1241.
BİLGİ
Maneviyatla ilgili bilgilerin alınışları ve verilişleri hakkında bugüne kadar verilen ve bildirilenler tamamen hazırlayıcı vasıftaki bilgilerdir. Yine bugüne kadar yapılan izahlarda “ bilgiler” hakkında söylenenler insanları haklı olarak düşünceye , şüpheye sevk edecek tarzda tertip edilmişlerdir. Bilindiği gibi , şüpheden , teşevvüşten , bir konunun benimsenmesi için faydalanılır.
Bilgiler ve medyomlar hakkında söylenenler , esas söyleneceklere zemin hazırlamışlardır:
Medyom zannedildiği gibi “ manevi varlıklarla irtibata geçebilen hassas insan “ denilerek tam tarif edilemez. Medyomlar gerçi manevi varlıklarla temasa geçerler fakat hakikatte bu varlıklar analiz metoduna göre medyomdan ayrı düşünülebilecekleri gibi ; sentez metoduna göre de medyomla aynı varlık olarak tetkik edilebilirler.
Medyomun , manevi ve kendisinden başka bir varlıkla temasa geçebilmesini izahtan evvel , “ medyom nedir ve tesir alanı nerelere kadar uzanır?..” onu incelemek gerekir.
Mevcut dünya realitesine göre medyom bir insandır. Bütün imkanları madde ile sınırlıdır. O , bedenli bir varlık olarak tezahür eder. Bu sebeple bedenin dışındakiler “o” değildir. Fakat o mevcut imkanlarıyle “onun” olmayan birçok şeylere malik olabilir. Onun olmayan fakat malik olması mümkün olan şeyler ise madde ve madde süzgecinden geçmiş manevi bilgi ve tesirlerdir.
Şu halde , yukarıdaki izahtan da anlaşılacağı gibi medyom mevcut dünya realitesine göre bedenle , medyomun imkanları ise dünya şartları ile sınırlıdır. Yine dünya realitesine göre medyomlar manevi bilgileri , bedenlerinin dışından gelen çeşitli tesirler sonucu elde ederler. Görünüşte , medyomun bedeni , bu dış tesirleri dünya realitesine ayarlayan bir transformatördür. Yani yapılan gözlem ve araştırmalardan elde edilecek sonuç budur.
Yukardaki izah , mevcut dünya şartlarına uygun olarak yapılmış ve medyomun irtibatta olduğu varlıktan ayrı düşünüldüğü bir analiz izahtır. Bu tarzda yapılan izahlarda sakınca yoktur. Bilakis bilindiği gibi şüphe ve teşevvüş uyandırıcı mahiyette oldukları için faydalıdırlar. Nitekim biz de bilgi ve medyom hakkında birçok düşündürücü noktalar taşıyan tebliğler verdik. Gayemiz ise daha yüksek açıklamalara zemin hazırlamak ve bu mühim konunun benimsenmesine yol açmaktı.
Analiz metduna göre yapılan izahlarda , medyom-varlık münasebetleri elle tutulur münasebetler olmadığı için yadırganır ve şüphe ile karşılanır. Bu arada şunu da belirtelim ki şayet per’in kesin ve kat’i zorlamaları olmasaydı birçok vazifeli yukarda izah edilen şüphe yüzünden yollarından ayrılırlardı.
Konunun izahına girerken i Şuurlu bir imanın da başlangıç noktası olan “ bilgilere şuurla iman”ı sağlayan bilgi ve menşe’inden bahsedelim :
Bilgi , Tanrının varlığını içerir. Her şeyi içeren ve kuşatan bilgi ise Tanrı bilgisidir. O bilgiyi , O’nun var ettikleri asla idrak edemezler. Fakat bir de realitelere göre tezahür eden bilgiler vardır. Bu bilgiler Tanrı bilgisinin cüzler halinde ve çeşitli şekildeki tezahürleridir.
Realiteler yükseldikçe , varlıklar yeni realitelerine uygun şartlar içersinde tekamüllerine devam ederler. Mesela dünya , dünya şartları realitesi seviyesindekilerin faydalanacağı bir tekamül yeridir.
Bilgilerin menşe’i “menşe” denilerek bile tahdit ve izah edilmesine imkan olmayan “Tanrı”dır. Bu bilgi , Tanrının var ettiği varlıklarda o varlıkların manevi değerlerine uygun olarak tezahür eder.
Bilgilerin , bir varlıktan diğer bir varlığa nakli ise dünya şartlarına göre şöyle izah olunabilir :
- Bilgilerin nakil yolu üst kademelerden alt kademelere doğrudur. Bunun dünyasal örneği babanın çocuğuna bilgi öğretmesidir.
- Bilgiler , en yüksekten aşağılara doğru tıpkı süzgeç ve filtrelerden süzülürcesine akarlar. Bu filtreler realitelere benzetilebilir. Varlıklar , ince deliklerden geçip kendilerine ulaşmayan büyük bilgilere , bir üst filtrenin üzerine çıkarak ulaşabilirler. Süzgeç ve filtreler manevi değerce alçak realitelere bilgi aktardıkları sürece ince delikli olurlar. Kısaca aşağılara inildikçe süzgeçlerdeki delikler ufalır. En yukarda ise sadece koca bir delikten ibaret olan bir süzgeç mevcuttur. Her değerin hiç takılmadan geçtiği bu süzgeç Mutlak Varlık , o süzgeci elinde tutan ve her bakımdan ona malik bulunan ise Tanrıdır.
- İnsanlar da diğer bütün varlıklar gibi birer süzgece sahiptirler. Bir insan daha büyük bilgileri ancak kendi süzgecinin deliklerini üst kademelerden gelecek bilgilere uygun olacak şekilde genişletebilirse bu işte başarı kazanabilir (1). (1. kafasının üzerinde , kendine gelen bilgilerin süzüldüğü bir süzgeç varmış gibi düşünülmesi gerek ) . Bu ise liyakatle başarılabilecek bir iştir. Burada süzgeçten geçen bilgiyi katı maddelere benzetmek yerine , maddi izahı zor olan şeylere benzeterek düşünmek daha uygundur. Yani süzgece takılan veya geçen bilgiyi çakıl taşı veya kuma benzetmek yerine ; ısı gibi düşünerek en büyük süzgeci yanan bir sobaya benzetelim giderek azalan ısı , çeşitli ısı tutucu kademeler sonucu azalan sıcaklığa sebep olur ve yakmaz hale gelir.
- Varlıklar , ara kademeleri atlayarak onlara uğramadan üst kademelere ulaşamazlar. Varlıklar sadece bu yükselişi çabuklaştırabilir veya geciktirebilirler.
- Her varlık , bulunduğu kademe bilgisinin temsilcisidir. Robotlu ( maddeli) ortamlarda , varlıları , bulundukları ortamlara per intibak ettirir. Çünkü per denilen değer varlıklarda zaman ve şartlara uygun olarak tezahür eden otomatik yardımlardır.
- Her varlık analiz metoduna göre ikiye ayrılarak düşünülebilir.
Varlık ------------------- Manevi yönü / Madde tesiri altındaki tezahürü
Bu ayırma matematiksel değildir. Çünkü varlığın manevi yönü , o varlığın bir kısmı değil , varlığın bütünüdür.
- Analiz sonucu birer bütün olarak kabul edilen bu varlıklar senteze göre ve hakikatte ; tek varlık halinde tezahür eden Mutlak Varlığın birer şuurlu cüzleridir.
- Her şuurlu cüz , bir “bütün” halinde tezahür eder.
- Her şuurlu cüz’ün ( 6. maddedeki gibi) iki cephesi vardır.
- Bir varlık manevi haliyle tezahür ederken , aynı zamanda da robotla bağlı bir varlık halinde tezahür eder.
- Bir varlığın robotlu tezahürü , onun manevi varlık halindeki tezahürüne bağlıdır.
- Varlık manevi haliyle , robota bağlı halinden çok daha fazla imkanlara maliktir.
- Bir varlık her zaman için manevi varlık olarak tezahür eder. Onun robot tezahürleri , gayeli tezahürlerden başka şeyler değildir.
- Manevi varlıkların imkanları , robot tezahürleri ile sınırlı değildir.
- Bir varlık robotlu tezahüründe de , içinde bulunduğu şartlara uygun olarak , kendisini müstakil varlık addeder.
- Bir varlık , robot tezahürünün şuurlanması ve kendisinin sadece robotla sınırlı bir varlıktan ibaret olmadığını idrak etmesi oranında tekamül eder.
Bir varlığın , kendisinin sadece madde ile sınırlı bir varlıktan ibaret olmadığını idrak etmesi , birçok safhalar arzeden uzun , çok uzun bir tekamül yoludur.
Varlıklar tekamül ederlerken zaman mekan gibi kavramların dışında da tezahür edebilmektedirler. Dünyada da bu hal söz konusudur ve insanlar ancak düşünceleriyle “ kavramlar” engellerini aşmakla mevcut dünya seviyesinin üzerinde tekamül etmek imkanlarına maliktirler.
İnsanların mevcut dünya realitesini aşmalarının zamanı gelmiş ve bu hal bir ihtiyaç halinde kendisini belli etmeğe başlamıştır... İşte bütün bu anlatılanlardan sonra tekrar “bilgi”ye dönelim.
Bilgiyi varlıklar , daha üstün varlıklardan alırlar. Bu hal , o varlıkların aşağı kademedeki varlıklara mevcut bilgilerini vermeleri halinde tezahür etmez. Bir varlık , daha üstün bir varlık seviyesine liyakatle tırmanarak ulaşır.
Dünyadaki bir insan , beden ile sınırlandırılmış durumu ile daha üstün varlıklarla doğrudan doğruya temasa geçemez. O daima manevi varlığı ile temastadır. Ve bütün imkanları manevi varlığı ile sınırlandırılmıştır.
Bir insanın manevi varlığının üzerindeki bir varlıkla temasa geçebilmesi için , manevi varlığının aracılığına ihtiyaç vardır. Şu halde bir insanın , ayrı düşünülebilen diğer manevi varlıklarla temasa geçebilmesi manevi varlığı vasıtasıyle olur.
Manevi varlık ise aldığı izlenimleri , değeri ve liyakati oranında maddi tezahürü olan insana nakleder.
1242.
ANA BİLGİLER
Maneviyatla ilgili “ana tekamül bilgileri” , o bilgilere vasıta olanın , manevi varlığından alarak dünyaya naklettiği bilgilerdir.
Vasıta , almakta olduğu pek yüksek yardımlarla , bu bilgileri dünya realitesine uygun olarak nakleder.
Yardımcı bilgilerle , tekamülle uzaktan ilgili bilgilerin dünyaya nakli ise değişik şekillerde tezahür eder.
1243.
BİRLİK , DİNLER , DİN
20.asrın ikinci yarısı , insanların evvela esaretten kurtulmak , sonradan da hür insanlar olarak bir birlik halinda toplanmak gayesini güdecekleri bir devir olacaktır (1). Gaye birliktir. Buna sosyal sentez de denebilir (1. bu bilginin yazılış tarihi 1964’dür) .
Fakat bu sentezin tatmin edici bir şekilde gerçekleşebilmesi için insanları birbirlerine bağlayacak manevi bağlara lüzun vardır ki biz buna kısaca ; inanç birliği gerekmektedir diyeceğiz.
Beşeriyet halen çeşitli , daha doğrusu çeşitli oldukları zannedilen dinlerin etkisindedir. Bu dinler çeşitli ve farklı realitelere hitab ederler. Gerçekte ise hiçbir din tam olarak aynı tatbik edilmemektedir. Kendilerini o dine mensup addedenler , dinleri kendi realitelerine uygun olarak tatbik etmektedirler. Bu sebeple bazen mesela iki Müslüman arasındaki farkın , ayrı dinlere mensup iki insan arasındaki farktan çok daha fazla olduğu görülür.
Şu halde din devri boyunca dinler , ancak, yürünmesi gereken yolun ana hatlarını çizebilmiş fakat daha ileriye gidememişlerdir.
Şuurlu bir devrenin başlaması için gereken zemini ise yirminci asır , imkanlarıyla hazırlamaktadır. İnsanların kolay ve çabuk yolculuk edebilmek imkanlarına kavuşmaları , çeşitli dinlere mensup kişilerin birbirlerini tanımalarına sebep olmuştur. Bu ve buna benzer imkanlar insanları birbirlerine yaklaştırarak şuurlu bir iman için gereken zeminin hazırlanması başlamıştır.
Şuurlu İman devri birçok bakımlardan dinden ayrılmakta ise de , din devrinde olduğu gibi , “bilgi”ye dayanan yüksek bir tekamül devresidir.
Din devrinin çeşitli realitelerinden hasıl olan sun’i farkları ortadan kaldıran , dinler yerine din şuurunu getiren bu devir bilgileri “ şuurla idrak” edilmesi gereken bilgilerdir.
1244.
MEÇHULLER
Her söylenende veya bilindiği zannedilenlerde , hatalar , meçhuller ve izah edilmesine imkan olmayan taraflar mevcuttur.
1245.
RÜYALAR
Dünya hayatı boyunca uykuda zaman zaman görülmekte olan rüyaları misallerle izah edeceğiz.
Dünyada rüyayı göreni bir radyo cihazına , dünyada görüleni ise aynı radyonun temas kurduğu istasyonlara benzetebiliriz. İnsanlar en çok , bildikleri ve tanıdıkları kişileri rüyalarında görürler. Görülen ise ister ölmüş ve ister sağ olsun ekseri göreni ilgilendiren şahıslardır.
Rüya , sebebi şudur diyerek izah olunabilecek kadar basit bir hadise değildir. Bu sebeple gerek oluş, gerek sebep bakımından birçok vasıflara ayrılarak tetkik edilebilir.
I. Basit Rüyalar
a. Sağlık şartlarının sebep olduğu rüyalar , kabuslar :
Bunlar ekseriya gören üzerinde çok büyük tesirler icra etmelerine rağmen , dünya ile sınırlı rüyalardaır. Mide dolgunluğu ve benzer sebebplerle görülen rüyalar da bu cinstendirler. Sebebi ise kısaca , vücutta anormalliklerden oluşan baskının , ruh ve beyin arasındaki bağlantılar üzerinde tesirler meydana getirmesidir.
b. Yaşanmış mühim bir hadisenin tesirinde kalınarak zaman zaman görülen , o hadise ile ilgili rüyalar :
Bu tarz rüyalar da dünya imkanları ile sınırlı rüyalardır. İnsanlar üzerinde mühim tesirler yapan hadiseler , beyni ruha bağlayan bağlantılar üzerinde bir bakıma tahribat da denilebilecek tesirler icra ederler. Bu tesirler, zaman zaman rüya halinde tezahür ederler.
c. Yaşayan bir insanı rüyada görmek :
Bu da dünya imkanları ile sınırlı rüyalar grubundan gibi görünüyorsa da , her zaman öyle değildir. Bazen yüksek ikazlar da , yaşayanlar vasıta edilerek yapılırlar. Fakat bu rüyaların hepsi yüksek manalar taşıyan rüyalar değildir.
d. Herhangi bir hadisenin olmadan önce görülmesi :
Ruhen tekamül etmiş insanlar tarafından görülürler ve görülmesine sebep de uyku halindaki kişiye tesir gönderen bedensiz varlıklardır.
II. Manevi Menşe’li Rüyalar
Bunların da çok değerli olanları yanında pek basit olanları da mevcuttur. Mesela bir insanın ölmüş olan babasını sık sık rüyada görmesi, her zaman onun babası ile irtibata geçmiş olması manasına gelmez. Bir insan ölmüş bir insanı basit ve tek taraflı ilgisinden dolayı da görmüş olabilir.
Fakat bunun yanısıra , yüksek manevi değeri olan bilgiler bazen , o insanın ölmüş yakınları vasıta edilerek de bildirilir. Bu tarzdaki rüyaların değerli olanlarını diğerlerinden ayırmak kolaydır.
Kısaca ; rüyalar tetkik edilirlerse , insanlar için en mühim ikaz kaynaklarından biri haline gelebilir.
1246.
RUH OLMA ANI
Tanrının , var ettiklerine , kendi erişilmez değerinden bahşettiği en büyük nimet , onlara, kendi liyakatleriyle ruh olmak imkanını verişidir.
Bir varlığın var olduğunu idrak etme anı, otomatiklikten kurtulmak ve “ruh”luk hassasını kazanmak anıdır. Her varlık bilindiği gibi, tekamül etme , tekamül ettirme ve robot yardımlar almak imkanlarına maliktir. Bu üç ana değerin tezahürü sonucu varlık meydana gelir ve bu varlık uzun müddet ayrı olarak düşünülebilen diğer varlıklarla münasebetlerini geliştirerek , otomatik olarak tekamül eder.
Ayrı düşünülebilen her varlığın , diğer varlıklarla temas halinde olan ana değerlerinden , bir an gelir ki ; şuur ve bilgi fışkırır. Bu en basit bilgiye, bir şeyler hissedebilme veya yapabilme imkanı da denebilir. İşte bu imkanın ilk ( kendi arzu ,imkan ve liyakatiyle ) varlığını hissedebilme anı , ruh olma anıdır.
Dikkat edilirse yukarda ; “bir varlığın kendi kendine birşeyler yapabilma imkanı kazanmasına” ruh olma anı denilmemiştir. Ruh olma anı , bu imkanı kendi liyakatleri ile kullanmaya başladıkları andır.
Bir varlık izafi bir serbestlik imkanı elde etmiş olsa , fakat bunu kullanmasa ; ruh doğmaz. Ayrı ayrı düşünülebilen ruhların istisnasız hepsi , var oluşlarında aktif rol oynamışlardır.
Şuur , veya bilgi de diyebileceğimiz ruhlar , şuurlanmaya başladıktan sonra , ( yardımlarıyla var olduğu) varlıklarındaki üç değerle irtibatını şuurlandırmaya başlar. Maddeyi düşünmek , hayatı ve ölümü hatırlamak , bu söylenenlere örnek olarak gösterilir.
Şu halde , ruh , varlıktaki otomatik idare edilen nizamdam doğar ve derhal doğduğu varlığı varlık olarak görmeye başlar , keza liyakati oranında bir şeyler düşünür... işte basit olarak izaha çalıştığımız bu çok yüksek hakikat ; ruhluk mertebesi bilgisidir. Bu bilgi insanların , dünya realitesine göre ruh olma anını şuurlandıracak bilgidir.
1247.
ŞUURLU ŞUURSUZ BEDENLER
Hiçbir insan bir diğerine benzemez. Bütün insanlar arasında ise realite farkları mevcuttur. Bu sebeple her toplum, çeşitli realitedeki kişilerden oluşmuştur.
Bir toplumdaki bütün kişiler o toplumun idaresi ile meşgul olamazlar. Toplum beden gibidir. Bir bedende nasıl ki kollar , ayaklar ve baş mevcutsa , toplumda da mevcuttur.
Toplum ile bir canlı bedeni arasındaki en büyük fark , bir bedenin büyük otomatik yardımlarla mevcut olabilmesine karşılık , toplum ; ( kişiler, hücrelere benzetildiği taktirde ) otomatik yardımlarla yaşıyabilen hücrelerden yansıyan şuurunda rol oynadığı bir bedendir.
Atom kainatın , nasıl ki benzeri ise , toplum da bedenli varlıklara benzer.
*
İnsanlar için mevcut olabilecek her şeyin ;
a. Şuurlu
b. Şuursuz ( otomatik)..karışımlar halinde oldukları görülür.
Burada şuursuz karışımların izahından önce mevcut beşeri realitelere göre ; neye şuurlu , neye şuursuz denir ?.. onu incelemek faydalı olacaktır.
Mesela insan şuurludur. Çünkü o bir bedene maliktir. Düşünebilir ve düşüncelerini bedeni vasıtasıyle kısmen de olsa uygulama imkanlarına sahiptir.
Şimdi de dünyayı ele alalım. Dünya her ne kadar bir bedene benzetilirse de tekrarlardan ibaret gözüken hareketlerinde bağımsız bir şuurun tezahürleri görülmez. Şu halde arz, insanlar için Mutlak Nizama uygun şekilde hareket eden bir robottur.
Fakat insan bütün halinde düşünülürken , vücudunun bir hücresi ele alınırsa ; beden kül halinde tetkik edilirken bedene şuurlu dedirten vasıflar bu hücrede bulunmazlar. Şu halde insanlar için , varlıklar ayrı ayrı düşünüldükleri taktirde şuursuz , bir arada düşünüldükleri taktirde de şuurlu bir manzara arzedebilirler.
Bir insan bedeninden bazı kısımlar çıkarılırsa , o bedende şuur alametleri kaybolur. Mesela bir insanın başı kesilirse o insan ölür. Şu halde bir bedenin şuurlu olarak tezahür edebilmesi şartlara bağlı bir haldir.
Şuurlu veya şuursuz gözüken bedenlerde büyüklük söz konusu değildir. Şuursuz addelinen bir bedenin üzerinde milyarlarca şuurlu varlıklar yaşıyabilirler. Şuurlu ve şuursuz varlıklar arasında ise yarı şuurlu varlıklar mevcuttur. Fakat bunlar yakını oldukları tarafın icaplarını tezahür ettirirler. Mesela bir varlık şuura yakınsa şuurlu , şuursuzluğa yakınsa şuursuz gözükür.
Bir bedenin , o bedenin sahibince bilinmeyen birçok tarafları vardır. Şu halde , bir beden , o bedenin sahibine göre şuursuz bir karışımdır. Fakat o bedenin sahibiyle birlikte düşünülürse , şuurlu bir varlık halinde tezahür eder. Şuurlu oldukları idrak edilen varlıklar , şuursuz varlıkların bir araya gelmelerinden hasıl olurlar.
Yukarda yazılanlar , dünya imkanları ile sınırlı realiteler için bir gerçektir. Fakat ; kül halinde şuursuz olduğu kabul olunan ( fakat aslında) şuurlu varlıkların bir araya gelmelerinden meydana gelen varlıklar da vardır. Mesela dünya şuursuz bir beden olarak kabul edilir. Fakat bu bedende şuurlu oldukları bilinen varlıklar yaşarlar.
Bir de insanların şuurlu olduklarını idrak edebildikleri karışımlar mevcuttur. Mesela bir insan tek olarak şuurlu varlıktır. Toplumlar ise şuurlu karışımlar manzarasındadırlar.
1248.
RUH ve KUKLA BEDEN
Ruh bahsine ışık tutacak önemli hususlar üzerinde durmaya devam edelim :
Mutlak Varlığın ( analiz metoduna dayalı) tetkikinden “ruhlar” belirli hale gelirler.
Ruhlar analize ve senteze tabi tutulabilirler. Bir şeye ruh denilebilmesi için onda şuur bulunması ve bu şuuru tezahür ettirebilmesi gerekir. Bunun için de bilgiye ihtiyaç vardır.
Ruhlar analize tabi tutulan durumlarını (1) liyakatleri ile senteze yükselterek (2) tekamül ederler (1. üç değeri )(2. tek değer haline getirerek ) .
Ruhların kısaca yukarda izah edilen yolda ilerleyerek tekamül edebilmeleri için , Mutlak Nizamın çizdiği bir tekamül yolu mevcuttur. Bu yol birçok şartlara bağlıdır. Şartların çeşitli olmaları , tekamül yolunu, yollar halinde gösterir.
Dünyada insan denilen varlıklar tekamül etmektedirler. Hakikatte , insanlar, maddi tesirler altındaki ruhların dünya şartlarına uygun tezahürleri değildir.. İnsanlar , kendilerini idare eden ruhların elindeki kuklalara benzerler.
Ruh , insana , görünmeyen şuur telleriyle bağlıdır. Bu teller insanda , bağlı bulunduğu ruhu dünya realitesine uygun olarak tam değeriyle tezahür ettirmekten çok uzaktır.
İnsan , dünya şartlarına uygun olarak yaşarken , müstakil bir şuura malikmiş gibi gözükür. Hakikatte ise müstakilmiş gibi gözüken bu şuur , kuklaları şuurlu varlıklar halinde tezahür ettiren iplere benzerler.
Kukla ile insan arasında küçük fakat mühim bir fark mevcuttur. Kuklaları idare eden , elinden bırakıverse tam bir eşya manzarası gösterir. İnsan ise yukardan gelen şuurdan , dünya realitesi icaplarına göre ,işler ve bu işlemeden hasıl olan şeyi değer olarak kazanır.
Yukarısı bir an için insanı serbest bırakırsa , o kukla gibi ani olarak bir eşya haline gelmez. Yaşama belirtileri gösterir. Fakat bu haldeki insanlar , boğulmamak için su içinde çabalayan insanlara benzerler.
İnsan dünya hayatında ancak bağlı bulunduğu en yakın manevi değerleri tezahür ettirebilir. Üstün değerleri tezahür ettirebilmesine ise dünya şartları müsait değildir. Şu halde dünya ; şartlarına bağlı olarak manevi değerler sağlanan bir tekamül yeridir. İnsanlar , sağladıkları bu değerleri , asıl manevi değerlerine katma imkanlarına sahiptirler.
1249.
VAZİFELİLER VE LİYAKAT
Bir insanın , daha dünyaya gelmeden önce yürüteceği vazife ile ilgili bilgileri benimsemiş olması yeterli değildir . İnsanlar , üstlendikleri vazifelerin icaplarına uygun bir tarzda liyakat göstermek zorundadırlar.
Gerçi bir vazifeli , göreceği vazifeyi benimsemiş bir insan olarak gelir ve başarı sağlamak için de gereken yardımları alır. Fakat bütün bunlardan başka, liyakat da göstermek mecburiyetindedir. Vazifede liyakat , yapılması gerekenlerle ilgilidir.
Aynı zamanda , otomatik yardımlar da bir vazifelinin yürümesi gereken yoldan uzaklaşmamasını sağlar. Ona vazife süresince kullanması gereken tecrübeleri , bilgileri hadiseler yardımıyle kazandırır. Fakat yine de bu kazanılan değerleri vazifesinde kullanması için liyakat göstermesi şarttır. Gerek otomatik yardımların önüne serdiği imkanlarla vazifeye hazırlanmasında , gerekse vazife sırasında liyakat göstermesi şarttır.
Çünkü en yüksek vazifeleri bile karşılık beklemeden yapan vazifelilerin , vazifelerini yürütmek için göstermek zorunda oldukları liyakat , onlara en büyük değerleri beklemedikleri halde kazandırır.
Vazifelilerin , vazife sırasında göstermek zorunda kaldıkları ve maddi , manevi hiçbir karşılık beklemeden gösterdikleri liyakat , sırf onları zorla mükafatlandırmak , yükseltmek içindir. En yüksek adalet ise , izahı imkansız bir büyüklük olan Tanrı adaletidir.
1250.
ŞUURLU AHLAK
Dünyada realiteler yükselip değiştikçe ahlak anlayışı da değişir. Bu sebeple bin sene önce ahlaksızlık addedilen şeyler bin sene sonra addedilmeyebilir ki , bunun tersi de olabilir.
Şuurlu İman devri ise getirmekte olduğu realitesine uygun bir “Şuurlu Ahlak” devri açar. Şuurlu Ahlak demek , insanların hareketlerini şuurları , vicdanları ve toplum realiteleri ile değerlendirmeleri demektir.
Şuurlu İman devri , beşeriyeti kendi esaslarına uygun olarak ahlaklı olmaya , zorlamadan mecbur eder. Şuurlu İman devrinden önceki devirlerde en büyük ahlaksızlık addedilen fiillerden birçoğu , eskisi gibi ahlaksızlık addedilmeyecek , buna karşılık eskiden pek değer verilmeyen hususlar üzerinde durmak ihtiyacı şiddetle belirecektir.
1251.
SIR
Kainatın sırrını zerrede , her şeyin sırrını ise hiçbir şeyde bulabilirsiniz.
1252.
HAYAT
Hayatı cennet veya cehennem yapmak elinizdedir. Tıpkı dünyayı cennet veya cehennem yapmak elinizde olduğu gibi.
1253.
MANEVİ SEBEP VE GAYELER
Hiçbir şeyin gelişigüzel var edilmediğini ispat edecek o kadar çok delil vardır ki saymakla bitirilemez. Bir insanın kendi bedenini incelemesi ona bu yolda yeteri kadar örnekler verebilir.
Bedende her şey yerli yerindedir. Her uzuv yapacağı işe göre değerlendirilmiştir. Bedende çok lüzumlu olan şeyler ondan kolay kolay uzaklaştırılamaz. İnsan istese dahi kolunu kolayca kesip atamaz. Buna karşılık bazı kısımları bedenden kolaylıkla acısız olarak ayırabilirsiniz. Saçlar , tırnaklar , nasırlar buna örnek olarak gösterilebilir.
Gözler çok mühimdirler. Mühim oldukları için de göz çukuru , göz kapakları, kirpikler ve seri hareketlerle korunurlar. Bedende bir uzuv vazifesini yapamaz hale gelirse diğer bir uzuv onun eksikliğini gidermek için otomatik olarak faaliyete geçer.
Şayet bir insanın herhangi bir sebeple dünyadan ayrılması gerekiyorsa ; o zaman , bozulan uzuvlara yardımcı olacak otomatik yardımlar azalır veya kesilir. Bu hal bedenlerin ölüme hazırlık halidir ki planlı olarak cereyan eder.
Dünya , imtihanlarla denenerek tekamül edilen bir okuldur. Bu sebeple de insanların , uzuv bozukluklarından meydana gelen hastalık ve azapları , kendi liyakatleri ile gidermeye çalışmaları gerekir ki tıp bilimi bu ihtiyaçtan doğmuştur.
Hayvanlar bu konuda otomatik yardımlar alırlar. Mesela bir köpek ağız salgılarındaki tedavi edici özelliği bilmez fakat şuursuzca yarasını yalar ve iyileşir.
Tıbbın başlangıcı da otomatik yardımlarla olmuştur fakat zamanla gelişmiş ve şuurlu bir hal almıştır. Tıbbın halen bilimsel yollarla elde edebildiği sonuçlar madde ve mevcut maddi imkanlarla sınırlıdır. Mesela ortada bir dertten şikayetçi hasta vardır. Tıp , bu derdi meydana getiren hastalık faktörlerini hastada araştırır ve bir bulgu elde ederek teşhis koyar ; ve de hastayı tedaviye başlar. Tıp yapabileceğini yapmış ve mevcut imkanlarla hasta tedaviye başlanmıştır.
Bu teşhisi koyan doktorlara , hastanın neden bu derde maruz kaldığını sorarsanız ; üşüttüğü , gıdasız kaldığı , mikrop kaptığı gibi cevaplar alabilirsiniz. Fakat tıbben henüz daha teşhis edilemiyen sebep , bu sebeplerin de gerisindedir ve hastanın tekamülü ile ilgilidir.
Tıp ise bugünkü madde ile sınırlı haliyle , hastanın tekamül ihtiyaçları ile ilgili teşhislere yükselemez. Bu ise , ancak , bilimin madde ile sınırlı olmadığının kabulü ile hallolacak bir durumdur. Hastalıkların sebepleri maddi imkanların ötesindedir. Peki ; bilim bilim bu merhaleye nasıl yükselecek ? Şimdi bunun izahına geçelim :
Bedende her şey insanların idrak edemiyecekleri bir mükemmeliyettedir. Bu ; bir bakıma da , madde ile sınırlı olmadığı demektir (1). Şu halde asıl sebep ve gayelere yükselmek ve onları madde sınırlarının ötesinde aramak gerekir ki , bu pek yakında bir ihtiyaç olarak tezahür edecektir ( 1. maddeli mükemmeliyet asla bulunamaz. Bilgi no; 117) .
İnsanların madde üstü hakikatlere maddi şuurları aşarak yükselebilmeleri için bazı metotlara ihtiyaçları vardır. Bu metotler , madde ile sınırlı bilimsel metotlarla izah edilebilecek metotlar değildirler. Bu sebeple onları inanılır ve güvenilebilir bir tarzda ortaya atmak ve faydalanmak için bazı üstün menşe’li bilgilere ihtiyaç vardır. Çünkü insanlar ancak bu üstün menşe’li bilgilerle etraflarını saran madde duvarlarına tırmanabilir ve onları aşabilirler.
Şu halde , manevi denilen bilgiler lüzumludur. Fakat bu bilgilerin inandırıcı olmaları için de , dünya realitesini tatmin edici nitelikte olmaları gerekir. Bunun içinse onları izahta , mevcut benimsenmiş bilimsel metotlardan faydalanılması gerekir. Hakikatte mevcut bilimsel metotlar manevi sebep ve gayelere yükselinmesi için gerekli basamaklardır.
İşte ilk önce bu hakikatin bilinmesi ve mevcut bilimin , beşeriyeti kesin sonuçlara değil fakat yüksek hakikatlere ulaştıracak merdivenin çok lüzumlu ve değerli basamakları olduğunun idrak edilmesi gerekir.
1254.
ROBOTSUZ REALİTELER
Tekamül merhaleleri arasında duvarlar vardır. Varlıklar liyakatleri ile bu duvarları aşarak üstün merhalelere ve ortamlara yükselebilirler.
Dünya ve dünya üstü realiteler arasındaki birçok duvardan en mühim olanı , Mutlak Nizama uygun olarak tekamül edilen robotlu ortam realitelerinden robotsuz ortam realitelerine yükselmektir.
Mevcut bir dünya realitesi ve bu realiteye uygun olarak yapılan izahlar vardır. Bu izahların ise en güvenli olanları bilimsel izahlardır.
Dünyada bilimsel izahlarda (+) nın (-) yi çektiği bilinmektedir. Madde üstü kökenli hadiselerde ise vaziyet bunun aksi olarak tezahür eder ve + lar, + ları ; - ler de – leri çekerler. Bunun bir üstün izahı ise , sadece ; “ + lar, + ları çekerler” şeklindedir. Çünkü yüksek manevi merhalelerde + ile – arasındaki fark kalkar . yani ;
(+) = (-)
halinde de izah olunabilir ki , hakikatte yüksek manevi merhalelerde sizin idrak edebileceğiniz anlamda ne + ne de – mevcuttur. Fakat bu merhaleyi idrak etmek için evvela dünya bilgileri realitesi ve imkanlarının üstüne çıkmak ve + nın + yı çektiğini idrak etmek gerekir. İlerde bilimden bugünkü kat’iyyet (1) kalkacak ve bu tassup doğuran veya taassuptan meydana gelen kat’iyet , yerini elastikiyete bırakacaktır ( 1. kat’iyyet : kesinlik ; başka türlü olamazlık) .
1255.
AHİRETİ İDRAK , CENNET , CEHENNEM
Dünya ve benzeri yerlerde sınırlandırılmış imkanları ile yaşayanlar , bulundukları yerlerden ölüm veya ölüme benzer hadiselrle ayrılırlarsa , birçoklarınızın zannettiği gibi , şuurlu ve robot tesirlerden uzak bir hayat yaşamaya başlamazlar.
Bir insanın ölümle dünyadan ayrılması ve tekrar dünya ve benzeri bir tekamüül yerinde yaşamaya başlaması ; “zaman” kavramından faydalanarak izah olunamıyacak hadiselerdir ki , biz bunlara “ birbirlerini takip eden hadiseler” diyeceğiz.
Mesela , insanın dünyada ölümüne kadar geçirdiği hayat dünya realitesine uygun olarak “zaman” kavramı ile izah olunabilir. Ölüm anından , tekrar dünyaya gelme anına kadar olan kısım ise , aynı kavramdan faydalanarak izah olunamaz. Bunun için de bu devre , mevcut olmasına rağmen insanlara varlığı ispat edilemiyen , bu yüzden de yokmuş gibi gelen bir devredir.
İşte , dünyadan ölümle ayrılan bir insan şayet tekrar dünyaya gelecekse ve o insan şayet şuurlu bir inanç mertebesine yükselmemişse , şuurlu bir ahiret devresi geçirmez. Böyle olduğu için de yaşadığı fakat dünya ölçülerine vurulamadığı için idrak edemediği ahiret devresini , fark etmeden otomatik olarak yaşar.
Bu seviyedeki varlıklara ahiret hayatlarını otomatik olarak yaşatan değer ise per değeridir. Yine bu gibi insanların cennetleri de cehennemleri de arka arkaya yaşadıkları robotlu ortamlardır. İşte dünya halen ahiret devrelerini şuursuz geçiren , sadece robotlara bağlı hayatlarında nisbi şuura malik varlıkların yaşayarak tekamül ettikleri yerdir.
Yanlız burada bilinmesi gereken bir husus vardır ki o da , bazı spiritik deneylerde ahiretteki varlıklarla temas kuruluyor ve adeta şuurlu görüşmeler yapılıyor olmasıdır. Dünya ile ahiret arasında henüz yüksek şuur merhalesine erişememiş varlıklarla kurulabilen irtibatlar otomatik irtibatlardır ki , bunları şuursuzca yapılan refleks hareketlerine benzetebilirsiniz. Kısaca ; yüksek şuur mertebesine erişemiyen varlıklar , dünya ve benzeri tekamül yerleriyle irtibata geçseler hatta gözüküp konuşsalar bile , bu onların şuurla yaptıkları hadiseler değildir.
Onların bu şekilde tezahür etmeleri tekamülle ilgili hadiselerdir ki per ve diğer güçlerin vasıtasıyle olur. Kendi arzu , gaye ve imkanlarıyle dünya ile temasa geçebilen bütün varlıklar , dünya ve benzeri sınıflardaki tekamül merhalelerini geride bırakmış yüksek varlıklardır.
Yukarıdaki izahtan da anlaşılacağı gibi , dünyada tekamül etmekte olan insanlar için cennet ve cehennemler , tekamül ihtiyaçlarına elverişli , robotlu ortamlardır.
Ruhlar robotlu tekamül merhalelerini yaşarlarken aralarda göçtükleri ahirette şuurlu bir cennet ve cehennem devresi yaşamazlar. Onlar ahiret hayatlarında tıpkı iplerin ucundaki kuklalara benzerler. İpler idrakle yükselebilecekleri asıl ruhlarının elindedir. Onlar ise daha kendilerini idrak edebilecek seviyede olmadıkları için , per vasıtasıyle asılları ile irtibata geçebilirler.
Bir varlığın aslını idrakı , birçok merhaleler ihtiva eder. Her merhale , o merhaleleri idrak eden varlıklar için başlı başına bir varlık halinde tezahür eder. Manevi cennet ve cehennem ise ahirette “bilerek” yaşayanlar içindir. Ruhlar ise ahirette ancak , robot üstü bir hayat seviyesine eriştikten sonra bilerek yaşayabilirler.
Robotlu hayat seviyesinin üzerine çıkanlar için de tekamül ihtiyaçlarını karşılayacak cennet ve cehennemler mevcuttur. Onlara , en ufak pürüzler bile cehennem hayatı yaşatır ve bu azaba sırf o pürüzleri giderebilmek için seve seve tahammül ederler.
Fakat , manevi cennet ve cehennemlerdeki azapları , maddi maddi tesirler altında bulunanlar asla tasavvur edemezler. Çünkü bu azap ve mükafatlar , onların idrak edemedikleri , idrak edemedikleri için de yok bildikleri azaplar , ıstıraplar ve mükafatlardır.
Şu halde , robotlu tekamül merhalelerini henüz daha aşamamış varlıkların cennet ve cehennemleri , onların tekamül ihtiyaçlarını karşılayacak robotlu ortamlardır. Manevi cennet ve cehennemler ise ancak onları idrak seviyesine erişebilenler için mevcuttur.
Ruhlar hatalarını gidererek yükselirler. Yüksek ruhları ise , hataları daha fazla etkilendirir. Bir ruhun hatalardan arınma anı ise , Mutlak Nizamı aşma ve bu nizam için hata kabul edilenlerin üzerine çıkma anıdır. Artık onlar için sadece ilerleme mevcuttur ki , buna ebedi cennet hayatı da denebilir.
1256.
VAZİFELİYE
Şuurlu İman’da vazife göreceklerde aranan en mühim vasıf şuurluluktur.
Vazifede karşılaşılabilecek olan , dostluk , arkadaşlık , faydalı olmak , daha çok öğrenmek, hatta daha faydalı olmak tutkuları dahi zaman zaman şeytan olarak tezahür edebilen tekamül faktörleridir.
Bir vazifeli namzetinin ise , zaman zaman şeytan halinde tezahür eden hadiseleri ve şahısları teşhis edebilmesi ve onlara karşı gereken tedbirleri alması gerekir.
1257.
YANLIZLIK
İnsan kendisini kalabalık içersinde de yanlız hissedebilir. Yapayanlız gözüktükleri halde hiç de öyle olmayan insanlar da vardır.
Dünya hayatının sonu ise yanlızlık gibi görünür. Bir insanı ise yanlızlıktan kurtaran şey sevgidir. Her şeyi sevebilen ise hiç bir zaman yanlız kalmaz.
Bütün yakınlarını kaybetmiş bir insan , manevi gücünü ve değerini arttırma imkanlarıyla karşı karşıyadır. Her şeyi kendinden, kendisinin de her şeyden olduğunu idrak seviyesine yükselenler için ise yanlızlık yoktur.
1258.
VAZİFELİYE
Kendisini sorumlu hissedebilenler , “ben işimi aksatmamak şartıyle başka şeyler de yapabilirim” dememelidirler.
Öyle şeyler vardır ki , esas işi aksatmaz fakat sırf şuursuzca o işle ilgilendiği için sorumluluk taşıyanı değer kaybına uğratır.
1259.
HALK ETME – VAR ETME – “OLUŞ” OLAYI
Önceki bilgilerde “ var etmek”le “ halk etmek” arasındaki farklar , benimsetici metotlara göre izah olundu. Birçok kereler de birbirlerinden ayrı düşünülen var etmek ve halk etmek karıştırılarak izah olundu. Bütün bunlara sebep , mevcut oluşun ikiye ayrılarak düşünülmesinin gerektiğini benimsetme gereği idi.
Tanrının , “Yok”tan var edişini idrake imkan yoktur. Buna karşılık insanlar , var olan birçok şeylerin var oluş veya halk oluş sırlarına liyakatleri oranında nüfuz edebilirler. Hatta var edildikleri için varlık denilenlerden birçokları , sınırlı bir var etme imkanına maliktirler. Var oluşları az veya çok izah olunabilen şeyler ise , idrakle yaklaşılabilen şeylerdir. Tanrının var edişine ise idrakle yaklaşılamaz.
Anlatılabilenler , anlaşılabilen veya anlaşıldığı zannedilenler ; Tanrının ( ilk dahi denilmemesi , hiçbir şekilde tahdit yoluna gidilmemesi gereken ) var etme gücünün izahı değildir.
İster Tanrının bu izahı imkansız ilk var etme gücüne “ halk etme” , isterse “ var etme “ densin , o idrak edilebilen ; halk veya var etme değildir! İdrak edilebilenler ; ucu Tanrıda olan hakikatlerin bizdeki ucudur.
Tanrının “ilk var ediş”indeki hiçbir sırra erişilemez. Bu konuda erişilenler Mutlak Varlık ile sınırlı bilgi ve imkanlardır ki , var veya halk etme denilen yüksek hakikatler , ancak bu bilgi ve imkanlar aracılığı ile idrak olunabilirler.
Az veya çok idrak olunabilen “ var etmek” ile “idrakı imkansız var ediş” arasında , ( Mutlak Varlık esaslarına göre tekamül edenler için ) hiçbir şekilde erişilip aşılmasına imkan olmayan “ yokluk” mevcuttur !..
1260.
YOK-HİÇ
Yoktan var etmek ile hiçten var etmek arasında farklar vardır. Yoktan var etmek idrak olunamaz. Hiçte ise , yoktan var olunan idrak olunamamış cevherler mevcuttur.
1261.
EKMİNEZİ
Ruhi araştırmalar yapılan yerlerde “ ekminezi” denilen bir usul , uzunca bir süreden beri tatbik olunmaktadır (1). Fakat bu usulü tatbik edenler sadece sujelerin eski hayatlarını veya geçmiş günlerini öğrenmek gayretkeşliği içersindedirler. Bu , onların şuurlu bir imana hazırlayacak çalışmalardan henüz çok uzakta olduğunu gösterir
( 1. ekminezi : bir parapsikolojik deneydir. Normal zamanda birkaç gün önceki olaylar dahi ayrıntılarıyla hatırlanamazken , bir sujeyi ( denenecek kişiyi) , hipnoz haline sokarak ve telkin yardımıyla 3-5 hatta 25-30 yıl gerilere döndürerek o günlerdeki olayların ayrıntılarına sokarak anlattırmak deneyidir. Bu geriye döndürülen yıllar çok arttırılarak mesela 100 yıl önceye döndürülürse süje bazen bambaşka kişilikte ve değişik bir mekanda bulunabilir ki , bunlar önceki hayatı ile ilgili hatıralardır) .
Halbuki trans halindeki bir sujenin geçmişini öğrenmekten çok daha mühim olan hususların araştırılması gerekir. Mesela ; nasıl oluyor da trans halindeki bir suje yaşadığı eski günlerin ayrıntılarına dönebiliyor? Sualini aydınlatmak daha önemlidir. Gerçi bu sualin cevabını suje veremez. Bu ve buna benzer bazı soruların cevapları , aynı zamanda ana bilgiler’i ilgilendiren mühim konulardır.
Ekmineziye burada kısaca değinmek istiyoruz. Dünya ve benzeri takamül yerlerinde manevi anlamıyla “ geçmiş” veya “yaşanmış” bir şey yoktur. Fakat işin içine zaman ve diğer kavramlar girince manevi hadiseler maddi kalıplara bürünür ve “ geçiyor” zannedilirler.
Bir süje trans hilindeyken geçmiş bir gününe döner. Eskiden yaşanmış gün ve hadiseler ise birer tabloya benzetilebilir. Her “an” bir tablo halinde kalır. Ve bu tablo ile karşılaşılan , hatta onun içine giren süje o tablodaki hayatı yaşar.
Ekminezi usulü ile elde edilen en mühim nokta , zaman kavramı sınırları içersinde manevi hadiselere ulaşmaktır. Uzun seneler görmediğiniz bir tabloyu düşünün. Onu tekrar görünce hatırlarsınız. Hatta senelerce karşınızda durduğu halde dikkatle üzerinde durmadığınız bir resmi , ekminezi usulü ile yeniden yaşamaya başlarsanız , aynı zamanda da o tablodaki önceden dikkat etmemiş olduğunuz hususları görmek imkanını kazanırsınız.
İşte sırf bu sebepten bir süje iki ay önce aceleyle yediği ve yeryemez unuttuğu yemeği iki ay sonra dikkat etmediği hususlarıyle hatırlar. Keza üç sene önce saat 12 de ne yaptığını , o işi yaptığı anda saate bakmamış bile olsa kolaylıkla hatırlayabilir.
Özetle ; ekminezi ; manevi hadilselerin deneysel olarak ispat edilmesine yarayan en kıymetli usullerden biridir.
1262.
VAZİFE ZAMANI
Vazifenin zamanını yine vazife tayin etmiştir. Bu sebeple , daha vakti gelmedi veya geçti şeklinde düşünmek , kendini bilmezliğin ta kendisidir.
Vazifenin zamanı sizin bildiğiniz zamanla ölçülmez. Şunu biliniz ki , vazifeyi , dünyaya tatbik edilen zaman kavramına uydurmak isteyenler sadece kendileri kaybederler. Vazifeyi vakti gelmedi diye geciktirmek ise , dünyayı kavuşacağı saadetten bir süre daha mahrum bırakmak demektir.
1263.
HER ŞEY
Her şey ; başlangıcı “tahayyül “ olan ve önceden belirlenen “ an” lardan oluşmuştur.
1264.
İNDİRİLEN ANA BİLGİLER
Dünya , olumlu ve olumsuzlarla denenen bir tekamül yeridir. Bu sebeple dünyada (+) daima (-) yi çeker. Kötüler , daima iyileri tesir altına almak isterler.
Yüksek manevi mertebelerde ise sadece iyi ve iyilikler mevcuttur ki buna ; orada sadece şuurlu bir (+) hüküm sürer denebilir. Oradaki farklar pozitifin , daha kuvvetli veya daha yüksek değer taşıyanı ile farkı olarak izah olunabilir. Orada daha kuvvetliler zayıfları çekerler. Bu , zayıflara tekamül yollarını belirli hale getirecek tarzda tezahür eden bir çekiştir.
İşte , dünyaya indirilen tekamülle ilgili ana bilgiler , bu yüksek manevi hassayı taşırlar !..
1265.
ASIL RUHUN YANSITILMASI
Bazı insanlar şair yaradılışlıdır. Bazıları ise içlerinden geldiği gibi yazarlarsa başarı kazanırlar. Şu halde insanların kendi kendilerine izah edemedikleri , sadece “iç dünyaları” denen bir şey vardır. Biz burada bu konuya temas edeceğiz.
Şair , asıl ruhuyla diğer insanlardan farklı bir irtibatta olan insandır. Asıl ruhunun değerini evvela otomatik olarak dünya realitesine adapte eder. Sonradan da bu değerleri yine otomatik yardımlarla şiir haline getirir.
Kısaca , şair asıl ruh değerini imkanları oranında dünyaya şiir olarak yansıtabilen bir insandır. Bu faaliyeti onu diğer insanlardan değerce farklı duruma getirir.
Bir şair şiir yazmak isterse ; bu yolda bir şeyler yapar, konsantre olur , duymaya çalışır , kağıt kalem ile düşünür. Yapılan bu işler hakikatte onu asıl ruhuna otomatik olarak yaklaştıran hareketlerdir.
Manevi değeri fazla olan hedeflere insanlar evvela dünya imkanlarıyle hedefe yaklaşabilmeleri için yapmaları gerekenleri yaparlar. Mesela bestekar müzisyen olmak isteyen bir çocuk , bu arzusuyla müzik aleti çalmak , nota öğrenmek ister. Bu arzusu sonucu yapılanlar , ilerde onun “asıl ruh” değerini yansıtabilmesi için bugün yapılması gerekenleri otomatik yaptıran yardımlardır. Ve insan bu gibi yollarda liyakati oranında “ asıl ruh” değerine yaklaşır ve bir gün onu dünyaya yansıtmaya başlar.
1266.
SAN’AT ve BİLİM YOLUYLA
Beşeriyet Şuurlu İmana sadece din yoluyla hazırlanmamıştır. Birçok vazifeliler bu yolda otomatik veya yarı şuurlu olarak vazife görmüşlerdir. Bunlardan bir kısmı da san’atkar ve bilim adamları idiler.
1267.
VAZİFE – VAZİFELİ
Aranızda sık sık tekrarlanan bir söz vardır ; vazife .. Her insanın vazife hakkındaki düşüncesi ise birbirine benzemez.Bir şahıs , vazifeyi ancak kendi değerine , imkanlarına ve içersinde bulunduğu şartlara uygun olarak idrak ve tetkik edebilir.
Hakikatte vazifeyi düşünebilmek, mevcut olan her şeyi anlayıp idrak edebilmek kadar zordur. Vazifeye ; yapılması veya uyulması icab eden şeyleri içeren tatbikat yoludur denebilir.
Dar anlamdaki bu vazife tarifi dünya realitesine uygundur. Bilindiği gibi vazifeler otomatik ve şuurlu olarak yapılabilir. Otomatik olarak vazife görenler ise sadece insanlar değil , var olan her şeydir. Bu hale , vazifeden çok “Mutlak Nizama uygun olarak faydalı olmak veya ; Mutlak Nizama uygun olarak tekamüle hizmet etmek” demek daha doğru olur.
Asıl vazife , şuurla ifa olunandır ki , birçok safhalar arzeder. Şuurlu İman denen yüksek tekamül merhelesi , her şeyden önce vazifeyi şuurlandıran bir merhaledir. Bunun için de vazifeli olduğunu idrak edebilenlerde aranacak en mühim vasıf “vazife şuuru”dur.
Vazifeli ; vazifeli olduğunu idrak eden ve bu yolda ilerlemeye çalışanlara denir. Şu halde en geniş anlamda ; vazifeliler , yaptıkları işin bir sebebe, bir gayeye dayandığına inanabilmiş olanlardır. Mesela bir fırıncı , bir şöför, bir din adamı şayet yaptığı işin tekamülle ilgili olduğunu idrak edebilmişse , ve o yolda yürümeye azimliyse ; o bir vazifelidir.
Vazifelerdeki mes’uliyetler arttıkça veya vazifelerdeki mes’uliyetler idrak edildikçe , vazifeliler , mes’uliyetler istikametinde yükselirler. Şuurlu İmanda “ ana bilgiler”le vazifeli olanlar ise en yüksek mes’uliyetleri taşıyanlardır...
Gerçi bu mes’uliyet onlara yüksek tekamül merhalelerinin karşılığı yüklenir fakat onlar bu yüksekliklere mukavemet edecek durumda değillerse , o zaman durum aleyhlerine olur. Bu sebeple “ zirve vazifeler” çok zor yükselinebilen mes’uliyet merhaleleridir. O yüksekliklere katlanma gücünü kendilerinde bulamıyanların , açık kapılar karşısında dahi olsalar , o kapıdan geçmemeleri daha hayırlı olur.
Şuurlu İman’da vazife görenlerin vazifelerini şuurla ve mümkün olduğu kadar az otomatik yardımlarla yapabilmeleri lazımdır. Bu yolda gayret sarfetmek onlara büyük manevi kazançlar sağlar ve onları per kontrol ve baskısından yavaş yavaş uzaklaştırır.
1268.
HER ŞEY KUR’ANDA SÖYLENMİŞMİDİR ?
Şunu hemen bildirelim ki her şey ; Kur’an da dahil , hiçbir şeyde söylenemez.
Kur’an gerçi en yükseklerden dünyaya indirilmiştir. Ona Tanrı kelamı diyenler haklıdırlar. Fakat o , hakikatlerden bildirilmesi gerekenlerin dünya realitesine uygun izahlarını ihtiva eder. Bu sebeple her şeyin Kur’an’da bulunduğunu iddia edenler , Tanrıyı Kur’an’la tahdit yoluna gidenlerdir.
Buna rağmen , Kur’an gelecek realiteleri de ihtiva eden bilgilerin kitabıdır. Onu her insan kendi değerine , her devir mevcut imkanlarına göre tefsir edebilir.
Ondaki bilgilerin , devrin tekamül ihtiyacına uygun şekilde izahını ise insanlar yapamazlar. Kur’an’ın devre en uygun izahı yine aynı menşe’den yapılır. Çünkü bizzat Kur’an , daha önceki ana bilgilerin , devrinin ihtiyaçlarını karşılayacak tarzda izahından başka bir şey değildir.
Bu sebeple diğer din kitapları da dahil, bütün ana bilgileri bütün bu bilgilerden ayrı düşünmek hatalıdır. Gerçi geçmişte bu yüzden yapılan hatalardan , hatta ana bilgilerin yanlış tefsirlerinden tekamül için faydalanılmıştır. Fakat bu hal , bu yoldaki şüphe ve teşevvüşlerden faydalanış din devri sınırları içersinde kalmıştır , Şuurlu İman sınırları içine dahil olamaz.
1269.
AHİRET VE RUHLARIN İNCELEN ROBOTU
Bugüne kadar ahiret ve spatyom hakkında çok şeyler söylenmiştir. Ana bilgiler içeren din kitaplarında ve bunların en sonuncusu olan ve yanlız “ vahiy” içeren Kur’an’da ahiret , maddeli bir ortam olarak izah olunmuştur. Bütün bu izahlar doğrudur.
Ana bilgiler , beşeriyeti tekamül ettirir. Bu yoldan manen değerlenen insaniyet ise , daha yüksek ana bilgileri idrak edebilecek seviyelere yükselir. Yükseldikçe de ana bilgilere tarafımızdan ilaveler yapılır. Bu ilaveler onları daha yüksek , daha yüksek olduğu için de madde sınırlarını daha zorlar hale getirir. Ahiret hakkında verilen bilgiler de bu esasa göre gelişmiş ve bugünkü halini almıştır.
Ahirete “ ölüm sonrası uğrağı” denilebileceği gibi , “ manevi değeri fazla maddi tekamül yeri” de denebilir. Hiç şüphesiz ki , ana robotu madde olmayan tekamül yerleri ve bu robotların fazla manevi değer ihtiva etmesinden , kaba tabirle ; incelmesinden hasıl olmuş ahiretler vardır.
Tekamüldeki varlıklar , bulundukları tekamül yerinin ana robotu ile bağlıdırlar. Bu bağlantı önceden “ ruh + per + ser” formülü ile izah etmiştik. Ölümden sonra , ayrı ayrı da düşünülebilen bu “ üç değer” toplu bir halde ( maddenin kesifleşmesinden hasıl olan) bedeni terk eder.
Otomatik yardımlarla ve Mutlak Nizama uygun olarak cereyan eden bu terk hadisesi ruhun ; daha ince ( ve daha ince olduğu için de daha yüksek değerdeki) maddi ortamlardaki ( buna ahiret de denebilir) hayatına devam edebilmesini sağlar.
Ahiret denilen bu gibi ortamlardaki ruhlar , üzerlerindeki madde baskısından kısmen de olsa kurtuldukları için , dünya ve benzeri tekamül yerlerindekine göre kendilerini çok hafif hissederler. Bu hafiflik onlara yoğun maddeli tekamül yerlerindekinden çok daha fazla imkanlar sağlar.
Bir ruhun maddeden daha değerli bir robotla tekamül etme merhalesine yükselmesi için ; maddeden alacaklarını almış , öğreneceklerini öğrenmiş , benimseyeceklerini benimsemiş olması gerekir. Bu manevi seviyeye yükselen bir ruh , per vasıtasıyle ; otomatik yardımlarla ser’den kurtulur. Ve yine per’in yardımı ile ser’in yerini tutacak , manen daha değerli bir robotla irtibata geçer. Bu duruma yükselebilmiş bir ruh , maddeli hayatla birlikte maddeli ahireti de geride bırakmış bir ruhtur.
Yukardaki açıklamadan da anlaşılacağı gibi , ruhlar şayet madde ile denenme safhasında iseler onların gidecekleri ahiret de maddeli bir ahirettir.
Zaten sentez metoduna göre ; ahiret ve dünya hayatları , birbirlerini tamamlayan hayatlar halinde bir arada ve “ tekamülün ahiret safhası” denilerek düşünülebilir.
Maddeye bağlı olarak tekamül edilen ortamlar ve bu ortamların ahiretleri analizle tetkik edilirse birçok safhalar gösterirler :
Per yardımıyla ruha bağlanan “ser” ruhla bağlı bulunduğu sürece onun çeşitli maddeli ortamlarla irtibatını sağlar. Çünkü ser, madde ihtiva eden her şeyin en basit maddi unsurudur. Bir ruhun tekamül ederek madde üstü tekamül merhalelerine yükselmesi , ser’in yerini daha mühim bir robota terk etmesiyle mümkündür.
Ser’de dahil , tekamülde faydalanılan bütün robotların ise esasları manevidir. Ruhlar gittikçe manevi değerleri yükselen robotlarla irtibata geçerek tekamül eder , manen değerlenirler.
1270.
TESİRİN KALKMASI
Ruhun tesirinin beden üzerinden kalkmasıyle , bedendeki canlıların kısa zamanda canlılık özelliklerini kaybetmelerini , güneşlerin kendilerine mensup planetler üzerindeki tesirlerinin kalkması sonucu o planetlerdeki hayatın kaybolmasına benzetebilirsiniz.
Kısaca ; büyük tesirin kaybolması , büyük tesirden hasıl olmuş görünen küçük tesirlerin de kaybolması sonucunu doğurur.
1271.
ELBİSE
Bir insanın ruhunu bırakıp bedenini sevmek veya beğenmek , insanı elbisesi için sevmeye veya beğenmeye benzer.
1272.
ANA ESASLAR
Şuurlu İman öncesi devirlerde , toplum hayatının düzeni ancak bazı ana esaslara bağlanmakla mümkün olabilmiştir.
Aile düzeninin devamı için sadakatin şart koşulması ve insanın bu sadakati arzu eder yaradılışta bulunması örnek olarak gösterilebilir.
1273.
ŞUUR
“ Mevcut şuurun bir parçasıyım” diyerek , kendini müstakil fakat Şuurlu İman esaslarına göre bütüne bağlı düşünmek ara hedeflerin en mühimlerinden birine erişmektir.
1274.
ÖĞRETMEK İÇİN ÖĞRENME
Hiç şüphesiz ki ara hedeflere de gereken değer verilmelidir. Fakat vazifeli olma gayesi güdenlerin , en son görebildikleri hedefe erişebilme gayreti içinde olmaları ve şuurla ilerlemeleri gerekir.
Vazifeli namzetleri için öğrenmek ara hedeftir. Onlar öğretmek için öğrenmelidirler. Böyle olduğu için de öğretmeye hazırlanırken öğrenme yolunda yürümelidirler.
1275.
DEĞİŞTİRİLEMEZ İCAPLAR
Öyle hadiseler vardır ki, vakti gelince mutlaka yaşanmaları gerekir. Onlara karşı koyulamaz. Konulmak istense bile muvaffak olunamaz.
Bu türdeki hadiseler , Mutlak Nizama uygun olarak , zamanı gerekince muhakkak yaşanan hadiselerdir. Her doğanın ölmesi gibi.
Bir de karşı koyulabilen , önlenip değiştirilebilen hadiseler vardır ki , bu gibi hadiselerle karşı karşıya olanların , doğru olduğuna inandıkları tarzda hareket etmeleri ; gerekirse mücadeleden çekinmemeleri gerekir.
Bu gibi hadiselerle karşı karşıya olanlar ve onları değiştirilemez icaplar halinde kabul edenler değer kaybına uğrarlar.
Hadiseler karşısında ne şekilde hareket edileceği Şuurlu İman esasları bildirilirken açıklanmıştı. Bir insanın bir hadiseden meydana gelen sonuca “icap” diyebilmesi için elinden geleni yapmış olması gerekir.
Şu halde , hadiselerden meydana gelen sonuçları :
- Mutlak İcaplar
- Değiştirilebilen İcaplar
halinde düşünmek mümkündür. İnsanları Mutlak sonuçlara , başka bir tabirle , mutlak icaplara götüren zincirleme hadiseler vardır. Bu hadiseler insanları şayet arzu etmedikleri bir hedefe yaklaştırıyorlarsa , o hadiselerle de mücadele etmek , onları önlemek insanlara tanınan en tabi haklardandır.
Mesela ağır hasta ve öleceğini bilen bir kişinin yaşamak için yaptığı mücadeleyi bu söylenenlere misal verebilirz. Bu türdeki mücadeleler insanları manen değerlendirirler.
İnsanları mutlak icaplara götüren hadiseler çok kereler değiştirilebilecek veya önlenebilecek hadiseler halinde tezahür ederler. Bunun böyle oluşunun sebebi ; insanların maneviyatlarını kırmamak , onlara daha değerlenebilmeleri için mücadele imkanları kazandırmaktır.
İyi olduğuna inanılan yollarda ve hayatın sürdürülebilmesi için yapılan mücadeleler vardır. Şayet sonuç kat’i ise , insanlar ne kadar gayret sarfederlerse etsinler sonucu değiştiremezler. Çünkü mutlak icaplar , değiştirilebilmelerine asla imkan olmayan icaplardır. Böyle olmalarına rağmen zaman zaman değişiyor gibi gözükebilirler.
Mesela bir hasta yapılan tıbbi müdahalerle bir süre daha hayatta kalabilir. Bu , dünya dünya realitesine göre bir değişikliktir. Fakat bu değişiklik ancak zaman kavramının rol oynadığı yerlerde idrak olunabilir. Madde ile ilgili olan kavramların rol oynadığı tekamül yerlerinde aslında , hadiselerin hakiki değer ve anlamları tezahür edememektedir. Yani bu ve benzeri hadiseler tekamül yerlerinin imkanları ile sınırlı hadiselerdir. Hakikatte ise mutlak icaplar olması gerektiği şekilde cereyan ederler ve etmektedirler.
Bir insanın herhangi bir hadiseyi icap olarak karşılıyabilmesi için , her şeyden önce o hadiseyi şuuru ile tartmış ve ona karşı gerektiği şekilde davranmış olması gerekir.
İnsanlar birçok otomatik yardımlar almaktadırlar ki bu yardımlardan çoğu icaplar halinde tezahür eder. Vücudun besine ihtiyacı olduğunda acıkması ; yorgunluk , uyku gelişi gibi hadiseler hep otomatik icaplardandır.
Şu halde bir insanın herhangi bir hadiseden doğacak sonucu icap olarak kabul etmeden önce , şuurla o sonuca karşı koyması veya o sonuca ulaşmak için gerekeni yapması gerekir. Aksi halde karşı karşıya bulunduğu hadise ona bir değer kazandırmaz.
Hadiseleri oluruna bırakmak , sonuçları ise icap olarak kabul etmek Şuurlu İman esaslarına aykırı bir yoldur. Çünkü Şuurlu İman yolu , her şeyden önce , hadiselerden değer kazanılması göz önünde bulundurularak ve esaslarına uygun olarak yürünmesi icab eden bir yoldur.
1276.
BU BİLGİLER...
Bu bilgilerin nereden geldiğini merak edenler olabilir. Bunu soranlar olursa , bilgileri tetkik etmemiş olanlara hiçbir şey söyleme (1).. Bilgileri okumak imkanını kazanmış olanlara ise sadece “ en büyük hocadan” de ! onlar isterlerse , senin dünyada hiçbir kimseden öğrenmediklerini ve asla öğrenmiyeceklerini öğreteni liyakatleri oranında düşünsünler ( 1. bu bilgileri yazan vazifeliye hitap!.) ..
1277.
DÜNYADA YAŞAYANLAR
Dünya geliştikçe değişmede ve bu değişiklik onun üzerinde yaşayan varlıklara da tesir etmektedir. Nüfusun artması ile şehirler büyümekte , bunun sonucu olarak da kırsal yerlerde yaşayabilen hayvan ve bitkiler için lüzumlu olan hayat alanı giderek küçülmektedir.
Bu hal bazı bitki ve hayvanların sayılarının günden güne azalmasına sebep olmaktadır.tekamülden meydana gelen bu ve buna benzer sonuçlar , dünyadan faydalanan varlıkların adetçe olduğu gibi cinsçe de değişmelerine sebep olmakta ; yine bu halin tabii bir sonucu olarak da bazı soylar tükenmektedir.
Şu halde , tekamül yerleri ile oralardan faydalananlar arasında oranlar ve bağlar nevcuttur. Bu bağ ve oranlardan doğan sonuç ise ; dünyanın ve dünyada yaşayan varlıkların aralarındaki dengeyi devam ettirebilemeleri için hızla tekamül gereğinde olduklarıdır.
1278.
BEDENLERE TABİ BEDENLER
Çoğunlukla sabahlar sakin başlar. gün ilerledikçe de rüzgarlar , sıcaklık veya kar artar. Geceden gündüze geçiş, insanların uyanışına, varlıkların yeni bir hayata başlayışına benzer. Güneşin doğuşu yeni bir hayat başlangıcına , batışı da ölüme benzer.
Dünya birçok bedenlilerin yaşayıp tekamül ettiği bir bedendir. İnsan dünyada, dünya kainatta , kainatlar ise daha büyük değerlere tabi olarak yaşarlar. En uzak sanılan varlık veya hadiseler , mutlaka aynı zincire takılıdırlar.
1279.
ÖRÜMCEK
Büyük ve güçlü mahluklar ufacık örümcek kadar hunhar olsalardı , o zaman dünya sayılı cehennemlerden biri olurdu.
1280.
ŞUURLU TAKAMÜL
Tanrı her şeyi iyilik için verir. Daha doğrusu tekamüldeki varlıklar O’nun nizamında layık oldukları yere kendi gayret ve liyakatleriyle tırmanırlar.
O öyle bir nizamdır ki , bütün varlıkları ve bu varlıkların en önemsizinden en önemlisine kadar bütün icraatlarını içerir. Her hareketin karşılığı onda mevcuttur. Sebepsiz ve gayesiz yaprak bile kımıldamaz denilmesinin de sebebi budur.
Tekamül ortamları öyle yerlerdir ki , oradaki varlıkların en ufak hareketleri bile değerlenir. Şuurla tekamül edenler ise hareketlerinden diğerleriyle kıyaslanamıyacak kadar mes’uldürler. Onların şuurla yaptıkları şeyler ya onları sür’atle ilerletir ya da sür’atle , aşamıyacakları engellerle karşılaştırır.
Yapılan hatalar sonucu engellerle karşılaşanlar , bu engellerle yine tekamül ihtiyaçlarını karşılamak için karşılaşırlar. Yaptıkları hatalar sonucu karşılarına çıkan engeller gerçi onları tekamülde geciktirir , fakat ilerde daha da fazla gecikmelerini önler. Onlara malik olmaları gereken hassaları kazandırır.
Herhangi bir engelle karşı karşıya olanlar , zorluk , sıkıntı , azap içersinde olabilir. Hatta cehennem hayatının ta kendisini yaşıyabilir. Fakat bütün bunlar ona ilerde bu gibi hallerle karşılaşmaması için verilir.
Şuurlu İman öyle bir tekamül devresidir ki , bu devrede insanlar daha sür’atle ilerler ; yahut da eskisiyle kıyas edilemiyecek zorluklarla karşılaşırlar.
1281.
MANEVİ SEBEPLER
Maddi görünüşlü hadiselerin de sebepleri manevidir. Maddeye bağlı olarak yapılan izahlar ise hatalar içerir. Dünya imkanlarıyla yapılan bütün izahlar , ara izahlar olmaktan öteye gidemezler. Dikkat edilirse bunun böyle olduğu derhal görülebilir ve maddi izahların arkasındaki manevi sebepler hissedilebilir.
1282.
BİR
Ne iyilik yaparsan kendinedir. Çünkü iyilik ettiğin sensin böyle olduğu için de insan istese bile kendisinden başkasına iyilik edemez.
Bu bilgilerin bir gayesi de size bir şeyden başka hiçbir şeyin doğrusunu bilmediğinizi benimsetmektir. İnanmanız gereken şey ise ; birinizin hepiniz , bir şeyin ise her şey olduğudur. Çünkü siz birin her şeyde , her şeyin ise “bir”de eriyip kaybolduğu bir sistemde yaşıyorsunuz.
1283.
DEĞERLENEN
Zaman kavramı dünya içindir. Tekamül ise bu kavramla değerlenir. Hakikatte geçen , yürüyen yoktur ; devreden ve değerlenen vardır.
Tekamül etmekte olan varlığa herhangi bir tekamül devresi süresince bir istikamet verilir. Varlık , verilen bu istikametin esaslarına göre karşılaşılan hadiseleri yaşar ve onlardan faydalanır.
1284.
DOĞRU HAREKET
Realitelere saygı ve bağlılık , Mutlak Nizam şartlarındandır. İnsanların bulundukları toplum realitelerini de göz önünde bulundurarak yapmaları ve yapmamaları gerekenler vardır. Mesela bir erkeğin yapmasında sakınca görülmeyen bir şeyi bir kadın yaparsa toplum onu hoş karşılamaz.
Doğru hareket edebilmek ise ; ölçülü yaşamakla ve böyle bir hayatı benimsemiş olmakla mümkündür.
1285.
İSTEKLER
İnsanların istekleri de her şeyleri gibi dünya imkanlarıyla sınırlıdır. Bu sebeple dünyadaki bir insan ve arzuları ile , dünyadan başka bir ortamdaki arzuların arasında farklar vardır.
Ruhlar az robotlu ortamlarda çok daha iyi , doğru ve güzel şeyler arzu edebilirler. Hatta dünyada iken en çok arzu ettiği şeyden , dünya sonrası hayatta kaçmak , korunmak ihtiyacı duyabilirler.
Ruhlar robotlu veya robotsuz hayatlarını yaşarlarken , hiçbir zaman kendileri için en iyisini arzu edemezler. Onların istekleri sadece ruh değerlerine paralel olarak yükselir. Onlar için en iyisini , en güzelini bilen ve veren Tanrıdır.
1286.
VAZİFE
Yapılması istenen şeye “bir” demek de , “birçok” demek de mümkündür. Dünya realitesi ise biri gerçekleştirebilmeniz için birçoğu teker teker ele almanızı ve onları bilgilere göre değerlendirmenizi gerektirir.
Hedefiniz “bir”dir ; “tek”tir , fakat o tek’e ayrınlılarla yükselinir.
Hadiseler ise birbirlerine bağlıdırlar. Önceden gerçekleşmesi gereken bir hadise herhangi bir sebeple gecikirse , onu takip edenler de gecikirler.
Siz normal yürüyen vazifeyi gerektiğinden hızlı yürür bir hale getiremezsiniz. Fakat normal sür’ati kaybetmemeniz için gecikmeleri önliyebilirsiniz. Birincisi ne kadar sizin elinizde değilse ikincisi o kadar sizin elinizdedir.
1287.
BU BİLGİLER..
Bizim dünyaya sunduğumuz bu bilgiler , okyanusta bir damla gibidir. Fakat binlerce kitaba sığdırılamıyacak hakikatleri birkaç satıra sığdırmaktayız.
1288.
MUTLULUK
Tekamülün gayelerinden biri de , varlıkları geçici mutluluklardan , ebedi mutluluklara yükseltmektir.
1289.
TEZAHÜR ŞARTLARI
İnsanlar dünyada doğunca bir adapte olma devresi geçirirler. Acaba böyle bir devreye neden lüzum vardır?..
İnsanlar , eski hayatlarında elde ettikleri hatıralardan dünyada faydalansalardı veya onları oldukları gibi hatırlasalardı olmaz mıydı?
Bu gibi sualler , dünya imkanları ve şartlarına göre akla gelen suallerdir. İnsanların dünya hayatları boyunca ruh değerlerinden tam anlamıyla faydalanamamaları ise Mutlak Nizam icaplarındandır. Sebeplerine gelince :
1. Bir ruhun bilgisi , o ruhun tezahür ettiği tekamül yerlerinin şartlarına uygun olarak tezahür eder. Bu izahtan şu önemli sonuç ortaya çıkmaktadır. Ruhlar sabit ve her zaman aynı ölçülerle veya sözlerle izah olunacak değerlere malik değildirler. Ruhlar değerlerine halel gelmeden ortamın icab ettirdiği vaziyette tezahür ederler.
2. Bazı ortamlarda 1 olarak kabul edilebilen ruhlar , bazen , manevi bir analize tabi tutularak birden fazla tezahür ile de dünyaya inerler. Fakat bu hal ancak yüksek ruhlarda karşılaşılan bir haldir.
3. Dünyaya inen bir ruh değerini , dünya şartlarına göre , otomatik olarak ve per yardımıyla ( tekamül ihtiyaçları da göz önünde bulundurularak) ayar ettiği ölçüde tezahür ettirebilir. Ruh için plan , dünyaya inmesidir. Bir ruhun dünyaya inebilmesi için ise dünyadan faydalanacak veya dünyaya faydalı olacak durumda olması şarttır.
4. Tekamülde ileri bir ruh, şuurlu bir cüz’ünü dünya ve benzeri yerlere gönderebilir. Bu iş için de per yüksek yardımlar temin eder. Şayet ruh per üstü bir değerdeyse o zaman kendisine bahşedilen imkanlar ile işini şuurla halleder. Bu sebeple dünyadaki her insanın manevi değeri o insana ait olduğu düşünülen ruhla sınırlandırılamaz.
5. İnsanlar ruh değerlerini ancak dünya şartlarına uygun olarak tezahür ettirebilirler. Ruh, içinde bulunduğu nizama ve şartlara uymak zorundadır. Dünyada da uyması gereken bir “zaman” şartı vardır. Ve ruh dünyada bedeni vasıtaıyle ancak bu sisteme uygun bir hayat geçirebilir.
1290.
YARDIMLAR
İnsanlar , daha üst kademelerden , şuurlu varlıklar tarafından yapılan yardımları otomatik yardımlar zannederler. Halbuki çoğu yardımlar , yardım edilenlerin idrak edemedikleri , hissedemedikleri şuurlu varlıklar tarafından yapılır.
İyi bir insan ufacık bir hayvanın ayaklar altında ezilmemesi için onu bir kenara itebilir. Fakat küçük hayvan , bunu kendisini koruyan bir insanın yaptığını hissedemez. Hatta bazı hallerde böyle bir hareketin kötülüğünü isteyenler tarafından yapıldığını zanneder.
İnsanlar da yardımlar konusunda hemen hemen bu ufacık hayvanlardan farksız düşüncelere sahiptirler. Onlar da çok defa kendi iyilikleri için yapılanların kötülükleri için yapıldığını zannederler. Unutulmaması icab eden ise her şeyin iyilik için olduğudur.
*
İnsanların otomatik olduğunu zannettikleri yardımların çoğu, İlahi Nizam esaslarının otomatik olarak tatbiki değil, İlahi Nizam esaslarına uygun olarak daha yüksek varlıklardan alabildikleri şuurlu yardımlardır.
1291.
VAZİFELİYE..
Bir vazifelinin hareketlerinde , davranışlarında ve özellikle şakalarında çok dikkatli olması gerekir. Çünkü insanlar sizin samimiyetinizi layıkıyle değerlendirecek seviyede değildirler. Bu sebeple az konuşulması ve konuşmaların sebepsiz olmaması gerekir. Herkesi sevin ve sevdiklerinizi zarara sokmamak için de icab edince hoşgörülü davranın.
1292.
YAĞAN BİLGİLER
Hiçbir devirde bu kadar bol ve yüksek , bu kadar yüklü bilgiler insanlığa yağmadı.
Size düşen , yağan bilgilerden daima daha fazla faydalar sağlanabilecek yollarda yükselmek ve böylelikle yağışı kesmemektir.
1293.
YÜKSEK ŞUURLAR
Sizin “ otomatik yardımlar” dediğiniz, sırrının zerresine erişemediğiniz şuurun eseridir.
Varlıklar üst kademelere doğru yükseldikçe , otomatik zannettikleri yardımların aslında şuurlu olduğunu idrak ederler. Unutmayınız ki sizin de şuurla yaptıklarınızı otomatik yardımlar olarak tanıyan hayvanlar vardır.
Otomatik sözü , yüksek şuurların idrak edilememesi sonucu meydana gelen zaafın eseridir. O zaaf ise , sizin tasavvur edebileceğiniz bütün varlıklarda mevcuttur.
İdrak edemedikleriniz , düşünemedikleriniz , böyle olduğu için de otomatik dedikleriniz hep üstün şuurların eserleridir. Üstün denen şuurlardan da daha üstünleri vardır. En üstün şuur , şuurların sentezi halindedir. O , kendi kendi varlığının analizi sonucu ortaya çıkan şuurlara hakimdir. Her şeyin hakimi ve sahibi ise asla o olamaz. O dahi Tanrının varlığını idrak seviyesine ulaşamaz.
1294.
MADDİ HADİSE , MANEVİ HADİSE
Bir hadiseyi çeşitli insanlar aynı anda çeşitli yönlerinden tetkik edebilirler. Maddi bir hadiseye yakın kimseler, hadiselerin anlaşılmasında daha çok nüfuz sahibidirler.
Maddi hadiselerle, o hadiseyi inceleyenler arasındaki “ mesafe” azaldıkça , inceleyen hadiseye daha fazla nüfuz edebilme imkanı kazanır.
Manevi yönleri kuvetli olan hadiselerde ise mesafe ve benzeri kavramlar bir rol oynamazlar. Hadiselerdeki manevi değerin fazlalığı oranında mesafenin değeri azalır.
Kısaca ; bir hadisedeki manevi değerlerin fazlalığı , o hadise üzerindeki maddi tesirleri azaltır.
1295.
İDRAK YOKLUĞU ; YOKLUK
İnsanlar yok olmaktan değil , tamamıyle yok olmaktan korkarlar. İkisi arasında ise farklar mevcuttur.
Bir insan seve seve yatağına girip uyuyabilir. Zaten insanlar uykuyu, uyanacaklarını bildikleri için severler. Var olduğunu idrakten mahrum hale gelen bir insan , geçici bir zaman için dahi olsa yok olmuş demektir. Şu halde kendisi için yok olan bir insan başkaları için var olabilmektedir.
Derin uykuya dalmış bir insan sübjektif bir yokluk içersindedir. O , kendi varlığından haberdar değildir fakat onun uyuduğunu görenler için o, objektif, yaşayan bir varlıktır.
Canlılar ve cansızlar tetkik edilirlerken yukarda kısa olarak belirttiğimiz hususların göz önünde bulundurulmaları gerekir. Yukarıdaki hususlar göz önünde bulundurularak dünyadaki varlıklar tetkik edilirlerse , dünya imkanlarına göre şu sonuçlara varılabilir :
- Cansızlar , kendilerinin var olduklarından habersiz varlıklardır ( sübjektif =0).
- Cansızlar, onların mevcudiyetlerini tesbit eden varlıklar için mevcutturlar ( objektif = mevcut).
- Bitkiler ile cansızlar arasındaki tek fark, bitkilerde “can” oluşudur. Fakat hayvanlarda iş değişir. Çünkü basit hayvanlar hariç , ileri durumdakiler mevcudiyetlerini dünya şartları içersinde de idrak edebilirler. Fakat onlar da insanlar gibi zaman zaman uyur ve uyku esnasında mevcut olduklarını unutur hale gelirler.
1296.
EBEDİYEN SAHİP OLUNACAK TEK ŞEY
Sizin ebediyen sahip olabileceğiniz tek şey manevi değerinizdir. Yaşamakta olduğunuz istisnasız her hadise size bu değeri kazandırmak içindir. Madde tesiri altında bulunanlar ise ekseri bu değerden çok başka şeyler kazanmak isterler. Kazanmak istedikleri şey ise yine onların elde edebilecekleri manevi değerle ilgilidir.
Dünyada karşılaşılan bütün hadiseler, manevi değerden başka her şeyin geçici olduğunun delilidir. Maddi tesirler altında sevilen , elde edilen şeyler , er geç kaybolmaya , elden çıkmaya veya dünyada kalmaya mahkumdur. Fakat madde tesirleri altında manevi değerleri layıkıyle idrak edemiyen insan , çoğu kez geçici şeylerin peşinde koşar ; koşarken de bütün bu şeylerin ona manevi değer kazandırabileceğini düşünmez.
Şuurlu İman , sadece insanların hayatlarını düzene koymakla kalmayarak , beşeriyete , alaka alaka bağlarıyle bağlı bulunduğu dünya nesneleri arkasında da manevi değerler bulunduğunu öğretecek , idrak ettirecek ve benimsetecektir.
1297.
ŞUURLU İMAN
Şuurlu İman esaslarını benimsemek insanlara birçok imkanlar kazandıracak ve onların her şeyden önce robotlar üzerindeki hakimiyetini arttıracaktır.
Mesela dünyaya tekrar tekrar gelindiğini bilen ve buna inanan bir insan , Şuurlu İman yolunda yürüdükçe arttırdığı değeri ile gelecek hayatlarına da tesir edebilecektir , ahiret ile dünya arasındaki mesafe azalacaktır.
Şu unutulmamalıdır ki , Şuurlu İman insaniyete etrafını saran ve bizzat kendi varlığını da ihtiva eden meçhulleri çözebilmek imkanlarını veren bir yoldur. O yolda otomatik yardımların yerini şuurlu yapılan hareketlere bırakmasıyle basamak basamak yükselinir.
1298.
İKAZLAR
İnsan sıcak bir şeyi bilmeyerek tutunca nasıl eli yanar ve tuttuğunu elinden atarsa ; sonucu fena olan manevi hadiseler de kendilerini önceden belli ederek hadiselerle karşı karşıya olanlara ondan uzaklaşabilmeleri için imkan verirler. Yürünmemesi gereken yolda yürüyenlerin istisnasız hepsi per yoluyle bu gibi fakat çeşitli tarzlarda tezahür eden yardımlar alırlar.
İkazlar halinde tezahür eden bu gibi yardımlar bazen maddi kalıplar içersinde , zaman zaman da manevitla ilgili hallerde tezahür eder. Bu gibi ikazları değerlendirebilenler karşılarında olan felaketi tesirsiz hale getirebilirler. Bu yoldan tesirsiz hale getirilebilen hadiseler , mutlaka yaşanması gereken hadiseler değildirler. İnsanların iradeleri ile değiştirebilecekleri hadiseler ise tekamülle ilgili değişebilen hadiselerdir.
1299.
OTOMATİK YARDIMLAR
İnsanlar hiç zahmet sarfetmeden , hatta farkında bile olmadan sadece otomatik yardımlar denen yardımları alabilirler. Otomatik yardımların dışındaki her şeyde yine otomatik yardımlar dolaylı olarak rol oynarlar.
Mesela bir insanın herhangi bir ağaçtan bir meyva koparmak istediğini düşünün. Bunun için evvela meyvayı görmesi sonra ağaca kadar gitmesi ve ağaca tırmanması en sonra da eliyle koparması icab eder. Bütün bu gelişigüzel sıraladığımız hareketlerde otomatik yardımlar rol oynarlar. Sözün kısası ; insanlar otomatik yardımlar olmadan kendilerine en önemsiz gözüken hareketleri bile yapamazlar.
Şu halde bir insanın en basit bir şeyi düşünebilmesi veya kımıldıyabilmesi için otomatik yardımlara ihtiyaç vardır ki , bu yardımlar :
Otomatik Yardım + İnsan Şuuru + İnsanda Mevcut İmkanlar
halinde tezahür eder. Bunlara dolaylı tezahür eden otomatik yardımlar denebileceği gibi , Mutlak Nizama uygun otomatik yardımlar da denebilir.
Gerçi her şey Mutlak Nizama uyguun tezahür eder. Fakat Mutlak Nizamı bir nizam halinde gösteren de otomatik yardımlardır.
Şu şekilde de izah edilebilir :
- İnsanların en basit bir şeyi düşünebilmeleri veya en önemsiz bir hareket yapabilmeleri için dahi otomatik yardımlara ihtiyaç vardır.
- Ototmatik yardımlardan canlılar için hayati önem taşıyanlar ekseri zorla ve kendilerini belli etmeden yapılırlar. Mesela bir insanın hava alarak solunum yapması veya kalbinin çalışması gibi.
- İnsanların otomatik yardımlardan faydalanarak kendi imkanlarıyla yapabilecekleri şeyler , tekamülü için dünya hayatında yapabileceği her şeyi kapsamaktadır.
- İnsanlar otomatik yardım almadan sırf kendi değer ve imkanlarıyla hiçbir şey yapamazlar hatta bir an bile yaşayamazlar.
- Otomatik yardımlar her maddi ortamda veya manevi planda , o ortam veya planın şartlarına göre tezahür eder.
- Ototmatik yardım almayan ve ona ihtiyacı bulunmayan sadece ve sadece Tanrıdır.
1300.
RUH BEDENLE SINIRLI DEĞİLDİR !
Benimsetici metotla verilen bilgilerimizde çok önceden , canlı ve cansızlardan bahsetmiş ve tekamül yolunda ilerleyemeyen günahkar ruhların cansız maddeler ve eşyalar halinde tezahür edebileceklerinden bahsetmiştik (1). Bu bilgide o bahsi biraz daha derinlemesine gözden geçireceğiz ( 1. bkz: Şuurlu İnanç I , bilgi no: 173: “mahvoluş” ) .
Geri veya bir süre için geriye yönelmiş bir ruhta madde üzerinde tesirler yaratabilmek ve ona hakim olabilmek imkanları azalır. Bu gibi ruhlar tıpkı en ilkel ruhlar gibi maddeye tesir edemezler. Tesir alanları dardır. Bu sebeple de onlarda maddeyi canlı hale getirmek ve kısmen dahi olsa ona hakim olmak imkanları yoktur.
Onların temasa geçtikleri maddeler canlı hale gelemezler. Bu sebeple de güçlü ruhların canlı hale getirebildikleri beden ve sair canlı tezahürlerin hakimiyeti altına girerler.
Cansız denen bir taş parçasını bir insan parçalar. O taş , dünya realitesine göre paramparça edilmekten bir ıstırap duymaz . Fakat o taşı tesiri altında bulunduran ve manevi hayatını idrak ederek yaşamakta olan ruh bu darbelerden ve parçalanmalardan gereken dersi alır.
Mesela insana ; ruh ve bedenden ibaret bir karışım denilmektedir. Bu , dünyada en geniş bir realite için uygun olan tariftir. Bu sebeple örneğimize bu tarifi ele alarak geçelim .
İnsan ruh ve bedenden meydana gelmiştir. Ruh beden üzerinde tesirler icra ederken diğer taraftan da kendi manevi değerinden ( maddeye bağlı olmayan değerinden) ve daha üstün değerlerden yardım ve talimatlar alır. Bu yardım ve talimatları realitelere , dolayısıyla dünyaya intibak ettiren ise per değeri ve ruhun dünya imkanlarına uygun bir hale gelmiş olan bağlı ( yani maddeye bağlı) değeridir.
Bir insanın dünyada olması , onun ruhunun tamamen maddeye bağlı olmasını gerektirmez. O aynı zamanda da manevi hayatını yaşayan bir varlıktır. Bir insan dünya hayatını yaşarken , aynı zamanda yaşamakta olduğu manevi hayatını kolay kolay idrak edemez. Fakat manevi hayatlarını yaşayan varlıklar , maddeye veya herhangi bir robota bağlı hayatlarını idrak edebilirler. Bu yüzden de bir insanın çektiği azap ve ızdıraplardan , manevi yönü haberdardır. Fakat bu “ haberdar oluş”, dünyada yaşayanların idrak edemiyecekleri bir tarzda tezahür eder. Ve dolayısıyla dünyada azap çeken bir ruhun aynı ıstırabı manevi alemde de çekmesi gerekmez.
Ruhların hayatları maddeye veya herhengi bir robota bağlı iken diğer taraftan da aynı ruhun manevi bir hayatı vardır. Manevi taraf ise maddeye bağlı tarafın üzerinde tesirlerde bulunur. Bu tesirler de ruh üzerinde yüksek yardımlar vasıtasıyle gereken tesirleri icra ederler.
Masa , sandalye , taş , toprak yığını, kısaca akla gelen her şey bir beden olarak düşünülebilir. Çünkü manevi bir kudretle , bir ruhla ilgisi olmayan hiçbir robot mevcut değildir. Bu yüzden cansız denilenler karşılaştıkları hareketlerden tesir almaz gibi görünseler de onların en yakınlarında bulunan manevi ve şuurlu varlık bunlardan tesirler alır.
Günahkar bir ruh için en ağır ceza ise tesir imkanlarının per tarafından tesirsiz hale getirilmesi sonucu bir süre için cansız varlıklarla bedenlenmesidir. Bu ; şuurlu bir varlığın mesela bir taş parçası halinde tezahür etmek mecburiyetinde bırakılması demektir.
Bu yoldan tekamül eden ruhlar , bulundukları tekamül yerinin imkansızlıkları içersinde sınırlı bir hayat geçirirler. Cansız tezahür ederler fakat aynı canlılar , insanlar gibi olup sadece cansız zannedilen bedenlerin sahipleridirler.
Bu yolda tekamül edenlerden , binlerce senelerden beri taşlar veya kayalar halinde olanlar vardır. Kaya halindeki bir ruhun değeri arttıkça , toprak haline gelerek bitkilerin bünyelerine karışmaya oradan da insan bedenlerine nüfuz etmeye imkan bulur.
Bir ruh hem bu tarzda , tesirler altındaki cansız maddeler halinde hem de canlı varlıklar halinde kısmi olarak da tezahür edebilir. Unutulmaması gereken ise ; ruhun bedenle sınırlandırılmamış olduğudur. Beden , ruhun kuvvetle tezahür ettiği bir tesir alanıdır. |