok edebilen, var etmek istediğini var eden, var ettiği zerreleri sonsuz büyükler, sonsuz büyüklükleri de zerreler haline getirebilen, zerreye sonsuz manevî değer ve kudret bahşeden, zerrelerden hâsıl olan izahı imkânsız kütle ve büyüklükleri ise, onu husule getiren sayısız zerreciklerin bir tanesinden bile zayıf ve aciz edebilendir.
O isterse, zerre bile denilemiyecek varlıkları, var olan her şeyden üstün edebilir. O, bir zerreye her şeyi mahvettirebilir. O, zerreleri sonsuz büyüklüklerden daha kudretli, daha değerli edebilir. O, büyüklükleri zerrelere tâbi kılabilir.
Bütün bunlar O’nun için çok kolay yapılabilecek şeylerdir. O isterse bütün bu söylenenleri ve söylenmiyenleri Mutlak Varlığın Mutlak Kanununa göre, veya isterse bambaşka bir kanunla yapabilir.
Kısaca; O, “Mutlak” denilerek tahdit edilemez. O hiçbir şekilde isimlendirilemez; fakat insanlar O’nun bu büyüklüğünü, kendi değerlerince sezebilme imkânlarına maliktirler. Bunun için de O’na “Tanrı” demektedirler.
 
579.
VAZİFELİ
 
Bilindiği gibi dünya, tekâmüldeki varlıkları tekâmül ettiren bir okuldur ve tekâmül etmekte olan varlıklar tarafından idare edilir. Dünyanın en tekâmül etmiş varlığı ise insandır. Bu sebeple de insanlar dünyadaki diğer varlıklardan üstündürler ve onları emirleri altında bulundurabilirler.
İnsanlar, tekâmülde birçok tekâmül faktörlerinin tesirleri altında bulunmaktadırlar. Meselâ; yapılması ve yapılmaması gereken şeyler vardır. Bunlar önce kendilerine bildirilir. Gaye, onları yapılmaması gerekenlenden liyakatleri ile uzaklaştırmak ve yapılması gerekenlere de yine liyaketleri ile yaklaştırmaktır. Bu sebeple bir insan, yapılmaması gerektiğine inandığı bir şeyi yaparsa, kayba, yapması gereken bir şeyi yaparsa kazanca uğrar.
İşte, insanlara doğru yolu gösterecek; yapılması ve yapılmaması gereken şeyleri bildirecek; onların sosyal düzenlerini sağlayacak vazifelerle zaman zaman dünyaya gelen tekâmül etmiş varlıklar vardır. Bunlar, diğer insanların hattâ kendilerinin bile madde ile bağlı bulundukları müddetçe anlayamıyacakları çok yüksek yardımlar alırlar.
Fakat bu varlıkların dünyadaki vazifeleri, onların, esas olan en büyük vazifeleri değildir. Çünkü onlar, dünyada bu vazifeleri yapmakla dünyaya faydalı olmakta ve daha yüksek vazifelere hazırlanmaktadırlar. Çünkü her vazife, bir vazifeliyi, daha üstün vazifeye hazırlar ve böylece devam eder gider. Manevî hayatta vazifeler, o varlığın liyakati ile hak ettiği mükâfatlardır.
 
580.
HİÇBİR ŞEY BİLMEDİĞİNİ BİLMEK MERTEBESİ
 
Burnunun ucundaki ışığı görmeyip, karşı ormanda uçuşan ateş böceklerini görüyorum zannedenlerden ibret al. Yakına uğramadan uzağa, alçaktan geçmeden yükseğe çıkmanın mümkün olamayacağını onlara öğretmeye çalış. Bil ki, bir insan bilgiden de alabileceği kadarını alır. Her şeyi biliyorum zannedenler ise; evvelâ her şeyi sonra da hiçbir şeyi bilmediklerini idrak ederek yükselirler.
Hiçbir şeyi bilmediğini bilmek mertebesine ise insanlar ancak; var olan her şey içersinde kendi bilip anlayamadıkları “değerlerin” mevcut olduğunu idrak ederek erişebilirler.
 
581.
ACI VE ÜZÜNTÜ
 
Birçok insan, kendi ruhî ihtiyaçlarını idrak edemiyen geri muhitlerde denenirler. Bir insan için diğer insanlar tarafından anlaşılmamak çok zordur. Acı olan ise, bir insanın düşünüp sevdiği, kendini heba ettiği insanlar tarafından yanlış tanınmasıdır.
Bu haller acıdır, üzücüdür fakat acı ve üzüntü, çekenler için bir değer memba’ıdır . Onlar bu memba’dan sabırla içebildikleri kadar değerlenir, ruhen tekâmül ederler. Çok kereler kazanılan bu değerler, dünya hayatlarında da roller oynarlar.
Fena yoktur. Her olan şey iyidir; çünkü iyilik içindir.
 
582.
HAYAT PLÂNI VE HÂDİSELER
 
Bir insanın hayat plânında mutlak surette karşılaşması gereken ana hâdiseler vardır ki, bunlardan bir kısmı dünya anlayışına göre çok acı olabilir. Fakat insanlar bunlardan dahi liyakatleri ile sıyrılabilirler. Çünkü herhangi bir hâdisenin zuhuru lüzumsuz olursa o hâdise cereyan etmez..
Dünyada mutlak surette cereyan edecek iki hâdise mevcuttur ki, biz bu iki hâdiseyi “her doğan ölür” cümlesi ile ifade edeceğiz.


[1] muvaffak: Tanrı yardımiyle başarı gösteren (muvaffakiyet: Başarı).
[2] Bedende tekâmül eden varlıklar; robotlarda bulunan cevherlerdir; yoksa gözükmekte olan robot (madde) kısmı değil.
[3] Robot olarak.
[4] bâtıl itikat: Doğru ve gerçek dışı olan şeylere inanış.
[5] şuurla: Bilerek.
[6] zaruret: Zorunluluk; ister istemez çaresiz tâbi oluş.
[7] an’ane: Gelenek.
[8] zemin: Mevzua yakınlık vaziyetinin bulunması.
[9] Mutlak Varlık.
[10] halel getirmek: Bozmak, özelliğini değiştirmek.
[11] Mutlak Kanun icraatları olan meleklerin; meselâ kanatlı Cebrail veya Hızır olarak belirmesi gibi.
[12] Tekâmüllerinin ilk başlarında.
[13] Mutlak Plândaki.
[14] Değerlendiren kişi için.
[15] muzır: Zararlı; zarar veren.